Burak Soyer
“Müzik benim karanlık tarafımı ön plana çıkarıyor”
Tüm türlerde olduğu gibi pop müzikte de ‘kartların yeniden dağıtıldığı’ ortamda ‘maça ası’ Sırma’nın Gökten albümünden geldi. Deneysel-alternatif popta önemli bir kulvar açan Sırma, baştan aşağı kendi yarattığı ilk albümüyle dinleyicinin yeni arayışlarına da cevap veriyor.
Sırma’nın, ilk albümü Gökten’i yayınlayana kadar dört bir tarafını müzikle donatmış. Hala da boşlukları doldurmaya devam ediyor. Hayatının yarısı İstanbul’da yarısı da New York’ta geçiren sanatçı, Berklee College of Music’te aranjörlük ve müzik prodüksiyonu üzerine burslu eğitimi almış. Solo kariyerine, şimdi dünya çapında tanınan Illenium ve Said The Sky'la birlikte yarattığı, Drop Our Hearts ve Drop Our Hearts (Part II) şarkılarıyla giriş yapmış. Sırma, 2019’da online müzik okulu Soundfly’dan gelen teklif üzerine vokal prodüksiyon tekniklerini anlatan, interaktif bir kurs ortaya çıkarmış. İçeriklerini New York’ta hazırladığı Modern Pop Vocal Pro-duction adlı dersi, halen hem amatör, hem de profesyonel müzisyenler tarafından yakından takip ediliyormuş. Bunların yanında müzik ve müzik teknolojileri üzerine makaleler yazıyormuş.
Sırma’nın ilk albümü bu sağlam müzikal altyapıya yakışan bir çalışma. Şarkıların hepsinin ayrı bir incelikle üzerine düşünüldüğü, onları ortaya çıkarmak için devamlı ‘denediğini’ ve ‘aradığını’ fark edebiliyoruz. Yine bizde pek kullanılmayan İngilizce-Türkçe söz birlikteliği Sırma’nın albüme içinden geçenleri gerçek anlamıyla yansıttığını gösteriyor. Gökten’deki tüm söz, müzik, beste, mastering, enstrümanların kendisine ait olduğu Sırma, bugüne gelen süreci ve albümünü anlattı.
Bu zamana kadar nerelerdeydin? Neler yapıyordun? Önce oradan başlayalım…
10 sene ABD’de yaşadım, dolayısıyla Türk müzik piyasasının içinde değildim tam olarak. Önce Berklee College of Music’te eğitim almak için Boston’a taşındım. Eğitimimi tamamladıktan sonra da New York’a geçtim. Pandemiye kadar New York’ta yaşamaya devam ediyordum. Tesadüfen Türkiye’deydim o dönemde. Öyle rast gelince de Türkiye’de kaldım bir süre. Önce biraz İstanbul’da, sonra da bir yıl kadar Bodrum’da yaşadım. Şimdi tekrar New York’tayım. Yeni bir dönem başlıyor benim için.
Çok sağlam bir müzikal altyapın var. Bu ‘süzgeç’ten geçmek şart mı mutlaka? ‘Alaylı’ olanlarla kıyaslandığında ne gibi bir avantajı oluyor?
