Tayfun Atay
Homeland’e veda
2011 başında ateşli bir aşk hikâyesi eşliğinde İslami Cihadizm’e referansla işlenen soluk kesici bir terör – karşı-terör dizisi olarak çıkış bulmuş Homeland, giderek küresel nüfuzunu kaybetmekte olan bir süper gücün içe kapanışı doğrultusunda Trump ABD’sinin kıyamet haline temas eden bir çizgiye evrilip son sezonuna geldi.
Homeland bitti. El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in ABD güçleri tarafından 2 Mayıs 2011’de Pakistan’da öldürülmesinden tam beş ay sonra başlayan dizi (2 Ekim 2011) terörizm – karşı-terörizm karşıtlığına dayalı kurgusuyla 2010’lu yıllara damgasını vurdu denilebilir. Geçtiğimiz hafta içinde ekrana gelen 8. sezon 12’nci bölümüyle de final yaptı.
Homeland’, bir süper güç olarak gerilemesi 11 Eylül’de (2001) El Kaide tarafından New York’ta kalbinden vurulmasıyla berraklaşmış ABD için belki son çırpınış sayılabilecek Bin Ladin operasyonunun başarıldığı noktada (2011) start aldı. Ve ABD’nin dünya üzerinde artık gerilemenin de ötesinde düşüşte olduğunu düşündürecek şekilde 2020’de son buldu. Bu bakımdan 8’inci sezon jeneriğinin “Geri çekilin, geri çekilin!” nidalarıyla karşımıza gelmesi de çok anlamlı…
Homeland’in tematik içerik ve kurgusal akış itibarıyla Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’dan lojistik destek aldığına yönelik iddialar hep oldu. Dizi, genel çerçevesi itibarıyla küresel sistem ve o sisteme karşıtlık olarak cihatçı terörizm arasındaki mücadeleye elbette ABD penceresinden bakmaktaydı. Ama onun, kör kör parmağım gözüne İslamofobik mahiyette bir ABD ve CIA yandaşlığı/güzellemesi yaptığını söylemek doğru olmaz. İçe dönük bir eleştiri ve sorgulama da vardır; Amerikan devletinin, onun derin kurumlarının kirli çamaşırlarını sergilemeye dönük bir boyut da vardır. Hatta yer yer, El Kaide’den İran’a ve Hizbullah’a, Taliban’dan IŞİD’e açılan yelpazede küresel cihatçı tedhişin aslında Amerika-merkezli küresel düzenin yan ürünü/ayna yansısı olduğunu düşündüren kesitler de Homeland’de karşımıza çıkmıştır.
CIA-El Kaide çatışmasının alevlendirdiği aşk
İsrail dizisi Hatufim (Savaş Mahkûmları) temelinde yapılandırılmış hikâye, İkinci Körfez Savaşı’nda kaybolup 8 yıl kendisinden haber alınamadıktan sonra Afganistan’da bir El Kaide kampında esir olarak bulunmuş, fakat işin aslı o ki bu süre içinde Müslüman olup kendi ülkesine karşı bu cihatçı örgüte casus olarak katılmış Nicholas Brody’nin (Damian Lewis) “Anavatan”a (Homeland) dönüşüyle başlar. ABD’ye bir kahraman olarak dönen Brody’den ilk şüphelenen ve peşine düşen, bipolar duygudurum bozukluğundan mustarip CIA karşı-terör ajanı Carrie Mathison (Claire Danes) olur. Carrie’nin Brody’i takibe alması, zaman içerisinde onunla aşka düşmesine de yol açar.
Dizinin ilk iki sezonu bu şekilde görünürde CIA ile El Kaide arasında bir savaş hikâyesi, ama daha başat olarak bu savaşta karşıt kutuplarda konumlanan iki insan arasında bir manik-depresif aşk hikâyesi olarak aktı gitti. İkinci sezon, Brody’nin tekrar saf değiştirmesi ve uygulamaya konulan plânla El Kaide liderinin öldürülüp (tıpkı gerçekte de olduğu gibi) denize gömülmesi; buna karşılık korkunç bir suikastla da CIA’nın kalbinde (Langley) 219 kişinin katledilmesi eyleminin Brody’e yıkılmasıyla son buldu.
