Memetcan Demiray
Öyle sarhoş olduk ki!..
Tüm dünya Omikron'u ve salgında "beşinci dalga"yı konuşurken NASA'nın James Webb teleskobu yeni galaksiler keşfetmeye hazırlanıyor. Bizde ise "fezaya doğru" yol alan sadece döviz kuru ve market fiyatları oluyor. İzlerken başımız dönüyor, şuurumuz kayboluyor. Ne tesadüf ki toplumsal bir sarhoşluk hali, içkiye savaş açan bir iktidarın alacakaranlığında yaşanıyor!
Bugün beğenmediğimiz 90'larda "sarhoş" denince akla Levent Kırca'nın meşhur tiplemesi gelirdi. Aşırı içkiden artık dili dönmeyen, buna rağmen direksiyon başında polise yakalanan kahramanımız, "Olacak O Kadar" skeçlerinin klasiğiydi. Eh, gazetelerin "3. sayfa"sını "Alkollü sürücü dehşet saçtı!" ve "Sarhoş koca karısını bıçakladı!" gibi haberlerin süslediği o yıllarda bu toplumsal hiciv gayet normaldi.
Ama diğer yanda "Bizimkiler"in Baykuş Cemil'i vardı. Kapıcı Cafer'in gizlice getirdiği biralarla "kafayı bulan" Cemil, karşısında kim olursa olsun sözünü sakınmamakta, hatta yönetici Sabri'ye kafa tutmaktaydı. Apartmandaki tüm "skandal"ları "Koş Seviiiim!" diye bütün mahalleye duyuran Baykuş Cemil, coçuksu coşkusu ve dobralığıyla "Katil Yavuz" tarafından bile "sayın abim" olarak anılırdı!
Ne mutlu ki 2000'lerde AKP ile birlikte "sarhoşluk" hayatımızdan çıkıyor, içki giderek "özel alan"a hapsoluyordu. Zaten "3. sayfa" haberlerinin yerini de Müge Anlı'lar, Serap Ezgü'ler almıştı. Ve haliyle 18'lik kızla evleneceğim diye dolandırılan dayılar ya da dört çocuğunu bırakıp pideciye kaçan ablaların çoğu alnı secdeye değen insanlardı. Sosyal medyada peş peşe patlayan "çocuk istismarcısı" haberleri de hep dinci vakıflar ve yatılı tarikat okullarıyla alakalıydı. Olsun… Sonuçta maneviyatımız tamdı ve içki neydi? "Tüm kötülüklerin anası"ydı.
HER AKŞAM FAİZ, DÖVİZ VE SWAP!..
Alkol gibi kötü alışkanlıkları bırakıp "güzel ahlak"a yönelen bir toplumun ekonomi alanında da şahlanması elbette kaçınılmazdı. "Daha güçlü bir Türkiye için evet!" diyen "milli irade" şimdi "varlık kuyrukları"na girecek, tanzim satışlarında ucuz patates ve soğan kovalayacaktı. Her zam öncesi benzin istasyonlarında izdiham çıkıyordu ama neden? Çünkü kapıcının bile (!) benzin koyacak bir arabası vardı!
2021 biterken ülkedeki un fiyatları ve fırıncıların zam talebi The New York Times'da, çiçek satıcısı Romanların dramı The Guardian'da, asgari ücretle geçinmeye çalışan beş çocuklu ailenin öyküsü ise Deutsche Welle'nin Türkçe kanalına konu oluyordu. İşte sonunda tüm dünya bizi konuşuyordu! Ha, bir de sahte alkolden ölen 45 kişi vardı Die Welt'in manşetinde ama o zaten "fıtrat"tı.
"Her akşam votka, rakı ve şarap… İçtikçe delirir insan, olur harap"… Dario Moreno'nun şarkısındaki "perişan" Türkiye 60'larda kalmıştı. Günümüzün "keyif verici" maddeleri, "faiz, döviz ve swap"tı!
OMİKRON MU? KAÇ LİRA?
Bu sırada Covid-19'un yeni varyantı Avrupa'yı hızla kuşatıyordu. "Dominant hale gelmesi haftalar değil, günler sürecek" denen Omikron, İskoçya'da 72 saat içinde vakaların yarısından fazlasına ulaşmıştı. İngiltere'de nüfusun yarısının (34 milyon kişi!) bahara kadar enfekte olacağı öngörülüyor, ülkenin Fransa ile ulaşımı durduruluyordu. Kraliçe bile geleneksel Noel yemeğini iptal etmişti.