Eğitim almayan müzisyenler arasından şahane sanatçılar çıkabiliyor. Ama onlar için sektördeki iş alanları çok daha kısıtlı. Ben eğitimimi, beste, aranje ve prodüksiyon üzerine aldım. Sonrasında da kendimi geliştirmek için çok çaba sarf ettim, hâlâ da ediyorum. Sırma olarak bir sanatçıyım; geldiğim noktada yaptığım müziklerin çoğunu tek başıma üretiyorum. Bazen iş birlikleri, ekip çalışmaları yaptığım da oluyor. Ama şarkılarımı tek başıma yazmak, düzenlemek, kaydetmek, miks ve mastering işlemlerini yapabilmek, büyük bir özgürlük. Ses mühendisi olarak kendimi geliştirdikçe önümdeki fırsatlar da çoğaldı. Bazen bu alanlarla ilgili makaleler yazıyorum ve müzik teknoloji şirketleriyle iş birlikleri yapıyorum. Yeri geldi, uzmanlaştığım her alanda eğitim de verdim. Hatta New York çıkışlı bir online müzik okulu için vokal prodüksiyon kursu da yarattım. Yeri geldi, reklam müzikleri için vokaller kaydettim ve düzenledim. Yeri geldi, vokal prodüksiyon ya da miks işleri aldım başka sanatçılardan… Yani kısacası sadece sanatçı olarak geçinmek ve tutunmak çok zor. Tek başına eğitimli bir müzisyen olmak da bazen yeterli olmayabiliyor. Bu bahsettiğim alanlarda kendini geliştirmiş, tam donanımlı müzisyenler için asıl iş alanları çok. Benim şansım da başından beri bunun farkında olmam ve ona göre bir yol çizmeyi tercih etmiş olmam.
İlk albümün Gökten yayınlandı. Bu albüm birçok açıdan bir ‘ilk’i barındırıyor içinde. Albümün arka planından biraz bahseder misin?
Ben birkaç senedir aktiftim aslında ama albüm yapmaya cesaret edememiştim. Hep single ve EP formatlarında ilerledim. Çünkü projemi hayatımın merkezine koymak için vakit bulmakta zorlanıyordum. Geçim derdinde olduğum için solo projemin haricinde işler yapıyor, geri kalan vakitlerde de kendi müziğime odaklanıyordum. 2020’nin sonuna doğru bu pandemi döneminin daha uzayacağını, hayatın normale hemen dönmeyeceğini fark edince, Bodrum’a yerleşip, ilk defa bir albüm yapmaya kalkışmaya karar verdim. Bu biraz da, tek başıma bir albüm yapabilecek kadar pişmiş olduğumu fark etmemle alakalı bir durum. Bir kaç ekipmanım eksikti, onları da edinince, Bodrum’da ailemin yazlığındaki bir odayı stüdyo olarak kullanmaya başladım. Tam bir içe kapanış dönemiydi ve bana çok iyi geldi. Ben albüm çalışmalarına başlamak üzereyken bir de Meta’nın merkezinden, California’dan muazzam bir teklif gelince, kariyerimin gidişatı değişti. Meta, Facebook ve Instagram’ın müzik koleksiyonu için, Sırma olarak eserler üretmemi istedi benden. Her şarkı için ödemeye hazır oldukları komisyon, benim diğer işlerimi yavaş yavaş eleyip, kendi müziğime odaklanmam için yeterliydi. Böylece beklediğimden de hızlı bir şekilde ortaya çıktı Gökten. Ufak bir ön hazırlık süreci vardı ama asıl Şubat 2021’de başladım çalışmalara. Haziran sonunda da tamamladım.
Albüm bir inzivanın ürünü. Genelde böyle çalışmalarda depresif, karanlık sonuçlar çıkıyor. Gökten’de de böyle bir hava var. Katılır mısın buna? Sen ne durumdaydın albüm sürecinde?
Katılıyorum, zaten daha önceki şarkılarımda da var bu… Demek ki müzik, benim karanlık tarafımı ön plana çıkarıyor. Aslında günlük hayatımda mutsuz bir insan değilim. Ama içime kapandığım an yüzleşmeyi ertelediğim duygular bir bir ortaya çıkıyor. Bu albümde de, kime neyi söyleyemeyip içime attıysam hepsini şarkılara aktardım.
Şarkıların tek bir kişiye gidiyor sanki. O ‘kişi’"gidiyor”, sen “yarım hüzün, yarım huzur”la kalıyorsun, bir “rüyaya” kapılıyorsun, “aklını yitiriyorsun”, “kendini bilmiyorsun”… Böyle bakınca albümün bir bütünlük taşıdığını söyleyebilir miyiz?