El Kaide’den İran
ve Taliban’a…
Üçüncü sezonda (2014) dünyada sönümlenmeye yüz tutmuş El Kaide’ye dizide de elveda denirken, ikinci sezon sonundaki CIA suikastını tezgâhlandığı kurgulanarak, ABD dış-politikasında nükleer enerji (silah) üretme faaliyetleriyle öne çıkan İran’a rota kırıldı. Ve El Kaide ile ABD arasında şamar oğlanına dönmüş Brody, CIA tarafından kendisine verilen son bir şansla İran Devrim Muhafızları’nın komutanını öldürmek, yerine de artık ABD’ye çalışan İran İstihbarat Şefi’nin geçmesini sağlamak üzere Tahran’a uğurlandı.
Sezon, Brody’nin bu görevi canı pahasına gerçekleştirmesi, böylece Carrie’nin hayatının aşkına, üstelik karnında ondan bir “bakiye” ile veda etmesiyle noktalandı.
Bu aşamadan sonra dizi artık uluslararası terörizm – karşı-terörizm fırtınası ortasında tutkulu bir aşk hikayesi olmaktan çıkarak bir “one-woman-show”a dönüştü demek mümkün. Homeland artık bir Carrie-Mathison dizisiydi.
Dördüncü sezon (2014) için İstanbul’un set olarak düşünüldüğü bize 3. sezon sonunda Carrie Mathison’un CIA İstanbul İstasyon Şefi olacağı “müjdesi” ile verilmişti ve bununla bağlantılı olarak Homeland’in CIA’cılık-Cihatçılık ikili-karşıtlığında akan kurgusunu İstanbul üzerinden Suriye iç savaşına intikal ettirme gibi bir niyeti olduğu ortadaydı. Ancak Türkiye Homeland’i ağırlamayı kabul etmedi. Böyle olunca dizi, küresel Cihatçı tedhiş açısından 2014 itibarıyla ve elbette IŞİD’e nazaran demode bir mevkide olduğu söylenebilecek Taliban’a odaklı olarak Afganistan-Pakistan hattına yöneldi. Carrie Mathison’ı önce Kâbil sonra İslamabad CIA İstasyon Şefi olarak maceradan maceraya koşarken izledik.
IŞİD ve Rusya sahnede…
Dizi, Suriye ve IŞİD’le teşrik-i mesaiye 5. sezonda (2015) ama yine de hayli mesafeli şekilde Almanya üzerinden başladı. Artık CIA’dan ayrılmış Carrie’nin Berlin’de bir Alman iş adamına ait vakfın güvenlik danışmanı olarak, Lübnan-Suriye sınırına doğru yol tutuşunu izledik. Bu arada Berlin’de IŞİD’e eleman devşiren bir kadın teröristin Suriye’ye gitmeye ikna ettiği Alman vatandaşı gençler de Türkiye göçmenleri olarak kurguya uğratıldı. Ek olarak, Türkiye’nin IŞİD’e Avrupa’dan eleman devşirme sürecinde yol geçen hanı olarak seyrimize düşürülmesi söz konusu oldu.
Ne denebilir ki, öyle değil miydi, 2014 sonuna kadar Urfa’dan Tel Abyad’a, Kilis’ten Cerablus’a “sınırsız” hareket serbestisi tanınmadı mı IŞİD’e bu topraklarda?!..
Neyse, reel-politiği bırakalım, kurgu-politiğe dönelim; tabii birini diğerinden ne kadar ayırmak mümkünse, o ölçüde!..
Sezon ayrıca Rusya’nın diziye intikaliyle de seçkinleşir. CIA’nın bir darbeyle Suriye’de Esad’ın yerine geçmesi plânıyla ülkeye gönderdiği Suriyeli generali taşıyan uçak havada infilak etti. Elbette, Rusların işiydi.
ABD-Suriye-IŞİD şeytan üçgeninde Rusya’nın denkleme dâhil olmasıyla üç aşağı beş yukarı eşzamanlı karşımıza çıkan bu kurgusal girdi, Homeland’in küresel politik/jeo-stratejik işleyişle ne kadar etkileşimsel yol aldığına bir başka bariz örnektir.
Eve dönüş…
Suriye iç savaşında Amerikan gücünün düşüşü ayan beyan ortaya çıktıkça Homeland artık sadece ABD ile küresel-cihatçı tedhiş karşıtlığına dayalı bir kurgusal izlekte yol almanın absürt kaçacağının farkındalığıyla 5. sezonunda Almanya-Rusya gibi motifleri tabloya ekledikten sonra, izleyen iki sezonda “içe kapandı”. Önce Hillary Clinton-Donald Trump seçim mücadelesinin izdüşümleri üzerinden, Carrie Mathison’un bir kadın başkanın yükselişine katkısıyla şekillenen 6. sezon… Ardından, “Başkanlık ve CIA karşı karşıya” diye başlıklandırılabilecek şekilde, ABD’de otokratikleşen iç siyaset, yabancı düşmanlığı ve elbette (diziyi var eden kök-tema olan) İslamofobi’nin yeni konfigürasyonlarıyla içeriklenen 7. sezon…
Böylece Homeland, giderek küresel nüfuzunu kaybetmekte olan bir süper gücün içe kapanışı doğrultusunda Trump ABD’sinin kıyamet haline temas eden bir çizgiye evrilerek son sezonuna geldi.
