Emre Tansu Keten
Severance: İdeal çalışanın imali
Severance, cehennemi tek amacı kötülük olan sapkın insanların eylemlerinde ya da kontrolsüz bir şekilde gelişip insanlığı ele geçiren yapay zekânın geleceğinde görmüyor, bizzat daha fazla kâr etmekten başka bir amacı olmayan kapitalizmin kendi gelişiminin doğrusal sonucu olarak cehennemi tanımlıyor.
Severance, geç kapitalizmin bu yönelişinin uç bir örneğini sunuyor bize: iş için yaratılmış, onun için ve onun içinde yaşayan, iş dışında bir anısı, bilinci, bilgisi ve arzusu olmayan, bütün yaşamsal faaliyetleri çalışmaya hasredilmiş yeni bir özne. Arzusu sadece işe yönelmiş, bu arzuyu sekteye uğratabilecek herhangi bir deneyime tamamen kapalı, yaşamın olağan aksaklıkları, hüzünleri, acıları, sevinçlerine erişimi olmayan bu çalışan özne şirket tarafından baştan şekillendiriliyor.
İş-yaşam dengesi, çalışmanın insan hayatını daha güçlü bir şekilde işgal etmeye başladığı günlerden beri kişisel gelişim kitaplarının ve yaşam koçlarının gözde konularından birisi. Bu konuda kaleme alınan metinlerde, genellikle ikisi arasında denge kurmanın kişinin fiziksel ve mental sağlığına olan yararları vurgulansa da, işin sonunda bütün tavsiyelerin odak noktası, başarılı bir iş hayatı için iş dışı yaşamın nasıl örgütlenmesi gerektiği oluyor. Yani temel mesele insanların hayatları değil, bütün yaşamın iş için nasıl verimli hale getirilebileceği. “Keyifli bir yaşam”, emeğin yeniden üretiminin yeni şifresi olurken, neyden keyif alınacağı da kültür endüstrisi tarafından paket programlar şeklinde çalışanların önüne sunuluyor.
Lumon cehennemi
-Dikkat! Spoiler içerir-
Apple TV (kültür endüstrisi demişken!) yapımı Severance bu iş-yaşam dengesinin, bilimin marifetiyle, sermaye lehine aşırı-düzenlendiği, çalışanların benliklerinin bir bölümünün boşluksuz şekilde sadece işte geçtiği distopik bir çalışma rejimini ele alıyor. Dizinin odağında yer alan Lumon isimli hiper şirket, çalışanlarının zihinlerini işyeri ve iş dışı olmak üzere ikiye ayırıyor.
Beyne monte edilen bir implant sayesinde çalışanlar, işyerlerine geldiklerinde dışarıdaki varlıkları hakkında hiçbir şey hatırlamayan içsel benliğe, işten çıktıklarında ise işyerindeki hiçbir şey hakkında fikri olmayan dışsal benliğe geçiş yapıyorlar. Böylece çalışanlar, uyku dahil hiçbir şeyin bölemediği sonsuz ve sürekli bir mesai içerisinde, sadece iş tarafından yetiştirilmiş, işyeri dışında bir yeri görmemiş, iş arkadaşları dışında kimseyi tanımayan benlikleriyle çalışıyorlar. Ofis katına çıkan asansörde gerçekleşen bu değişim, şirket otoparkında aracının içinde ağlayan çalışanları, asansörden indiklerinde özgüvenli, pozitif, uyumlu ve iş odaklı bir ruh haline sokuyor (iş ilanlarında aranan o kişi).
Dizi, yeni stajyer Helly R.’nin (Britt Lower), implant operasyonu sonrası, bir masada uyanmasıyla başlıyor. Kendisine sorulan hiçbir soruya cevap veremeyerek ilk aşamayı başarıyla geçen Helly, Makroveri Düzenleme biriminin yeni lideri Mark Scout’un (Adam Scott) sorumluluğuna veriliyor. Yakın zamanda eşini kaybettiği ve eşini hatırlamama fırsatını yakalayacağını düşündüğü için bu işe giren Mark ise en “yakın” iş arkadaşı Petey’in (Yul Vazquez) ani kovuluşunun yarattığı kafa karışıklığının üstüne Helly’nin işten çıkmak için her yolu denemesinin ortaya çıkarttığı sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Yeni benliğine uyandığı dakikadan itibaren işyerinden kaçmaya çalışan, dışsalına içeride olup bitenlerle ilgili bir mesaj iletebilmek için çabalayan Helly, dışsal benliğinin tercihi doğrultusunda her gün aynı asansöre binmek, cehennem diye tanımladığı işyerine gelmek zorunda kalıyor.
Makroveri Düzenleme biriminin Helly dışındaki uyumlu üç çalışanı ilerleyen bölümlerde, kendilerine dair sebeplerle bu sistemi sorgulamaya, işleyişi sekteye uğratacak yolları aramaya ve dışarıdaki benliklerine ulaşmaya çalışıyor. Küçük itaatsizliklerle açılan bu yol, cehennemden kurtulmaya yönelik topyekun bir direniş halini alıyor.