Böyle bakmanız hoşuma gitti, çünkü bence albümün bütünlüğünü sağlayan bir karakter var, o da benim. Aslında her şarkı, farklı kişilere yazıldı. Bazıları çok yakından tanıdığım, bazıları uzağımda… Kimisi eski dost, kimisi sevgili… Her şarkının havası, tarzı, bambaşka bu yüzden. Ama her ilişkinin doğası ne olursa olsun, ben olaylara ancak kendi penceremden bakabiliyorum. Albümün doğası da bunun üzerine kurulu. Ben, kendi penceremden gördüklerimi ve hissettiklerimi aktarıyorum. Objektif olabilmem mümkün değil.
Albümün bana göre en ‘farklı’ şarkısı Üzülürsün Sonra. Eda Solmaz’a verdiğin röportajda, “Daha deneysel bir açıdan bakıyorum artık pop müziğe,” diyorsun. Bunun yanında İngilizce-Türkçe sözler şarkılarında bir arada. Bu “deneysellik”te nasıl bir yol izliyorsun?
Hiç bir sınır yok önümde. Bazıları gibi her hafta listelere göz atıp “Neler dinleniyorsa ben de o tarzlarda şarkılar yapayım.” diye düşünmüyorum. Dinlediğim müziklerden, etrafımda olup bitenlerden elbette ilham alıyorum. Ama stüdyoya kapandığım an benim için hayat duruyor. O andan itibaren benim aklımdan, kalbimden ne geçerse müziğim de o… Mesela Üzülürsün Sonra şu ana kadar yaptığım en aykırı parça diskografimde. 9/8’lik bir parça, armonik yapısı Trakya’dan esinleniyor. O parçayı duyanlar şaşırıyorlar; hatta “Türkiye’de tutar diye düşünerek mi yaptın?” diye soran bile oldu. Halbuki benim annem Tekirdağlı. Ben o tür müziklerin içinde büyüdüm, düğünlerde hep o ritimler eşliğinde dans ettim… İlla ki gün gelip o esinlenmeler dışa vuracaktı. Kısmet Üzülürsün Sonra’yaymış.
İngilizce ve Türkçe sözler yazmamın sebebi de yine hayat tarzımdan kaynaklanıyor… Ben hayatımın ilk 19 yılını Türkiye’de geçirdim. Sonraki 10 yılını da ABD’de… New York’tayken günlük hayatımda Türkçe konuşmuyorum, dolayısıyla İngilizce şarkılar yazmak daha doğal geliyor. Pandemi döneminde Türkiye’de kaldığım için, daha fazla Türkçe şarkı üretme konusunda heveslendim. Dolayısıyla Gökten’de ağırlıklı olarak Türkçe sözler yazmak daha doğal geldi bana. Ama çift taraflı sürdürdüğüm hayatım bir yandan devam ediyordu, dolayısıyla hiç İngilizce sözlere yer vermemek, böylesine kişisel ve günlük tadında bir albüm için doğru olmazdı.
Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak bahsettiğin “deneysellik” mevzusu artık rock’tan rap’e birçok müzik türünde ortaya çıkmaya başladı. ‘Saf’ türden bir müziğe rastlamak pek mümkün değil. Bunu neye bağlıyorsun?
Bizim bugün ‘saf’ olarak algıladığımız her müzik türünde yaratılabilecek her türlü eser yaratıldı. Deneysellik, bize yeni ‘saf’ müzik türlerinin kapılarını aralayacak. Örneğin yüz yıl önce elektronik müzik yoktu; müzik teknolojisinin ilerlemesiyle yepyeni müzik türleri ortaya çıktı. Sırada yapay zeka var; o teknolojinin önümüzdeki günlerde müzik türlerine nasıl bir etkisi olacağını henüz kestiremiyoruz. Ama bence bunların hepsi heyecan verici gelişmeler. Bir türe bağlı kalıp üretmek isteyenler de olabilir, ona da ihtiyaç var… Hali hazırda var olan dalları yaşatmak da önemli. Ama açık fikirli ve ileri görüşlü müzisyenler beni daha çok heyecanlandırıyor.