Aslı Kotaman
Ölelim mi? Hayır ölmeyeceğiz!
Kadınların eylemlerinin her biri bir hikaye gibi. Kısa hikayenin tanımını bir arkadaşımın anlatımında duyup not almıştım. “Kısa hikaye, pencereden baktığında gördüğün şeydir” diyordu. Kadınların tam da böyle bir fotoğraf misali örgütlenmelerini çok anlamlı buluyorum. Üstelik İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin bunu değiştirmeyeceğini bilmek beni umutla dolduruyor. Bir an her yerdeler, bir an kayboluyorlar. Bir an koca koca meydanları dolduruyor, bir an ellerine kağıt kalem alıp yazıyorlar; bir an ellerine kamera alıp çekiyorlar, bir an konuşup anlatmaya çalışıyorlar. Müthiş biz azim, müthiş bir adanmışlık, müthiş bir ben’den vazgeçip “biz” olma hikayesi…
Yakın zamanda çalıştığım üniversitenin konu ile ilgili web sitesinde İngilizce olarak kaleme aldığım bir “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” videosu eleştirisi yayınlanmıştı. Şimdi o videoyu ve Feminist Gece Yürüyüşü’nün bir süredir sosyal medya hesabından yayınladığı harika videoları hatırlama ve üzerlerine konuşma zamanıdır!..
“Karşı Mahalle” tarafından paylaşılan bu videoyu anlayabilmek için öncelikle İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğuna bakmak gerekirdi elbette. Bugün o videolar ve yapılan eylemler anlamlarını yitirmemiş olsun diye, onları yeniden konuşmakta fayda var. Zira bu videolar İstanbul Sözleşmesinin uygulanmayışını protesto etmek için çekilen eylemlerin kaydıydı. Çok protesto gösterisi yapıldı. Canla başla uğraşan çok kişi oldu. Birbirinden güzel, anlamlı, rengarenk videolar çekildi. Kadınlar bu sözleşmeyi uygulamamayı protesto etmek için sokakları doldurdular. Ve pandemiye rağmen maskeleriyle eylem yaptılar. Maskeler yakın plan çekiminden genel bağlamında kaçınan feminist video aktivisler için bir koruyucu kalkan olmuş olabileceği gibi, gözlere odaklanmayı ve gözlerin öfkesini, acısını yansıtmayı da kolaylıkla sağlamışa benziyor.
Ancak bu videolar sadece “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili değildi. Videoların varoluş sebebi çekim dilini de daha iyi açıklıyordu. Videonun çekildiği eylemin gerçekleşmesinden bir gün önce Pınar Gültekin isimli genç bir kadın eski erkek arkadaşı tarafından vahşice öldürülmüştü. #ChallengeAccepted hasthtagiyle yapılan sanal protesto eylemlerinin ana sebebi de buydu.
‘Twister’ oyunu
Pınar Gültekin’in öldürülmesi öfke, üzüntü, hesap sorma isteği gibi çokça duyguyu harekete geçirdi. Videoda gördüğümüz eylemde kadınlar “İstanbul Sözleşmesi uygulansa Pınar ölmeyecekti” diyerek de protesto ettiler. Başlatılan siyah beyaz fotoğraflı kampanyanın sebebi bu olsa da hareketin alanı çok büyüdü.
Oysa birliğe yapılan her çağrı gibi bu da ayrışmaya sebep olmuştu. Her yeni gelişmede biraz daha ayrışan fikirler hepimizi koca bir “twister oyunu”nun içine hapsetti.
Aktivist videoların kendi çekim dillerini yarattığını yazmıştım. Türkiyedeki örneklerini incelediğimiz zaman bu feminist aktivist videolarla yeni bir dil oluşmaya başladığını görebiliyoruz. Eylemin içinden çekilen görüntüler, kuş bakışı görüntüye yer vermeyen videolar, eşitlikçi bir bakışı anlatmaya çalışıyor.
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” videolarından birini çeken aktivist Şeriban Alkış ile yaptığım görüşmede bir videonun kadın mı erkek mi tarafından çekildiğini kolayca anlayabildiğini anlatmıştı bana. Kadınların bu iş sahiplenerek, olayın içinden, her kadın sesine kulak kesilerek video çektiğini kendi tecrübelerinden örnek vererek detaylandırmıştı.
Ben’den vazgeçip ‘Biz’ olma hikayesi
Kadınların eylemlerinin her biri bir hikaye gibi. Kısa hikayenin tanımını bir arkadaşımın anlatımında duyup not almıştım. “Kısa hikaye, pencereden baktığında gördüğün şeydir” diyordu. Kadınların tam da böyle bir fotoğraf misali örgütlenmelerini çok anlamlı buluyorum. Üstelik sözleşmeden çekilmenin bunu değiştirmeyeceğini bilmek beni umutla dolduruyor. Bir an her yerdeler, bir an kayboluyorlar. Bir an koca koca meydanları dolduruyor, bir an ellerine kağıt kalem alıp yazıyorlar, bir an ellerine kamera alıp çekiyorlar, bir an konuşup anlatmaya çalışıyorlar. Bu videoları çeken birçok kadın video activist arkadaşımızın erkeklerinkinde olduğu gibi kendi portfolyoları yok. Çünkü yaptıkları her şeyi aslında ortak bir platforma mal ediyorlar. Müthiş biz azim, müthiş bir adanmışlık, müthiş bir ben’den vazgeçip “biz” olma hikayesi.
