Lahana kadar baş, on kuruşa tıraş

Okuyanlar hatırlayacaklardır, geçen hafta saç kesiminin tarihsel arka planına ait yazdığım ilkyazımda Covid-19 yüzünden (sayesinde) çoğumuzun uzayan saçlarımıza kendi içimizde çözüm bulmaya çalıştığımızı ve belki de ilk kez aynı zaman diliminde milyonlarca insanın bu problemi yaşadığını söylemiştim.
İsterseniz önce kısa başlıklarla geçen hafta yazdığım önemli konuları anımsatayım. Saç kesiminin insana toplumsal açıdan kimlik katan bir unsur olduğunu, saçların kesilmesinin, uzatılmasının, örülmesinin, boyanmasının, bakımının yapılmasının ve takı-aksesuarla bezenmesinin her çağda, modanın devingen etkisi altında olduğunu belirtmiştim.
Tarihsel süreç içinde irdelediğinde, Antik Mısır’da erkeklerin saçlarını ve sakallarını kesmediklerini, fakat geç hanedanlık döneminde tıraşın yaygın olduğunu, saçları kazıtmanın “varlık” simgesi olduğunu belirtmiştim. Berberlerin altından yapılmış ve elmas parçalarıyla süslenmiş tıraş bıçakları kullandıklarını, firavunların ve yakınlarının berberleri hatta kişisel usturaları ile birlikte gömüldüklerini yazmıştım.


Masaai kabilesinde “erginleşme” saç kesim töreniyle başlıyor
Eski Yunan’da kadınların çiçeklerle, kurdelelerle saçlarını ördüklerini, saçlarını boyadıklarını, erkeklerin de parlak metal -taş parçaları ile saçlarını süslediklerini, zeytinyağı, aromatik kokular ve baharatlarla parlak görünmesini sağladıklarını, kraliyet ailesi üyelerinin başına serpilen altın tozunun statü olarak algılandığı, 11. yüzyıla kadar erkek saç-sakal tıraşının ustura ile yapıldığını, askerlerin başlarının tepesindeki saçları çok uzatarak düşmanları nezdinde korkutucu bir görüntüye sahip olmaya çalıştığını, saçların erotik görünebileceğini düşünen Katolik Kilisesinin, erkeklere eşlerinin saçlarını örtecek peçe giydirmeleri çağrısında bulunduğu önceki yazımda söylemiştim.
Konunun bir de Afrika tarafı var. Birbirinden çok farklı kabilelerle çok değişik geleneklerin bulunduğu büyük bir coğrafyada, saç kesimi ve stili konusunda binlerce yıldan bugüne kadar gelen birbirinden farklı geleneksel zenginlikler var. Hayvanlarının kanını toprak ile karıştırıp yaptıkları kırmızı çamur ile tüm vücutlarını ve saçlarını boyadıkları için toprak renkli insanlar olarak bilinen Masaai kabilesi gençleri, erginleşme törenine kadar uzattığı örgülü saçlarını belli bir yaşam sınavını geçmeleri sonrasında kabile içine “savaşçı” olarak kabul edilmelerinin onuruna törenle kesiyorlarmış. Saç kesimi, onu yetişkin birey olarak yaşamda belli bir yere koyduğu gibi, kabile içinde görev almasında, evlenmesinde ve bazı şeylere aday olabilmesinde ölçü oluyormuş. Bugün hala yaşayan ve yaşatılan bu gelenek, diğer ilginç yaşam biçimleriyle birlikte, Masaai Kabilesi insanlarının yaşadıkları yerlere olan turistik talebi yoğun kılıyor.
“Mangbetu Kabilesi” kadınları, günümüze dek sürdürdükleri geleneklerinde, koni biçiminde ördükleri sepeti başlarına geçirip, iğne şeklinde incelttikleri kemik parçalarını da sepetin arasından saçlarına tutturarak farklı stilde bir saç biçimine sahip oluyorlarmış. İnanışlarına göre, Sepetin içine hapsolan saçın uzunluğu sıkışmayı arttırdığı için görünümü güçlü gösteriyormuş. “Miango Kabilesi” kadınlarının da benzer bir saç örme şekilleri var. Tek farklılık saçları saran bezin hayvan kuyruğundan koparılmış kıllarla örülmesi ve yaş hayvan gübresi ile iyice karıştırılması. Bu yolla boyanan ve sertleşmiş saçların haşarat gibi Afrika hayatını olumsuz etkileyen bir tehlikeden uzak tuttuğuna inanılıyor. Etiyopya’da Omo Vadisinde yaşayan “Hamer ve Benna Kabilesi” kadınları saçlarına tereyağı sürerek biçim veriyorlar. Bu aynı zamanda onları uçucu haşerata karşı da koruyormuş.
