Memetcan Demiray
Yalancı medya!
İstanbul'da "içki yasağı" mı başladı? AC/DC Kuruçeşme'ye konsere mi geliyor? "Çarpıtma haber" Türkiye'de hep vardı. Ama artık "dijital Babıâli"de, göz göre göre yapılıyor. Amaaan, boş ver; nasılsa "clickbait"ten kimse ölmüyor! Peki gelecek nesiller?.. Onları internette "arşiv" namına içi boş "foto galeriler" ve kocaman bir "data çorbası" bekliyor.
Cuma sabahına sarsıcı bir haberle uyandık: "AC/DC, 20 Ekim'de İstanbul'a geliyor"! Nasıl yani?! Bin yıldır beklediğimiz bir müzik devi... Konsere 14 gün kala mı turne takvimini belirliyor?! İşin aslını araştırmak bize düşüyor. Nitekim grubun resmi web sitesinde böyle bir bilgi yoktu. Angus Young ve tayfası, 7 Ekim'de butik bir California şovuyla yılı noktalayacaktı. İyi de kimdi o halde ülkemize gelen?.. Hürriyet'ten BirGün'e, T24'ten CNN Türk'e; herkes mi bizi kandırmıştı?
Biletix'in sayfasında "doğru bilgi"ye ulaşmak zor olmayacaktı. 20 Ekim - Kuruçeşme'de verilecek konser, AC/DC ile kısa süren çalışan Dave Evans'a aitti. Grupla sadece bir şarkılık kaydı olan solist, "tribute" bir repertuvarla sahneye çıkacaktı. Mesele çözülmüştü. Ama "AC/DC İstanbul'a geliyor!" manşeti... Akşam saatlerinde bile "tarafsız haberin tek adresi" web sitelerinde ve yazılı basının "amiral gemisi"nde hâlâ yayındaydı!
'İÇKİ YASAĞI'NI DA MEDYA GETİRİR!
"Clickbait", yani "tıklama tuzağı" mı; ihmal mi, umursamazlık mı? Ortalama bir internet kullanıcısı bile 7-8 dakikada "hakikat"e ulaşırken bu nasıl bir ciddiyetsizlikti? Neticede habere inanıp alelacele AC/DC bileti alanlar bile çıkacaktı! Ama ya medya bizi "daha ciddi" bir konuda yanıltırsa?..
İşte geçen ay yine "muhalif basın"ın "İstanbul'da içki yasakları fiilen başladı!" manşeti... Son derece önemliydi. Habere göre Moda'da bira içen üç gence ceza kesilmişti. Yoksa ülkeye "şeriat" mı gelmişti?
Oysa detaya tıkladığınızda bir dernek üyelerinin "eylem amaçlı" sahile geldiği, polisin uyarısına rağmen bira açtıkları için Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi, "emre aykırı davranış"tan para cezası aldıkları yazıyordu. Yani?.. Konunun içkiyle alakası yoktu!
'SAKALLI BEBEK'TEN PLAZALARA
Ertesi gün sırf meraktan ulaştığım dernek üyeleri de mahcup bir tonla olup biteni doğruluyordu. Evet, o gün onlara ceza kesilmişti ama ya Moda sahilinde içki içen binlerce kişi?.. Kimse onlara dokunmamıştı.
Ama "İstanbul'da içki yasakları fiilen başladı!" haberi... Hem milyonlarca insan tarafından "gerçek"miş gibi okunacak, hem de internet arşivinde gelecek nesillere aktarılacaktı.
Elbette "çarpıtma haber" Türkiye'de yeni bir mefhum değildi. Yıl 1987, Tan gazetesinin "Sakallı bebek doğdu!" haberi... Günlerce "kıyamet" tartışmalarına yol açacaktı! Ama ülke medyasında üç önemli kırılma, 90'lardan sonra yaşanacaktı.