Kadınlar, küçük gruplar halinde, atomize ve mikro topluluklar olarak örgütleniyorlar. Orhan Pamuk’un İstanbul üzerine yazdıkları bu konuya alegori olabilir belki. Şehir yatay büyüyemiyorsa, dikey büyüyorsa eğer, kadınlar büyük topluluklarla harekete geçemiyorsa, küçük topluluklarla birleşiyorlar.
Buluşan ve dağılan hareketli yapılar bana her zaman doğayı hatırlatıyor. Kendini korumak adına hızla birleşip tek vücut olup, ardından yeniden dağılmak gerekiyor. Pelin Buzluk’un “Gemisiz” öyküsünü okudunuz mu? Hayatta kalmak için kendine doğada yer açan kadın. Harika.
Oysa bir yandan da tarih boyu kadınlar iki “arketip”in arkasına gizlendi. Ya doğaya yakındı kadın, kurtları emzirirdi ya da cadıydı tarih boyu. Kendi dairesinin içine kadını çekemeyen erkek onu farklılaştırmak zorundaydı. Yoksa kendi konfor alanını yaratamayacaktı. Ancak kurtuluşu doğada bulmak bence yepyeni bir temsil, doğayla bir olmak, acını dağda, taşta, suda yaşamak.
Pınar, hepimiz… Biz Pınar’ız!
Şeriban Alkoş’ın çektiği videonun başlangıcında çokça farklı renk saçlı, farklı renk gözlü kadınla karşılaşıyoruz. Kadınların video dilinde çok kullanılmayan bir çekim tekniği de yakın çekimler. Dolayısıyla videonun hangi dönemde çekildiğinin önemi büyük. Aktivist videocu Şeriban Alkış burada “çok farklı kadınlar olabiliriz ama burada istediğimiz, tek ses olduğumuz insani hakkımız: yaşama hakkımız” diyor. Bu tek ses olma, Pınar Gültekin’in cinayetinin ardından sosyal medyada belirginleşti. Bir çok kadın, bu ölümün ardından yapılan paylaşımlarda “Pınar hepimiz, biz Pınar’ız” diyerek durumu içselleştirdi ve Pınar ile bir bağ kurdu bu sebeple bu videonun başında arka arkaya yakın çekim kadın görüntülerini görüyoruz.
Eylem alanına yansıyan bu duygu orada bulunmayan diğer kadınlara bu duyguyu anlatabilmek ve zamanın ve mekanın ötesinde bir sürekliğin içinde bulunabilmek belki de videonun ana amacı.
Kadınlar birbirinden nasıl çok farklıysa, bu durumlara karşı verdikleri tepkiler de birbirinden çok farklı. Kimi öfkeli, kimi üzgün, kimi slogan atıyor, kimi sloganlara eşlik ediyor kimi etmiyor. Video aktivist “her ne kadar acı çekmiş olsak da biz duygularımızı boşaltmak için o meydanları doldurmuyoruz” diye anlatıyor. Bu duruma yönelik tepkinin ortaya koyulması ve bu duygunun orada olmayanlarca paylaşılabilmesi için de meydandaydık diye anlatıyor. “Bir sözümüzün olduğunu anlatabilmek için ise sadece müzikleri ve gözleri kullanmadım” diyor. “Bunun ne kadar kalabalık bir eylem olduğunu aslında genel çekimlerden kaçınıyor olsam da göstermek istedim çünkü ne kadar çok kişi olduğumuzun ve yalnız olmadığımızın bilinmesi gerekiyor” diye ekliyor. Genel plan kullanmamak mikro örgütlenme biçimlerine de düşen bir seçim. Başka bir deyişle hem üslup hem içerik olarak bir kadın gibi protesto ediyorlar.
Yaşamak isityoruz!
Müzik her ne kadar etkileyiciyse de video, kadınlar slogan atarken kadın sesine öncelik veriyor. Pankartlar ve sloganlar ardı ardına geliyor. Çünkü belki de “Yaşamak istiyoruz” temel hakkına indirgenen toplumsal hayat sadece kadının sesini daha çok duyurması ile eşitlenebilir.
Feminist kadınların çektiği aktivist videoların, bu videoyu açıklamakta kullanılabilecek temel özelliklerinden bazıları, eylemlerde atılan her slogana yer vermeye çalışması, eylemin basın açıklamasına yer vermeye çalışması, çekilen görüntülerin bir başı, ortası, sonu olmaması, klasik bir hikaye anlatması gerekmeyişi. Bu da güçlü bir seçim. Zira mücadele hala devam ediyor. Ne demiştik, bu sadece pencereden baktığında görülen bir an. Ayrıca kadınların giydikleri ve makyajları ile kimliklenemeyeceği bu sebeple de bu detayların videolarda çekilmemesi, kadınların tek tek hikayelerini anlatmaya, bir katarsis oluşturmaya çalışılmaması, yeni bir dil geliştirme çabası, kadınların sesini öne çıkarmayacak her detayın videodan elenmesi, kameraya alınan kadınlarla göz kontağı kurulması, bunlar hep üzerlerinde uzun uzun düşünülmesi gereken özellikler. Çünkü görüntüye mesafeli değiller aksine görüntünün içindeler, merkezindeler.
Bu videoların kadınları temsil etme biçimini ve bu eylemleri tek bir simge ya da biçime ve hatta içeriğe indirgememe çabasını önemli buluyorum. Belki Ahmed’in kitabında bahsettiği şiddete uğrayan kadınlar için yeni dil ve yeni kelimeler bu videolar olabilir. “İstanbul Sözleşmesi Yaşat”maya belki de bu yeni tip örgütlü kadın hareketi sayesinde başlayacaktır.