F. Nesrin Karadağ
MÜCADELE İÇİN BİR BAŞLANGIÇ ÖNERİSİ Domatesler, Çocuklar ve Leo Lionni
Bugün marketten bir tane, evet bir tane domates aldım ve bu tek domatese 11 lira verdim. Tamam itiraf ediyorum kendisi pek küçük değildi ve çok güzel bir pembe domatesti. Domatesime bir sanat eseri muamelesi yapmaya karar verdim ve eve geldiğimde tezgâhın üstüne koyup uzun uzun seyrettim. Bu tek domatesin yemelere kıyılamamasının nedenlerini düşünüp dertlenirken aklıma çok sevdiğim arkadaşım Frederick geldi.
Frederick ailesi ile ahır ve tahıl ambarına yakın bir taş duvarın içinde yaşayan küçük bir fare. Çiftçiler gittikten sonra tüm aile kış için hazırlık yaparken Frederick tıpkı Ağustos böceğinin hikayesinde olduğu gibi pek çalışıyor gibi görünmüyor. Aile harıl harıl kış için yiyecek toplarken Frederick önce güneş ışığı, sonra renk sonra da sözcükleri topladığını söylüyor. Aile onu dinliyor ama biraz da alaycı bir tavırla aslında onun tembelliğine kılıf uydurduğunu düşünüyor. Derken kar yağıyor ve kış geliyor. Başlangıçta yiyecekleri bol ve keyifleri yerinde ama kış uzayıp yiyecekler ve söylenecek sözler, anlatılacak hikayeler tükenince akıllarına Frederick’ in topladıkları geliyor. Ve hikâyenin bundan sonrasında Frederick sanatını öyle bir konuşturuyor ki soğuk taş duvarın içi güneş ışınlarıyla doluyor, ısınıyor ve dünya bir anlığına güzelleşiyor. Frederick küçücük haliyle en yalın biçiminde çocuklara ve bize sanatın gerekliliğini hatırlatıyor.
Leo Lionni’nin şahane çocuk kitabı Frederick’ ten bahsedince aynı babanın evladı Pezzettino’dan söz etmemek olmaz. Frederick bize sanatın gerekliliği hatırlatır ve bizi buna ikna ederken Pezzettino da kim olduğunu bilmenin, birey olabilmenin ne güzel bir şey olduğunu fısıldıyor kulaklarımıza. Pezzettino İtalyanca parçacık demek. Küçük kırmızı bir küp olan Pezzettino arkadaşlarına, çevresine baktığında- ki onlar çok büyük ve farklı parçalardan oluşuyor- bu kadar küçük olmasının nedenini anlamaya çalışıyor. Birinin ya da bir şeyin parçası olması gerektiğini düşünüyor. Karşılaştığı herkese “ben sizin parçanız mıyım acaba?” diye soruyor ve hep aynı cevabı alıyor; “Eğer ben eksik olsaydım, bu kadar güçlü olabilir miydim?”, “Eğer ben eksik olsam bu kadar iyi yüzebilir miydim?” ve benzeri. En sonunda bilgenin kapısını çalıyor ve bilge onu Pat adasına gönderiyor. Bu sayede her kahraman gibi kendini aradığı bir yolculuğa çıkıyor Pezzettino. Uzun bir yolculuk sonrasında Pat adasına ulaşıyor ve etrafta sadece küçük çakıl taşlarının olduğu boş bir yerle karşılaşıyor. Etrafa bakıp gezinirken “pat ediyor” yani düşüyor (çevirinin güzelliği burada kendini gösteriyor) ve paramparça oluyor. Bu sayede kimsenin parçası olmadığını kendisinin de parçalardan oluştuğunu anlıyor ve “Yaşasın! Ben kendimim” diye seviniyor ve tabi siz de onunla seviniyorsunuz. Müthiş bir hikâye.
Lionni kurduğu hikâyeyi görsellerle öyle zenginleştirmiş ve öyle yaratıcı katmanlar eklemiş ki hayran kalmamak mümkün değil. Kitabı resimlerken kullandığı sade ve soyut anlatım okurda yeni düşünme kapıları açıyor. Resimlere bakarken çok boyutlu sorular sorma ve düşünme imkânı yaratıyor. Pezzettino’nun akıl sormaya gittiği bilge son derece sembolik ve basit bir şekilde bir tapınak kapısında resmedilmiş. Fakat öyle güçlü bir resim ve anlatım var ki bu tapınağın ünlü, girişinde “Kendini bil” yazan Delphi tapınağı olduğunu hemen anlıyorsunuz. Bu küçük gibi görünen olağanüstü bağlantı kitabı bir çocuk kitabı olmaktan çıkarıp bir felsefe kitabına dönüştürüyor. Felsefenin en temel sorusuna bir çocuk kitabıyla cevap veriyor Lionni. Böylece iyi kitap herkese hitap etmeli beklentimizi fazlasıyla karşılayıp bizi kendine bir kez daha hayran bırakıyor.
