F. Nesrin Karadağ
MEMLEKETİN AHVALİNE KAFA YORANLARA 3 FİLM ÖNERİSİ; OKUL TIRAŞI, İKİ ŞAFAK ARASINDA, ÇATLAK
Biz niye bu haldeyiz?
Anket şirketleri ülkemizin en büyük problemi nedir gibi sorular soruyor katılımcılarına. Sonra da bize sonuçları açıklıyor; bu ara malum en büyük dert ekonomi diye çıkıyor sonuçlar. Sonra bazılarımız onun da asıl nedeni adaletsizlik diyoruz ve tabi neoliberal kapitalizm. Sonra bazılarımız da buna eğitimi ekliyoruz ve liste uzayıp giderken asıl sorunumuzun samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük olduğunu suratımıza çarpıveriyor Türkiye’nin genç sinema yönetmenleri.
Memleketin derdi neyse sinema perdesine de o yansıyor. Sinemacılar bize önce yaralarımızı gösterip, sonra onları deşip ve belki temizleyip bizi iyileştirmeye çalışıyor. Sanat işlevini yine bir doktor titizliği ile yerine getiriyor. Ama bu kez hiçbirinde katartik bir etki yok, çünkü sinemadan sağalmışlık hissiyle çıkmanız aslında sizi daha çok hasta ediyor. Gerçekte iyileşmenin ilk adımı hastalığı kabul etmek ve onunla yüzleşmek. Genç yönetmenler belki de haklı öfkelerini sizin boğazınızda bir yumruya dönüştürerek aslında hepimize hep bir ağızdan soruyor ve sorduruyorlar; biz niye bu haldeyiz?
Derdimizi son yirmi yılla sınırlı tutmak, her ne kadar bugün bahsedeceğimiz filmler yakın zamanın dertlerini anlatıyor gibi görünse de doğru olmaz. Yani belki doğru olur da eksik kalır. Dertlerimizin kökleri aslında oldukça derinde. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile başlatanlar var, büyük oranda da haklılar. Ama bana öyle geliyor ki 50’lerin Türkiye’sine kadar gider bu iş, belki de daha eskiye. Belki de kumaşımız bozuk diyeceğim ama dilimde varmıyor doğrusu, pek çok güzel insana haksızlık olur diye.
Sanatın özü derdi iyiyle kötü arasındaki çatışmadır. Masum olanla kirlenmişin, ahlaklı olanla olmayanın sonsuz mücadelesidir en nihayetinde anlatılmak istenen. Mutlak iyi ve mutlak kötü yoksa da her şey ve hepsi içimizde olsa da güzeli arayışımız bitmez.
İster 50lerden başlatın, ister 80 darbesinden isterseniz de son yirmi yıllık dönemimizden. Temel sorunumuz olan ikiyüzlülüğün kendi içinde pek çok yüzü var. Ayrımcılık, ötekileştirme, adaletsizlik, şark kurnazlığı, yaratılanı sevme biçimimiz…Sizin de fark ettiğiniz gibi hepsi ikiyüzlülüğün, kendine yontmanın farklı veçheleri.
Şimdi bahsedeceğimiz filmler aslında bize tarihsel bir perspektif sunmuyor ama ayrımcılığımızı, ikiyüzlülüğümüzü ve kendine yontuşumuzu farklı farklı hikayeler ve coğrafyalarda sorguluyor ve hep mi böyle dedirtiyor.
Okul Tıraşı
Bu cuma günü nihayet gösterime giren 2021 Altın portakal ödüllü, Ferit Karahan’ın yönettiği “Okul Tıraşı” ilk önerimiz. Film kendisi de yatılı bir okulda okumuş olan yönetmenin eşi Gülistan Acet’le beraber yazdığı senaryoyu beyaz perdeye taşıyor. Öncelikle film öylesine sahici ve içerden anlatılmış ki: yönetmenin bu deneyimi yakından bildiğini seziyorsunuz.
Karlı bir kış gününde, karın ve dahi insan soğuğunun her anına yansıdığı, buz gibi betonun şefkatsiz çıplaklığını hissettiğiniz bir atmosfer karşılıyor sizi. Doğuda bir yerde olduğunuzu kocaman güzel gözlü oğlan çocuklarına bakarak bile hemen anlıyorsunuz. Zaten film öyle geniş açılarla nerede olduğunuzu göstermiyor. Aksine yakın çekimlerle Yusuf’un gözlerine bakarak hem nerede olduğunuzu hem de yakından bakmanız gerektiğini size hatırlatıyor. Keza buralara yeterince uzaksınız ve yakından bakmanız iyi olur. Yatılı okulda buz gibi soğukta mahremiyetleri ellerinden alınmış bir sürü oğlan çocuğu o soğukta titreyerek banyo yapıyor. Hemen daha açılışta içiniz ürperiyor. Öğretmenin öfkeli sesi soğuğu daha da katmerlendiriyor.