Gazetelerin Cağaloğlu'ndan bir bir taşınmasıyla sadece binalar "modernleşmiyor", mesleğin koordinatları da değişiyordu. Artık muhabirler sokaklardan çekiliyor, Bağcılar'daki "plaza"lara kapatılıyordu.
'DİJİTAL BABIÂLİ': KOPYALA-YAPIŞTIR!
Zaten onları "gazeteci" sayan da pek kalmamıştı. "Gazeteci" dediğin, gecekondu manzaralı lüks odasında bütün gün telefonla "mühim görüşmeler" yapan, televizyonda her konuda fikir beyan edebilen "köşe yazarları"ydı. Akşam gazetenin barında tek buzlu rakı, sektör dedikoduları... Mesleğin duayeni, daha sonra özel şoförüyle 4. Levent'teki villasının yolunu tutacaktı. "Haber"in hayatla bağı... TEM otoyolunda trafiğe takılmıştı!
İkinci büyük kırılma, AKP'nin iktidara gelmesiydi. 90'larda bir basın emekçisinin çalışabileceği 10 civarında yayın grubu varken "ana akım" gazeteler şimdi hızla tek elde toplanıyordu. "Havuz medyası"... 2000'lerin yeni kavramıydı.
Ve tabii sosyal medya devrimi... "Bedava" yayıncılığa başlayan muhalif gazeteciler için internet en önemli sermayeydi. Bir iddiayı en az iki kaynaktan doğrulamak ve olay yerine derhal muhabir göndermek... "Kalite" geçen yüzyılın işiydi. İşte A sitesi... "Meteorolojiden İstanbul'a yağış uyarısı" paylaşmış! "Kopyala, yapıştır". Mesleğin yeni ilkesiydi!
TikTok videoları, Facebook rivayetleri ve "cinsel sağlık" bilgileri... Her şey anında "haber" olabilirdi. Bu durumda eline her cep telefonu alan potansiyel bir Coşkun Aral ve Uğur Mumcu, her fikir beyan eden "Dijital Babıâli"de Peyami Safa ya da Aydın Engin'di!
ŞEYMA SUBAŞI VS. UKRAYNA SAVAŞI
Böyle bir ortamda esas gazetecilik görevi, ironiktir ki "tüketiciler"e düşüyor. Şimdi her gördüğümüz haberi en az iki, mümkünse bir de dış kaynaktan doğrulamamız gerekiyor. Bu da başlı başına bir iş anlamına geliyor.
Zaten gündemimiz de epey farklı!.. Avrupa basını Ukrayna Savaşı'na dair son gelişmeleri, iklim krizine önlemleri, zeytin kıtlığı ve Lampedusa'daki göçmen krizinin geleceğe etkilerini tartışırken bizde Şeyma Subaşı'nın boşanması "gündemi sarsıyor"!
Son dakikaaa!.. "Kızılcık Şerbeti" dizisinde kim kimi ağlattı? İbrahim Tatlıses çocuk mu yapacak? Mehmet Ali Erbil'in kendisinden 40 yaş küçük sevgilisi kim? Böyle böyle günler geçiyor.
FOTO-GALERİ BİZİM İŞİMİZ!..
Tüm baskılara rağmen işini layıkıyla yapan muhabir ve editörler var elbette. Ama medyanın geneli, demokraside "4. güç" vasfını çoktan kaybetmiş gibi görünüyor.
Bu sırada Der Kölner Express, ilk "yapay zekâ" köşe yazarı Klara Indernach'ı devreye soktu bile!.. Dünya "hakikat ötesi"ni sorgularken henüz "içerik kalpazanlığı" çağındayız biz... Ortalık içi boş foto-galeriler, tıklayınca reklam açılan "flaş haberler"den geçilmiyor.
"Bedava" medyanın yahnisi bu kadar işte. Hiç tat vermiyor. Hadi biz alıştık "sakallı bebeğe"... Ama ya arşiv... Gelecek nesillere içi boş bir "data çorbası" miras kalıyor.