Tayfun Atay
İslâm’da ırkçılık yok, öyle mi?
Bütün medeniyetlerde, Hint’den Çin’e, Yunan’dan Roma’ya, Eski Mısır’dan “Modern” Batı’ya ve elbette Hristiyanlıktan İslâm’a hepsinde “ırksal açıklama” da, bu açıklamanın güce-kuvvete, kudrete-iktidara dayalı eşitsiz türevi olan ırkçılık da vardır. Sosyal ırkçılık şeklinde olduğu gibi, düpedüz bir takım (deri rengi, baş şekli, vd.) doğal biyolojik özelliklerin yaratıcılık, çalışkanlık, bilgi, düşünce, zekâ gibi kültürel/değersel karakteristiklerle hemhal edildiği biyolojik ırkçılık olarak da bu mevcuttur. Konumuz İslamiyet olduğuna göre, buyursunlar, birkaç tarihsel örnekle söylediklerimizi temellendirmeye çalışalım!..
İki haftalık yazı perhizimize denk gelen, bu nedenle artık biraz geç olsa bile yine de üzerinde durmadan edemeyeceğim bir hadise var. İktidara yakın bir grup gazeteci tarafından Arapça-Türkçe ve “İslâm âlemine çağrı” başlığıyla yayınlanmış “ırkçılık-karşıtı” video bu…
Bazı Arap turistlere yönelik saldırıları hareket noktası yapan ama esas itibarıyla iktidarın göçmen-sığınmacı politikasına ilişkin toplumda yaygın kaygılara dayalı tepkilere bir “kontra atak” olarak da düşünülebilecek bu videoda öne çıkan başlıca iki vurgu var; birincisi, “Biz tek bir milletiz”, ikincisi de “İslam’da ırkçılık olmaz” şeklinde… İman edenlerin bir bütün olduğundan; bu bütünün “100 yıl önce olduğu gibi” bugün de nifak tohumlarıyla parçalanmaya çalışıldığından (“100 yıl önce” ile kastedilenin Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte hilafetin kaldırılması olduğunu belirtmeye gerek var mı?!); ve ırkçılığın bir hastalık olup İslâm’da yasaklandığından dem vurulan video, katılanların toplu halde “Biz tek bir milletiz” bildirimiyle son buluyor. Elbette altyazı bu şekilde “Tek bir milletiz” olsa da dudaklardan dökülenin “Tek bir ümmetiz” (“Ümmet-i Vahide”) olduğu da fark edilmekte. Bu doğrultuda videoda milletle kastedilenin aslında “Ümmet”, yani bir “siyasi ünite” olarak Müslümanlar topluluğu olduğunun altını çizenler oldu ki biz de buna dâhiliz (bkz. “Tayfun Atay’dan Arap dünyasına seslenenlere yanıt”, @Halktvkanali).
Aslında bırakın ümmeti, sadece “millet” vurgusunda bulunulsa da fark etmezdi, çünkü dudaklardan “Tek bir milletiz” lafzı dökülseydi de kastedilen yine “Müslüman milleti” olacaktı. Gayet iyi bilindiği üzere Arapça millet sözcüğünün aslî anlamı “din”dir ve bu toprakların tarihinde daha çok bu anlamda kullanılmıştır. Söz gelimi Selçuklu döneminde yaşamış (12. yüzyıl) meşhur İslâm âlimi/mütefekkiri Şehristanî’nin aynı şekilde meşhur eseri Dinler ve Mezhepler Tarihi’nin orijinal Arapça adı “El-Milel ve’n-Nihal”dir ve burada milletin çoğulu olan “milel”, dinler anlamında kullanılmaktadır.
Osmanlı’da da “milel-i erba’a” dendiğinde kastedilen dört “millet”, Müslümanlar, Yahudiler, (Ortodoks) Rumlar ve (Gregoryen) Ermenilerdir. Daha da öte, Müslümanlar için kullanılan “ayrıcalıklı” tabir “Millet-i Beyzâ”dır; yani apak, bembeyaz, berrak, temiz Müslüman milleti…
Bütün medeniyetler “Beyaz”lık taslar!
Şimdi burada asıl üzerinde durmak istediğim konuya, İslâm’da ırkçılığın olup olmadığı tartışmasına girebilme yolunda gayet elverişli bir noktada olduğum söylenebilir. Bir kere “milel-i erba’a”, yani dört din içinde Müslümanları “millet-i beyzâ” olarak ayırt ediyorsanız bu, 15.-16. yüzyıllardan itibaren sizin “taharetsiz” dediğiniz Avrupalı’nın kendisini apak “Beyaz” sayıp geriye kalanları “Sarı”ya ve “Siyah”a boyayarak kendisinden daha aşağıda konumlandırmasından pek de farklı olmayan, onunla aynı mahiyette, arada sadece derece farkı olduğu söylenebilecek bir durumdur. Bugünkü terminolojiyle, din temelinde sosyal ırkçılığın tipik örneği sayılabilecek bir durum yani…
Bütün medeniyetlerde, Hint’den Çin’e, Yunan’dan Roma’ya, Eski Mısır’dan “Modern” Batı’ya ve elbette Hristiyanlıktan İslâm’a hepsinde “ırksal açıklama” da, bu açıklamanın güce-kuvvete, kudrete-iktidara dayalı eşitsiz türevi olan ırkçılık da vardır. Sosyal ırkçılık şeklinde olduğu gibi, düpedüz bir takım (deri rengi, baş şekli, vd.) doğal biyolojik özelliklerin yaratıcılık, çalışkanlık, bilgi, düşünce, zekâ gibi kültürel/değersel karakteristiklerle hemhal edildiği biyolojik ırkçılık olarak da bu mevcuttur. Konumuz İslamiyet olduğuna göre, buyursunlar, birkaç tarihsel örnekle söylediklerimizi temellendirmeye çalışalım!..
