İrfan Yalın
Peruk icat oldu, kellik bozuldu
İnsanoğlu, saçlarının dökülmemiş haline öykünmeye, saçlarını sahip olduğundan daha iyi göstermeye ve başkalarının saçlarına özenmeye binlerce yıl önce başlamış
Peruk kullanmanın ilk izlerine 5100 yıl önceki Antik Mısır medeniyetinde rastlanıyor. Bu dönemde kullanılan peruklar, kölelerin saçlarından, koyun yününden, muz ağacı lifinden ve bazı meyvelerin posasından yapılıyormuş. Tamamen insan saçından yapılmış ve saç tellerini bir arada tutabilmek için de balmumu kullanılarak hazırlanmış o günlerden kalma bir peruk bugün Kahire Müzesi’nde sergilenmekte.
O günü anlatan çizimlerden ve arkeolojik araştırmalardan anlaşıldığına göre, Eski Mısır'da saçların ustura ile kesilmesi hem sıcak iklimde rahat etmenin gereği imiş, hem de haşerata karşı çok etkiliymiş. Saçlarını ustura ile kesen soylu sınıf mensuplarının önemli günlerde ve günün önemli saatlerinde, peruk takması, onları ayrıcalıklı kılıyor, bakımı kolay olduğu için de tercih ediliyormuş. Özellikle kraliçelerin kullandığı peruklar iktidarı simgelediği için o kadar büyük ve ağır oluyormuş ki, taktığı peruk yüzünden yürümekte zorlananlara yanındakiler kollarına girerek destek olmak zorunda kalıyorlarmış. Zaten yönetici sınıfın kullandığı peruklar, halkın kullandıklarından daha farklı biçim ve renklerdeymiş. Her sınıf aynı giysi gibi, kendini tamamlayan ve kendine özgü şekildeki peruğunun kimseninkine benzememesine özen gösteriyor, sokakta başka, resmi törenlerde başka peruklar takıyorlarmış.
Yüzyıllarca saç bitini azalttığı inancıyla peruk kullanılmış
Eski Yunan’da, Roma’da, Asur, Sümer ve kadim Mezopotamya uygarlıklarında da peruk kullanılmış. Eski Yunanlılar daha ziyade alınlarını süsledikleri kâkül benzeri takma saçları tercih ederken, Eski Roma’da erkekler çıplak başlarını göstermemek ve törenlerde saçlı görünmek için sarı renkli peruklar takarlarmış. Roma kadınları ise süslenmiş olmak için başlarına savaş esiri Germenlerin sarı saçlarından yapılma peruklar takar, üstüne de soyluluğun simgesi olarak altın tozu serperlermiş.
İlginçtir, saça şekil verme, farklı biçimlerde kesme ve süsleme deyince akla ilk olarak gelen Çin - Japonya gibi Asya'nın önemli ülkelerinde, peruk geleneksel sahne sanatları dışında hemen hemen hiç kullanılmamış. Geleneksel Japon “Noh” ile “Kabuki” tiyatrolarında ve geçmişin izlerini günümüze taşıyan Tayland “Khon” gösteri sanatlarında hala görülen peruk kullanımı, Asya'nın sanatçı insanlarının kendilerini ifade etmesinin bir yolu olmalı.
Peruk kullananlar Orta Çağ’da kilisenin hışmına uğradı
Hoşgörü, eşitlik, insan hayatına saygı gibi insancıl söylemlerle yeşermeye çalıştığı yüzlerce yıl boyunca baskın inançlar tarafından zulüm ve eziyet gören Hıristiyan kilisesi, gücü eline geçirdiği andan itibaren tolerans mesajlarını terk etmiş, bırakın farklı inanç sistemlerine saygıyı, hayatın her alanına müdahale etmeye başlamış. Tiyatroya, bilimsel araştırmalara, toplu eğlencelere, kısacası günlük yaşamın her anına yeni kurallar getiren kilise, tabii ki, saç kesimine, kıyafet şekline ve kullanılan aksesuarlara da yasaklar koymuş. İlginçtir, Kilise her fırsatta peruğun karşısında olmuş, peruğun şeytanın gizlenmek için kullandığı bir kıyafet olduğunu, peruk takanların Hıristiyanlığın bereketinden faydalanamayacaklarını yaymış; gerek telkin, gerekse de sindirme yoluyla peruk kullanımını ezmeye çalışmış. Kiliselere perukla gelmek yasaklamış, hatta ilerleyen yıllarda peruk kullanmakta ısrar edenler aforoz edilerek cezalandırılmış. Uzun lafın kısası, neredeyse tam bin yıl boyunca Avrupa'da kimse peruk takamamış.