Barış, ancak finalde kurguladı
Final sezonu, içe-kapanmadan vazgeçip yeniden dünyaya açılıp Afganistan-Pakistan eksenine geri dönüş yapılarak ve/fakat kurgusal olarak dahi pek ikna edici olduğu söylenemeyecek şekilde barış imkanının önünü açma çırpınışlarıyla başlama vuruşu yaptı.
Sahnedekiler: Artık dünyaya karşı verdiği savaşın kazanılamayacağına iyiden iyiye ikna olmuş yaşlı Taliban lideri Haissam Haqqani (Gümüşhane-Kelkit doğumlu Almanya göçmeni Türk oyuncu Numan Acar). Yine aynı şekilde, bu savaşın kazananı olmayacağına ikna olmuş, yaşlandıkça “güvercinleşmiş” CIA ileri geleni Saul Berenson (Mandy Patinkin). Ve tabii yıllarca görev icabı bir dolu masum insanın canına kıymış olmanın vicdanın azabı içinde artık tam bir barış meleğine dönüşmüş Carrie Mathison…
Ama elbette “şahinler” de hâlâ her yerdedir: Yeni ve tecrübesiz bir ABD başkanının adamları arasında da; Taliban’a on yıllardır “yatak” olmuş Pakistan yönetiminde de; Taliban’la sonu gelmez bir savaştan nemalanan Afganistan yönetiminde de; nihayet kocamış babasına karşı liderlik rekabetine girip, o öldürüldükten sonra Taliban’ın başına geçen gözü kara oğul Haqqani’de de…
Dizi, 1979’da Sovyet işgalinden başlayarak 40 yıldır savaş halindeki Afganistan’da, gayet ironik şekilde, ABD’nin Mücahitler’i alabildiğine aktive ederek ülkenin onlardan temizlenmesini sağladıktan sonra şimdi yıllardır aynı topraklardaki kendi varlığı sebebiyle kurtarıcı olarak tekrar oraya çektiği Rusların katkısı eşliğinde, savaş baltalarının gömülmesiyle tamamına erdi.
Carrie Mathison’ı da tıpkı dizinin başlangıçlarında Afganistan’da savaşırken kendi ülkesine karşı “dönmüş”, sonrasına da hep hainlikle kahramanlığın gelgitinde kalmış unutulmaz aşkı Brody’i yankılar şekilde ülkesine ihanet konumunda Moskova’da ve Rus’ça bir yeni aşka kanat açmış halde uğurladık. Ama hâlâ derinlerde “Anavatan”a (Homeland) aşkı esas vaziyette… Ve hainlik-kahramanlık hattında…
Onun, Türkiye’yi de fazlasıyla alâkadar eden (!), “S400’lerin bir zayıf noktası olduğu” ve yakında detayları ileteceği ispiyonu ustası Saul’e ulaştığında bu, efsane diziyi seyrimizin son noktasıydı.
Hiç kaybetmemek, kazanmak anlamına gelmez
Elbette Türkiye açısından nazarı dikkate alınacak daha başka pek çok kesit mevcuttu final sezonunda. Mesela Taliban lideri Haqqani’nin savaşın artık neden bitmesi ve barışın sağlanması gerektiğine dair şu sözü beni sadece küresel dış-politikanın değil kendi ülkemin iç-politik gerçekliği hakkında da acı acı düşünmeye sevk etti:
“Bu savaş bitmez. Çünkü kaybetmeyecek kadar güçlü, ama asla kazanamayacak kadar da zayıfız.”
Bu sanırım yıllardır bu ülkede “yüzde 50”yi zor tuttuğunu söyleyip geri kalanlara göz dağı veren, böylece toplumun yarısını kendisi için çatışma-kutuplaşma kozu kılan, ama öte yandan diğer “yüzde 50”yi de hep karşısında bulmuş iktidar iradesinin hazin ve vahim halinin tercümesi olarak da okunabilir!..
Yazan: Tayfun Atay