Dahası, iki doz aşının Omikron'a karşı korumadığı anlaşılıyor, üçüncü dozun da ancak sınırlı etki edeceği söyleniyordu. Şu durumda ekstra önlemler lazımdı.
Ama nasıl? "Aşısızlar"ı sosyal hayattan izole ederek mi? Hafta içi gazeteci Tim Röhn, Bavyera'dan sonra Hamburg'da da yerel yönetimin Covid istatistiklerini manipüle ettiğini ortaya çıkarıyordu. Habere göre vaka sayılarının yüzde 22'si aşılı, yüzde 14'ü aşısızken ortada aşı durumu bilinmeyen bir yüzde 64 vardı. Ve bunlar da "aşısızlar"a eklenmiş, insidans ile oynanmıştı! Böylece toplum üzerinde baskıyı artırmak hedefleniyordu.
Gerçek bir skandaldı doğrusu… Ve yüzde 5 enflasyonla batmanın eşiğine gelen (!) biracı Almanlara da böylesi yakışırdı! Neyse ki bizim Covid ile savaşan İHA ve SİHA'larımız vardı ve sahi; Omikron hangi ülkenin parasıydı?!
HANCI SARHOŞ, YOLCU SARHOŞ
Ayık bir kafanın dosta güven, düşmana korku verdiğini "devlet büyüklerimiz"de de görüyorduk. Yaklaşan yılbaşı öncesi Diyanet Holding vatandaşı uyarıyor, "Müslümanların dinde yeri olmayan sembolleri, eğlence biçimlerini, tutum ve davranışları benimsememesi gerektiği"ni belirtiyordu. Bu bilimsel açıklamanın ülkeye maliyeti yılda yaklaşık 13 milyar liraydı ki James Webb teleskobuyla yeni galaksiler arayan NASA solda sıfır kalırdı!
Yeni ekonomi bakanına göreyse Türkiye'de kiralık dairelerin ortalama bedeli 1200 lira kadardı ve böyle bakılırsa ülkemizde yaşamak Avrupa'ya göre çok daha hesaplıydı! Hem asgari ücret daha yeni ikiye katlanmamış mıydı?!
Müjdeler ardı ardına dökülüyordu mübarek bıyıklardan… "Döviz kurlarında yaşanan oynaklıklar ekonomik gerçeklerle bağdaşmamakta"ydı. Ve vatandaşın bankadan kredi çekip dövize yatırması olsa olsa "ahlaksızlık"tı. Hem "Türkiye İstatistik Kurumu'na güvenmeyeceksin de masada oturup içki içerken fikir söyleyen adamlara mı güveneceksin?".. İşte bütün kabahat gene rakıdaydı!
Kasımpaşa'daki kahve röportajında "Sadece bizde mi kriz var sanıyorsun yeğenim, tüm dünyada dolar 14 lira" diyen amcanın sesiydi bu… Millet ve devlet pırıl pırıl bir kafayla kucaklaşmıştı!
KÜFELİK EKONOMİ ZEHİR SAÇIYOR!
Sarhoşluk bir tür "zehirlenme" hali ve insanda idrak yoksunluğu, şuur kaybı gibi belirtilere yol açıyor. İlginçtir ki içkiye bu kadar karşı bir iktidarın devrinde koskoca bir toplum genel bir sarhoşluk yaşıyor. Her dakika döviz endekslerini kontrol ediyor, hangi rakam gerçek, hangisi bir yanılsama; algılayamıyoruz. Fiyatlar ve faturalar kabus gibi… Dilimiz dönmüyor, tepki veremiyoruz. Küfelik bir ekonomiye müptela olmuşuz; "fitil gibi", günden güne eriyoruz. Dünyanın gerçeklerinden kopmuş, "dut gibi" sallanıyoruz. Adeta Tanju Okan'ın şarkısının içindeyiz. "Öyle sarhoş olduk ki… Bir daha ayılamıyoruz". Ve "Her şey bir rüya olsa… Unutarak uyansak" diye mırıldanıyoruz.
Ama sarhoşluğun bir başka anlamı da var… Aşk sarhoşluğu, zafer sarhoşluğu, mutluluk sarhoşluğu gibi olumlu bir anlam… Fren mekanizmalarının ortadan kalktığı, insanın özgürce konuştuğu; neşe, tutku ve coşku dolu bir tür "çocukluk" durumu… Yıllarca unutmamız istendi ve sonunda unutuldu. Şimdi dibe vurdukça hatırlıyoruz. Levent Kırca tiplemesi gibi afallama zamanı bitti. Artık Baykuş Cemil gibi korkmadan konuşmaya başlıyoruz. Koooş Sevim! Filmin sonuna geliyoruz!