Peruğun tarihindeki en önemli kişilerden biri, 1558 yılında tahta çıkan İngiltere Kraliçesi I. Elisabeth olmuş. Kraliçe, peruk kullanmaya öylesine meraklıymış ki, gittikçe azalan ince saçlarını gizlemek için kullandığı hepsi kızıl tonlarda, seksen ayrı çeşitten oluşan koleksiyonu varmış. Dönemin İngiliz soylu kadınları, güzellik sembolü olarak gördükleri kraliçeyi örnek alıyor, onun zambak beyazı çehresine bolca sürdüğü pudrayı ve kızıl renkli peruklarını taklit ediyorlarmış.
Peruk yapımı ve bakımı 17’nci yüzyılın en önemli mesleklerinden…
Peruğun erkekler arasında yayılmasının öncüsü de 1600’lü yıllarda yaşamış Fransa Kralı XIII. Louis. Genç yaşta saçları dökülen Kralın başlattığı peruk modası, çevresindeki soylular ve zaman içinde de, saraya hoş görünmek isteyen halk arasında öyle yayılmış ki, peruk üretimi ciddi bir iş dalı haline gelmiş. Düşünsenize, bu yıllarda sadece sarayda kırk tane kadrolu peruk yapıcısı varmış. Geniş lüleler halinde omuzlara, hatta sırta kadar inen saçlar peruklardan dökülüyor, peruk bakımı günün önemli bir kısmını meşgul ediyormuş.
Fransa’da bu yıllarda bir papaz, mahkemedeki yargıçlık görevine uzun saçlı peruğuyla çıkmış ve bu durum kısa sürede tüm mahkemelerce benimsenmiş. Böylece özel hayatlarında peruk takan yargıçlar mahkemelere de perukla gelmeye başladılar. Ne var ki, 1789 Fransız ihtilalı sonrasında peruk önemini kaybetmiş, hatta asillerden nefret etmenin sembolü olarak görülmüş.
Ama İngiltere'de peruk kullanılması hiç duraksamamış, yapım teknikleri, tasarımları, modelleri gelişerek devam etmiş. II. Charles, ülkedeki yüksek sınıfların peruk takmasını zorunlu hale getirmiş. 1795 yılında saça ve peruklara püskürtülen pudra miktarı o kadar artmış ki, Uganda’daki Victoria Gölü civarından getirilen sabun taşından üretilen pudra üzerine çok ağır vergiler konulmuş. Pudranın zor erişilir olması, tabii ki, peruk kullanımını da olumsuz yönde etkilemiş, peruklar, el yakan fiyatlarıyla geçim sıkıntısı yaşayanların anca vitrinlerde görüp iç çektikleri bir aksesuar haline gelmiş.
Saç sefadan, tırnak cefadan uzar
Peruk kullanımı, İngiliz Milletler topluluğundaki Galler ve Avustralya’da halk oylamasıyla mahkemelerden kaldırılmış ama hepimizin gözüne bir şekilde çarptığı haliyle İngiltere’de hâkimlerin, bazı din adamlarının ve meclis üyelerinin sembolik olarak kullanımları sürmekte. Ama yazmadan geçmeyeyim, yenilikçi kanattaki İngilizler öncülüğünde bir süredir peruk kullanımı sık sık sorgulanıyor, hatta yakın bir gelecekte kaldırılması konuşuluyormuş.
Hinduların dilek adadıklarında ya da bir dilekleri gerçekleştiğinde saçlarını mabetlerde usturaya vurdurması yaygın bir gelenek. Kapitalizmin ikna gücünü vurgulamak için yazıyorum, bu şekilde tapınaklarda biriken adak saçları, zaman zaman mabetler yararına açık artırmalarda satılıyor ve Batı ülkelerinde kullanılan perukların üretiminde kullanılıyormuş. Son aylarda ekonomimizi derinden sarsan ve ilave vergilerle duvara çarptıranlar duymasınlar, geçtiğimiz aylarda Tanzanya Maliye Bakanı Mpango, gelir artırıcı önlemler kapsamında ithal peruklara % 25, yerli peruklara ise % 19 vergi konulacağını açıklamış. Yine de, her şeye rağmen Tanzanya piyasasında 4 ila 130 ABD doları aralığında her keseye uygun peruk bulunabiliyormuş.
Kel başa şimşir tarak, ya da kelle yatan perukla kalkar gibi düşünmeyin, peruk insana hayallerini yaşatan bir tasarıma dönüşebilir. Yeter ki gözünüz, gönlünüz, başınız ve aynanız onu sevsin, kucaklasın.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim!..