Emre Tansu Keten
Reggae efsanesi Lee “Scratch” Perry’nin ardından
Perry ile yolu kesişen isimlerden birisi de Bob Marley’dir. Perry, 70’lerin başlarında Marley ve grubu The Wailers’la çalışır. Marley’in oğlu Ziggy Marley bu bir araya gelişi şöyle yorumlar: "Scratch, babamın kendi içine daha derin bir şekilde bakmasına yardımcı oldu”. Perry sonrasında Max Romeo ile Chase the Devil, The Congos’la Heart of the Congos, Junior Murvin’le Police and Thieves’i üretir. Bu şarkılar/albümler kısa sürede çok büyük ilgi görür, hepsi de oldukça politik içeriklere sahiptir.
Perry’nin örgütleyicilerinden birisi olduğu Jamaika’daki soundsystem kültürü, henüz endüstriyelleşmemiş ve telif haklarıyla hareketsiz kılınmamış kolektif bir müzik kültürünün potansiyellerini ortaya koyuyor. Bugün dünyanın dört bir yanında, sıradan bilgisayarlarla, var oldukları alanlardan doğru yeni soundların peşinde deneyler yapan gençlerin etrafında Perry’nin ruhunun gezindiğini söylersek haksızlık etmeyiz sanırım.
“Bas beyin, davul ise kalptir”.
Lee “Scratch” Perry
Reggaenin efsane isimlerinden Lee “Scratch” Perry geçtiğimiz hafta 85 yaşında hayata veda etti. Perry, sadece bir müzik icracısı değil; reggae ve dub türlerinin taşlarını döşeyen bir kaşif, birçok sanatçının yetişmesinde önemli rol oynamış bir yapımcı ve reggaenin politik içeriğine sahip çıkan bir adalet savaşçısıydı.
1936 yılında, Britanya’nın ağır sömürüsünün devam ettiği bir dönemde, Jamaika’nın kırsal bir bölgesinde, tarım işçisi bir ailenin çocuğu olarak doğan Perry çocukluğunu şöyle anlatır: “Babam yolda, annem tarlada çalıştı. Çok fakirdik. Okula gittim… Hiçbir şey öğrenmedim. Öğrendiğim her şey doğadan geldi”.
Okulu bıraktıktan sonra çeşitli işlerde çalışan Perry’nin müzik kariyeri, 50’lerin sonlarında yapımcı Clement Dodd’ın kendisini plak satmak için işe almasıyla başlar. Dodd’ın Studio One’ında ve Joe Gibbs’in Amalgamated Records’unda birçok başarılı düzenlemeye imza atar. Perry, kendi albümlerini yayımlamak ve daha özgür bir şekilde üretmek arzusuyla kendi plak şirketini kurmayı kafasına takmıştır. 1968 yılında Upsetter Records’u kurarak bu hayalini gerçekleştirir. Bu dönem her plak şirketinin kayıtlarda çalan kendi bir müzik grubu da vardır, Perry de The Upsetters isimli bir grup kurar.
Evinin arkasına inşa ettiği Black Ark Studios’da hala efsane olarak anılan birçok albüm kaydeder. Bu dönem ününün Jamaika dışına taştığı, kayıtlarıyla adından söz ettirdiği bir dönemdir. Öyle ki, Paul McCartney ve The Clash gibi isimler stüdyoyu ziyaret eder, Perry ile kayıtlar yapar. Perry ile yolu kesişen isimlerden birisi de Bob Marley’dir. Perry, 70’lerin başlarında Marley ve grubu The Wailers’la çalışır. Marley’in oğlu Ziggy Marley bu bir araya gelişi şöyle yorumlar: "Scratch, babamın kendi içine daha derin bir şekilde bakmasına yardımcı oldu”. Perry sonrasında Max Romeo ile Chase the Devil, The Congos’la Heart of the Congos, Junior Murvin’le Police and Thieves’i üretir. Bu şarkılar/albümler kısa sürede çok büyük ilgi görür, hepsi de oldukça politik içeriklere sahiptir.