Bunun oluşmasını mümkün kılan ise dizinin sunduğu distopik ortamın kaçışsız, mükemmel bir sistem olmanın aksine kurbanlarının rızasıyla ayakta duran, insani zaafların sarsabileceği deneysel ve sarsak bir tahakküm modeli olması. Dizinin başında yeni uyanmış Helly’yi şirket adına karşılayan Mark’ın beceriksizliği, el kitabına mahkum iş bilmezliği, şirketteki cezalandırma odasının (break room) hiç boş kalmaması, yöneticilerin sürekli sorun çözmek için didinmesi ve sonlara doğru müdür Cobel’in (Patricia Arquette) tükenmişliği, kesinliğe ulaşmış, hataya yer bırakmayan tekno-çözümcü zihnin de hümanist bir eleştirisi olarak okunabilir. Severance, benzerlerinin aksine teknolojinin sunduğu çözümleri değil yarattığı boşlukları odağına alıyor ve direniş bu boşluklardan doğuyor.
7/24 kapitalizm
Jonathan Crary, geç kapitalizmin işi 7/24’e yaymaya, çalışanların bütün hayatını işe tabi kılmaya çalıştığını söylüyor (7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu, çev. Nedim Çatlı, Metis Yayınları, 2015). Mesai saatleri dışında da işi düşünmek, geceleri de maillere cevap vermek, talep üzerine iş için anında hazır olabilmek çalışanların iş dışı hayatlarının ve başkalarının bu hayattaki mevcudiyetlerinin düzenlemesini gerektiriyor. Özellikle evden çalışmanın yaygınlaşmasıyla birlikte insanların günlük rutinlerinin ve başka insanlara karşı sorumluluklarının da dahil olduğu bütün bir hayat iş tarafından yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu sadece daha fazla saat çalışma meselesi değil, iş odaklı yeni bir öznenin yaratılma meselesi. Niceliksel bir talepten çok niteliksel bir teslim oluş talebi. Lazzarato’nun dediği gibi:
“Üretim eğer bugün doğrudan toplumsal ilişkilerin üretimi ise, gayri maddi emeğin ‘hammaddesi’ de öznellik ve bu öznelliğin içinde yaşayarak ürediği ideolojik ortamdır. Öznelliğin üretimi yalnızca toplumsal denetimin bir aracı olmaktan çıkarak doğrudan üretken hale gelir, çünkü sanayi sonrası toplumumuzun amacı tüketici/iletişimciyi, faal bir birey olarak inşa etmektir” (Akt. J. Read, Sermayenin Mikropolitikası, çev. Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları, 2014)
Severance, geç kapitalizmin bu yönelişinin uç bir örneğini sunuyor bize: iş için yaratılmış, onun için ve onun içinde yaşayan, iş dışında bir anısı, bilinci, bilgisi ve arzusu olmayan, bütün yaşamsal faaliyetleri çalışmaya hasredilmiş yeni bir özne. Arzusu sadece işe yönelmiş, bu arzuyu sekteye uğratabilecek herhangi bir deneyime tamamen kapalı, yaşamın olağan aksaklıkları, hüzünleri, acıları, sevinçlerine erişimi olmayan bu çalışan özne şirket tarafından baştan şekillendiriliyor. Şirketin kurucusunun yazdığı ve içsel yaşamın her anına dair buyruklardan oluşan kitaplar bu ayrık dünyada kutsal kitapların ikamesi olarak iş görüyor. Kurucunun evinin kopyası ile ondan sonra gelen CEO’ların heykellerinden oluşan “ebediyet kanadı”, çalışanlara ödül olarak sunulan bir hac mekânı, mola odası ise zorunlu bir günah çıkartma ritüeli bir bakıma. Din, insanlık tarihinin en güçlü fenomenlerinden birisi ve dizi, insanların hayatının tamamına hükmetme iddiasındaki dini ögelerin maddi karşılıklarla güçlendirilmiş bir şekilde kapitalist örgütlenmeler tarafından kullanılmasının potansiyeline işaret ediyor. Bununla bağlantılı olarak Lumon yeni bir ahlaki evren de inşa ediyor. Günümüzün “çalışma ahlakının” mükemmelleştirildiği, çalışanların her hareketinin işin lehine olmasını garanti eden pragmatik bir ahlaki evren.
Dizinin ilk bölümünde şöyle deniyor: “İyi haber, cehennem sadece hastalıklı insanın hayal gücünün ürünüdür. Kötü haber ise insanlar genellikle hayal edebildikleri şeyi yaratabilirler de”. Severance, cehennemi tek amacı kötülük olan sapkın insanların eylemlerinde ya da kontrolsüz bir şekilde gelişip insanlığı ele geçiren yapay zekânın geleceğinde görmüyor, bizzat daha fazla kâr etmekten başka bir amacı olmayan kapitalizmin kendi gelişiminin doğrusal sonucu olarak cehennemi tanımlıyor. Aslında bu “kendi suretinde bir dünya yaratma” derdindeki bir sistemin hikâyesi. Dizinin senaristi Dan Erickson da hikâyeyi oluştururken bizzat kendi yaşadığı beyaz yakalı çalışma deneyiminden beslendiğini söylüyor. Bu açıdan Severance distopyayı çok da uzakta aramamamız gerektiğini hatırlatıyor.