Banyonun ertesi günü hastalanan arkadaşının hastaneye götürülmesini isteyen Yusuf’un hikayesi öyle bir açılıyor ki hem bir suç gerilimine hem de memleketin çocuk demeden büyük demeden hepimizi nasıl öğüttüğünün vesikasına dönüşüyor. Yatılı bölge okulu denen şeyin aslında nasıl bir yalnızlık olduğunu tüm soğukluğu ile gösteriyor. Sadece çocuklar değil öğretmenlerin de bu çarkın dişlileri içinde aslında çaresiz kurbanlara dönüştüğünü onların geçmiş hikayelerini hiç bilmeden, onlara hak vermeden ve onları sevemeden ama çaresizliklerini ve teslim oluşlarını anlayarak öfke ile izliyorsunuz. Köpek yavruları bile anneleriyle beraberken daha ana kuzusu sayılacak çağda birbirine aile olan ve olamayan çocukların halleri içinize dokunuyor ve yine öfkeleniyorsunuz. Ana dilini konuşması öylesine bastırılmış ki annesine telefon ettiğinde onun konuşmalarını dinliyor ağlıyor ve ona hiçbir şey söyleyemiyor Yusuf. Annesinin ne dediğini Kürtçe bilmeseniz de anlıyorsunuz ama, çünkü duygunun dili, annenin dili her dilde aynı.
Abbas Kiyarüstemi’nin artık kült sayılabilecek filmi “Arkadaşımın Evi Nerede”nin naifliğinin yanına Asghar Farhadi filmlerinin sarsıcılığını ekleyin. Kim bilir belki coğrafyanın yakınlığından belki de dertlerin benzerliğinden Ferit Karahan’ın bu filmi İran sineması tadı bırakıyor ağzınızda. Yönetmen bu benzetmeden hoşlanır mı bilmiyorum ama bir İran sineması sever olarak benim hiç şikâyetim yok bu benzerlikten. Filmin sizi içine alan atmosferi, sade güzelliği, gerçekliği, oynamıyormuş gibi oyunculukları gerçekten övgüye değer. Sanki oradan geçerken olan bitene kamera doğrultulmuş duygusuyla izliyorsunuz filmi. Tüm dünyada ilgi uyandıran İran filmleri kadar etkileyici hikayesi ile film sizi, bu karlı günlerde soğuk ve duvar gibi bir Türkiye gerçeğine götürüyor.
Yusuf’un gözlerindeki korku, öfke ve çekingenlik karışımı o duyguyu içinizde hissedin. En hafif tabirle ayrımcılığın, sevgisizliğin ve iki yüzlülüğün karın beyazlığında, doğunun ötelenmişliğinde nasıl açığa çıktığını kendi gözlerinizle görün ve neden diye de sorun.
İki Şafak Arasında
Bu kez iç Egede (Uşak) bir tekstil fabrikasına ve fabrikanın sahibi aileye çeviriyoruz gözlerimizi. Ailenin babası işleri büyük oğluna devretmiş ve küçük oğul Kadir belli ki okulunu okumuş, İngilizce bilen, ailenin geleceğinin garantisi ve fabrikada abisine yardım ediyor. Baba ve ağabey çoktan kirlenmişler. Din sosuna bulanmış kapitalist hırslar onları çoktan ele geçirmiş. Abisi ve Kadir fabrikada online toplantıdayken bir iş kazası oluyor ve olaylar bundan sonra gelişiyor. Sonuna kadar geleneksel, ataerkinin vücut bulmuş hali olan aile, görüntüdeki olgunluğunu ve iyilik halini belki de bu ilk zorlukta rafa kaldırıyor. Kriz anında gerçek bütün çıplaklığı ile görünür hale geliyor. Ailenin geleceği olan Kadir ilk gözden çıkarılan oluyor. Kendi ikballeri için elindeki geleceği yakmaktan geri durmayanları görüyoruz ve maalesef bu da bize çok tanıdık geliyor.
Ailenin davranış biçimleri öylesine bildik ki hepimiz için, bir tek masumiyetin temsilcisi Kadir anlayamıyor olan biteni. Kirlenen beyaz gömleğinin yerine avukatın (Burada avukatı oynayan Erdem Şenocak’ın muhteşem oyunculuğuna da bir selam vermek lazım.) kendisine verdiği siyah gömleği giydiği andan itibaren de biz artık onun kurban olduğunu anlıyoruz.
Emeğin ve emekçinin kapitalist düzende nasıl değersiz olduğu, ölümünün bile küçük bir detay gibi kaldığı Kadir’in uyanışı eşliğinde bize de bütün çıplaklığıyla gösteriliyor.