Bütün bunların yanında, kendi plak şirketine ve stüdyosuna sahip olan Perry, müzik üzerine deneylerini daha özgür bir şekilde icra etmeye başlar. Ses efektleri, remiksler, riddimler, kes yapıştır usulü birbirinin üstüne bindirilmiş parçalar, gündelik nesnelerle üretilen sesler, overdublar, yankılanan baslar vs. ile Perry klasik stüdyo kayıt anlayışını yıkıma uğratırken yeni türlerin yolunu açar. Dick Hebdige, buradan doğan dub hakkında şunları söyler: “Dub’ta özgün beste hala tanınabilir durumdaysa da, artık parçalarına ayrılmıştır. Ritim hafifçe yavaşlatılabilir, şarkının birkaç küçük bölümü tekrar tekrar eklenip ardından eko marifetiyle tahrif edilebilir. Davullar ve bas doğrudan dinleyicinin kulağına ulaşıp kendilerini zorla dinlettirecektir”. Hip-hop’un öncülerinden Afrika Bambaataa, Perry’nin öncülüğü hakkında şöyle konuşur: “Lee Perry’nin sound’u ve Jamaikalı toasterlar (bir parçaya doğaçlama ve ritmik bir şekilde eşlik eden reggae DJ’i) , hip-hop’a başlamamız için bize ilham verdi.”
Jamaika’nın bağımsızlık mücadelesi her zaman müzik ile iç içe olmuştur. Bu nedenle, Jamaika’da gelişen müzik kültürünün, şu yıllarda da sıklıkla dinlediğimiz birçok müzik türünün temelini attığını ya da bunları ciddi bir biçimde biçimlendirdiğini söyleyebiliriz. Müziğin bu politikayla iç içelik hali, bağımsızlık sonrasında da sürmüş, özellikle işçi sınıfı siyaseti ile alamet-i farikası müzik olan alt kültür grupları arasındaki ilişki ciddi bir şekilde görünür olmuştur. Perry’nin yapımları, Jamaika’nın siyasi tarihini okumak için de iyi bir rehber işlevi görür. 70’li yıllarda kızışan ve ABD’nin desteklediği sağcı partinin terörize ettiği siyasi ortamda birçok reggae sanatçısı safını solcu PNP’den yana ilan eder. Bu hengamede, Bob Marley suikast girişimine maruz kalır, siyasi cinayetler 1980 yılında sağcı JLP iktidara gelene kadar devam eder. Böyle bir ortamda Perry ve diğer rastafaryanlar, ABD eliyle silahlandırılan çetelerin hedefi haline gelir, ancak üretimlerine ve ürettiklerinin niteliğine sadık kalmaya devam ederler.
Bu siyasi alt üst oluşların ardından şöyle bir tablo ortaya çıkar: Bir yanda reggae sanatçıları daha görünür olmaya başlamış, böylece daha fazla para kazanır olmuştur. Diğer yandan ise siyasi cinayetler için ABD tarafından örgütlenen sağcı çeteler, siyasi alandan çekilip kriminal alanda güçlenmeye başlamıştır (ne tanıdık hikâye değil mi?). Bu ortamda, bir iddiaya göre, bu çetelerin tehdit ve şantajlarından bıkan Perry, bir gün stüdyosu Black Ark’ı kendi elleriyle yakar ve bir efsaneyi sonlandırır.
Bu “öz yıkım” Perry için bir dönüm noktası olsa da, bundan sonrasında da kayıt yapmaya devam eder. İngiliz yapımcılar Adrian Sherwood ve Mad Professor ile uzun süreli ortaklıklar kurar. Jamaican ET albümü ile Grammy ödülü kazanır. Dünyayı dolaşarak konserler verir, 2010 ve 2012 yıllarında İstanbul’a da uğrar.
Lee “Scratch” Perry, sadece reggaeyi değil, geniş bir spektrumda dünya müziğini etkilemiş özgün bir kişilik. Öyle ki, Rolling Stones’tan Keith Richards kendisini “müziğin Salvador Dali’si” olarak tanımlamıştır. Bunların yanında onun hayatı, işçi sınıfının kültürel yaratıcılığının özgün bir örneği olarak da karşımızda duruyor. Perry’nin örgütleyicilerinden birisi olduğu Jamaika’daki soundsystem kültürü, henüz endüstriyelleşmemiş ve telif haklarıyla hareketsiz kılınmamış kolektif bir müzik kültürünün potansiyellerini ortaya koyuyor. Bugün dünyanın dört bir yanında, sıradan bilgisayarlarla, var oldukları alanlardan doğru yeni soundların peşinde deneyler yapan gençlerin etrafında Perry’nin ruhunun gezindiğini söylersek haksızlık etmeyiz sanırım.