Amerika’ya giden ilk göçmenler, yerli halkın saç şekillerin Afrika insanlarına benzediğini görmüşler
Tepede küçük bir tutam saçı kesmeyerek uzatan ve ören Kızılderililer, yaşamdaki sosyal statüleriyle birlikte bilge olma yolundaki mücadelelerini de simgesel olarak örgülerine ekliyorlarmış. Her bir örgü dilimi, kabile içindeki bilgelik durumunu, gücü, yaşı ve yaşamsal değer taşıyan tecrübelerini simgeliyormuş. İlk göçmenlerin yazdıklarına göre, Kızılderili kadınları saçları her daim karmaşıkmış ve boncuklarla süslüymüş; kafalarının arkasında bağlı olarak giysilerinin içine sokuyorlarmış. Kovboy filmlerinden alışkın olduğumuz şekliyle Kızılderililerin saç formu bugün de geleneksel tarzını koruyor, olmalı.
Rönesans’la birlikte kadınlar saçlarını açığa çıkarmaya başlamışlardır. Başlarını örtü, şapka, şal ile kapatmak yerine saçlarını farklı şekillerde tarayarak, çeşitli mücevherlerle bezeyerek süslemişler, aynı antik çağlarda olduğu gibi kadınların saç stilleri sosyal statülerini göstermede etkili olmuş.
Fransa Kralı XIII. Louis’nin saçlarının dökülmesi ile kelleşmeye başlaması, peruk kullanımını özendirmiş; saçsız kısımları örtmek amacıyla özenle hazırlanmış peruklar kullanılmaya başlanmış. Tarihi kayıtlarda perukacılığın 1673 yılında bir meslek olarak kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Yine aynı dönemde Kral XIII. Louis ve XIV. Louis dönemlerinde kullanımı yaygınlaşan ve aristokrasinin ve asaletin simgesi haline gelen peruklar Fransa başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde mahkemelerinin en değerli göstergesi olarak sayılmışlar.
1792-93’te İstanbul’da 1046 berber dükkânı
İtalyanca sakal anlamına gelen “barba kelimesinden türetilen ve saç - sakal kesimi yapan meslek sahiplerine söylenen “barbiere” kelimesi muhtemelen 16. yüzyıl başlarında Osmanlı Türkçesinde “berber” şeklinde kullanılmaya başlanmış. Osmanlı İstanbul’unda dükkân sahibi olan berberlerle, kalıcı bir yeri olmadan tıraş yapan “ayak” berberleri varmış. Hamamlarda hem tellaklık hem berberlik yapan hamam berberlerini burada saymak gerekiyor. Tüccarların ve zenginlerin tıraş edildiği yerler çok temiz ve güzelmiş ama rençper, amele gibi toplumun alt kesimlerine hitap eden saç kesim yerleri hakkında iyi şeyler yazılmıyor.
Üçüncü Selim’in hükümdarlığı sırasında, 1792 – 1793 yılları arasında kahvehanelerden sonra en çok iş yeri olan iş kolu 1046 dükkânla berberlermiş. Yeniçerilerin kaldırılmasıyla büyük ölçüde mağdur olan berber esnafı, tekrar iş yeri açabilmek için kargaşanın geçmesini beklemiş ve bu süre içinde bir anlamda yaşam mücadelesi vermiş.
Sultan II. Mahmud’un reformlarından sonra, sakalların kesilmeye başlanması ve Avrupa usulü saç tıraşının şehir yaşamına yerleşmeye başlamasıyla beraber berberlik mesleği de yeni bir döneme girmiş. Toplumun alt kesimi için bir şey değişti sayılmaz; onlar için kulaklarının üstüne çıkmaya başlayan saçlarını 1 numara makine ile kestirmekten başka seçenek zaten yokmuş. Ama İstanbul yaşamının orta ve üst kesimi, kendilerine yakışanı makul ölçüler arasında aramaya Sultan Abdülaziz ve sonrasında da aramaya devam etmiş.
Bu konu daha çok su kaldırır. Haftaya sizlere “peruk” konusunda derlediklerimi, saç-sakal-bıyık tıraşının siyasetle olan ilgisini, modanın insan hayatına önce tıraş yoluyla girdiğini ve güncel saç tıraşı yaşanmışlıklarını anlatacağım.
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Yalın Arşivi