Selman Nacar’ın bu ilk uzun metrajlı filmi kendi memleketi olan Uşak’ta çekilmiş ilk film. Oyunculukları, hikayesi ve kurduğu dil ile izlemeye değer.
Çatlak
“Göçmen işçi olarak İngiltere'de çalışan Fatih, arkadaşı Ayhan'dan, Türkiye'deki ailesine göndermek üzere yüklü miktarda borç almıştır. Borç, Fatih'in Türkiye'ye dönmesinden sonra da ödenmeyince Türkiye'ye gelen Ayhan, Fatih'in ailesini ziyaret eder ve parasını ister.” Konu para olunca da aile kurumunun çürümüşlüğü, adaletsizliği, insan denen türün kendine yontuşu yavaş yavaş görünür hale gelir. Aile ve insan dediysem de siz içine mütedeyyinlik, Anadolululuk, biraz siyasal İslam, biraz zamanın ruhu ve bol miktarda ataerki koyun.
Film hiç sözünü sakınmadan Anadolu feraseti dediğimiz şeyin aslında nasıl altı boş, “kendine Müslüman” bir şey olduğunu, bunu en iyi açığa çıkaran para ve miras ilişkileri üzerinden gözler önüne seriyor. Dinin nasıl işe geldiği gibi yorumlanabilir, arkasına saklanılan kullanışlı bir aparat olduğunu açığa çıkarıyor. Borcun ödenmesi ya da bir yolunun bulunup ödenmemesine kafa yorulan geniş ailenin akşam yemeğinde tüm ilişkiler ve pislik açığa çıkıyor.
Fikret Reyhan filmin senaryosunu yazmış ve yönetmiş. Ve bu aileyi öyle iyi tanıyor ki ve siz de öyle iyi tanıyorsunuz ki bu kadar iyi yansıtılmasına hayranlık duyuyorsunuz. Filmi izlerken hem kızıyor hem de saklanmaya çalışılan şeyin bu kadar berrak görünür olmasına ve işteki ustalığa şapka çıkarıyorsunuz. Senaryodaki küçük detaylar ve oyunculuklardaki ustalıklarla bu kısacık yazıda değinebildiğimden çok daha fazlasını anlatıyor film.
Özellikle Çatlak ve İki Şafak Arasında filmlerinin Anadolulu mütedeyyin aile üzerinden anlatmaya çalıştığı şey aslında bin yıllardan süzülüp gelen, zamanın ruhuyla birleşip çamura dönen halimiz. Onlar mı siyasal İslam pragmatizmini yarattı, yoksa siyasal İslam mı onları bu hale getirdi doğrusu ayırt etmek güç. Ama kesin olan bir şey varsa; ikiyüzlülük ve her şeyi ölçüsüzce (ölçülü ve hakkaniyetli taklidi yaparak) kendine yontmak bu ülkenin başındaki en büyük bela.
Son bir öneri (dört film oldu farkındayım ama bahsetmeden geçemedim); 2020’de Altın Portakal en iyi film ödülünü alan Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler” filmini de kaçırdıysanız yeni gerçekçi Türkiye sineması bağlamında onu da izlemeniz bence çok iyi olabilir. Azra Deniz Okyay Hayaletlerde öyle bir Yeni Türkiye metaforu kurmuş ki; hiçbir alanı boş bırakmamış. Ayrıca kullandığı film dili de son derece özgün ve etkileyici. Bugünü anlamak için o da çok iyi bir seçenek olabilir.
Ezcümle; genç yönetmenlerimiz şu umudumuzun neredeyse artık dibini kazıdığımız günlerde bize bizi gösteren filmleriyle hepimize esaslı bir tokat aşk ediyor ve adeta “yeter artık kendimize gelelim” diyorlar. Öfkeliler ve çok gerçek bir yerden çok gerçek bir anlatımla bunu dışa vuruyorlar.
Filmleri belki daha uzun yazmak gerekirdi fakat ince düşünülmüş detayları ve metaforlarıyla kendilerini benden çok daha iyi anlatıyorlar. Zaten hepsini birden anlatmaya çalışmak hem yazıyı uzattı hem de bir sürü şey eksik kaldı. Neyse, yazıyı burada kesiyor filmleri izlemenizi şiddetle öneriyor ve tekrar hem kendime hem sizlere soruyorum; biz kimiz ve neden böyleyiz? Bunun cevabını ve ilacını bulduğumuzda belki bir şansımız olabilir.
Okul Tıraşı bu cuma (18 Mart 2022) vizyona girdi.
Çatlak, İki Şafak Arasında ve Hayaletler Mubide gösterimde