Son olarak madem mücadele için bir başlangıç önerisi yapıyoruz; Yüzyüz’den bahsetmezsek eksik kalırız. Yüzyüz derin denizlerde, kırmızı küçük balık kardeşleriyle yaşayan minik bir siyah balık. Herkesten daha hızlı yüzüyor ve çok akıllı. Bir gün küçük kırmızı balıklar denizde öylesine dağınık, savunmasız yüzerken büyük balık geliyor ve hepsini yutuyor, bir tek Yüzyüz bu saldırıdan kurtuluyor. Yalnız başına uçsuz bucaksız denizde yüzerken türlü çeşit deniz ahaliyle karşılaşıyor tanışıyor ama yalnızlığı hiç geçmiyor. Ta ki bir zaman sonra eski sürüsüne benzeyen bir kırmızı balık sürüsü görene kadar. Ama bu balıklar büyük balığın korkusundan bir kayanın arkasına saklanmışlar ve hiç yüzmüyorlar. Yüzyüz düşünüyor ve çareyi buluyor. Beraber hareket ederek adeta büyük bir balık gibi bir arada yüzerek bu problemi çözebileceklerini söylüyor. Kendisi de minik bir siyah balık olarak bu büyük dayanışma balığının gözü oluyor. Resimleri bu kez baskı tekniği ile yapılan Yüzyüz derdini çok iyi anlatan çocuklara dayanışma ve örgütlenmenin önemini sezdiren şahane bir kitap.
Maksadım tüm hikayeleri size anlamak değil, zaten istesem de yapamam, Lionni kadar güzel anlatmayı. Diliyle resimleriyle o bu işi çok iyi yapıyor. Ben sadece sizi ve çocuklarımızı onunla tanıştırabilmeyi umuyorum. Çok şükür ki artık Lionni’nin pek çok kitabı Türkçe ’de bulunabiliyor. Tüm kitapları bir araya geldiğinde inanın ormanda on kaplan gücünde.
Leo Lionni dünyaca ünlü bir illüstratör ve çocuk kitapları yazarı. Kitapları son derece yalın aynı zamanda yaratıcı ve akıl dolu. Kitapların illüstrasyonları ise genellikle çocuklarda çizme ve yapma isteği uyandıracak denli kolaymış gibi görünen kolajlar ve baskılar. Azın ve basitin çokluğunu ve zenginliğini ispatlar gibi. Nitelikli çocuk kitaplarında aradığımız tüm özellikleri taşıyan her yaştan okura zevk veren ve düşündüren bu kitaplar tek başına, vermemiz gereken mücadelenin başlangıç noktası gibi aydınlık pırıl pırıl ve umut dolu. Elma Çocuk yayınevi son derece özenli bir çalışmayla ve Kemal Atakay’ın titiz çevirileriyle Lionni kitaplarını Türkçe olarak basmış ve uygun sayılabilecek fiyatlarla bulunabiliyor.
Yiyeceğimizin giderek azaldığı, pahalandığı, kışın bitmek bilmediği (her iki anlamıyla da) şu günlerde çocuklarımızın yeterli ve dengeli beslenememesi en büyük sorunlarımızdan biri. Çocuklarımız, gençlerimiz fakir ve aç. Aileler çocuklarını okula aç gönderiyor. Yeterli beslenemeyen çocukların hem fiziksel hem de zihinsel gelişimleri geri döndürülemeyecek şekilde zarar görüyor. Bu yetmezmiş gibi Yeni Türkiye’de birey olmak, kendin olmak giderek zorlaşıyor. Birey olmayı geçtim artık vatandaş değil tebaa olmamız istenen bu ülkede çocukların karnını doyurmak kadar önemli kendi olmanın değerini anlamalarını sağlamak. Belki de gelecekte karnımızı doyurabilmenin önkoşulu kimseye yaslanmadan kimsenin parçası olmadan eşit ve farklı bireyler olabilmek. Ama yeri geldiğinde dayanışmak ve örgütlenmek.
Zor zamanlar yaşıyoruz ve tüm bu yaşadıklarımızla bu incelikten yoksun, sanattan giderek uzaklaşan hayat bizi daha da çok içine çekiyor. Sohbetlerimizde artık ne bir kitap ne bir filmden söz ediyoruz. Varsa yoksa ekonomi, baskı zulüm ve gözümüze sokularak yapılan vandal bir talan. Karnı aç çocuğa insana ne söylesen ne anlatsan olmuyor. Baskıyla ezilen kimlikler birey olabilmekten giderek uzaklaşıyor. Hukukun da demokrasinin de olmadığı bir memlekette sanattan ve kitaplardan konuşmak lüksmüş gibi görünmeye başlıyor. Oysa Frederick bize gösteriyor ki tam da bu anda sanata ihtiyacımız var. Pezzettino diyor ki, önce kendini bil. Yüzyüz nasıl örgütleneceğimizin modelini önümüze koyuyor. O yüzden de bıkmadan inatla kitaplardan filmlerden, müzikten, tiyatrodan bahsetmemiz gerekiyor. (Kendimi yazı yazma konusunda motive etmeye çalışıyorum.)
Daha iyi bir dünya ve güzel bir Türkiye için yapmamız gereken çok şey var. Yapılacakları bilmenin ve fakat elinin kolunun bağlı olduğunu hissetmenin öfkesini uzun soluklu sabır ve kararlılık gerektiren bir yere yönlendirmek iyi bir fikir olabilir gibi geliyor bana. İşe yeni gelen nesli heba etmekten vazgeçerek başlayabiliriz. Onun için de çocuklarımızı iyi çocuk kitaplarıyla buluşturabiliriz. Bir kilo domates fiyatına bir çocuk kitabı hala ucuz sayılabilir, ayrıca bozulma ya da tükenme derdi de yok.
Bugün gelecekteki güzel günler ve Türkiye için ne yaptın?
Benim önerim çocuğunuz ya da kendiniz için bir Lionni kitabı almanız. Mücadele için iyi bir başlangıç olabilir.