“Orada maymuna yakın insanlar var ki…”
10.-11. yüzyıllarda yaşamış ve tarihten felsefeye, tıptan edebiyata kadar pek çok alanda eserleriyle İslâm düşünce tarihinde seçkin bir yere sahip İbn Miskeveyh, Türkçeye Tanrı-Nefs-Nübüvvet başlığıyla çevrilmiş El-Fevzü’l-Asğar adlı kitabında bakın bazı insanları nasıl tasnif ve tarif ediyor:
“Orada maymuna yakın insanlar vardır ki, bunlar yeryüzünün mamur yerlerinden uzaktaki Kuzey ve Güney bölgelerde yaşarlar; Zenciler ve benzerleri bu aşağı tabakadandırlar. Bunlarla zikrettiğimiz hayvanların en son mertebesi arasında, kendilerine faydalı ve zararlı şeyleri anlamada pek fazla fark yoktur. Ne de bilgi ve hikmeti alma kabiliyetleri vardır. Medenileşmedikleri için aşağı tabakada olmaya devam ederler. Bu yüzden medeni milletler onları hizmetlerinde kullanırlar.” 1
Bu değerlendirme ile 16. yüzyıldan başlayarak yeryüzü halklarını hizmetine koşmuş “Beyaz” Avrupalının sömürgecilik ekmeğine yağ süren sayılamayacak kadar çok sözde “bilimsel” ve de “dinsel” değerlendirme arasında bir fark var mı, hayır. İbn Miskeveyh başyapıtı sayılabilecek Tehzîbu’l Ahlâk (Ahlâkı Olgunlaştırma) içinde “İnsan Ufkunun Dereceleri”nden bahsederken de aynı minval üzere bakın neler yazıyor:
“Hayvan ufkunun sonuyla birleşen insan ufkunun ilk derecesinde, medeni dünya dışında kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan insanlar yer alır. Ye’cuc ve Me’cuc ülkesinden, Türklerin ötesindekilerle, zenciler ve onlara benzeyenler çok az bir üstünlükle maymunlardan ayrılan toplulukları meydana getirirler.”2
1735’te kendince ırk sınıflamaları yapan İsveçli botanikçi Linnaeus da “Afrikalı Siyah”ı ağırkanlı, duygusuz, anlık itkilerle yönetilen insanlar olarak betimliyordu.3 Görülüyor ki İbn Miskeveyh, Linnaeus’ı aratmadığı gibi “Zenci”nin maymundan çok az bir üstünlükle ayrıldığını işaret ederek kendisinden 700 küsur yıl sonra ahkam kesen İsveçliyi bile adeta solda sıfır bırakıyor!..
İbn Haldun’da ırkçı motifler
Ancak daha şaşırtıcı ve beklenmedik olan, Mukaddime adlı dev eserinde insan toplulukları arasındaki farkları doğal çevre (iklim-coğrafya) ve ekonomik geçim biçimleri temelinde açıklama becerisi ile hem sosyolojinin hem antropolojinin öncü ismi olarak kaydedilen İbn Haldun’da karşımıza çıkan ifadelerdir. Büyük bir dikkat ve titizlikle dünya toplumlarını sosyolojik-etnolojik kategorilere ayırmaya çabalamış 14. yüzyılın bu büyük İslâm bilgini ve düşünürü de anlaşılan o ki ırkçı motiflerle malûl tespitlerden kaçamamıştır. Buyursunlar:
“Bunların ötesinde güneyde [Nil’in/Sudan’ın güneyinde kalan bölgeler kastedilmekte] kayda değer bir umran [uygarlık] yoktur. Buralarda yaşayanlar insandan çok yabani hayvana yakındırlar. Çöllerde ve mağaralarda otururlar. Nice zaman olur ki, birbirlerini yerler, artık bunlar insan bile sayılmazlar.” 4
Biraz daha ileride İbn Haldun bu bahsi iyice açmakta ve detaylandırmakta (ama biz kısaltarak veriyoruz):
“Şimdi itidalden (ve normal hava şartlarından) uzak olan (ekvator civarındaki ve kutuplara yakın olan) iklim bölgelerine gelelim: Buralardaki ahali, tüm halleri itibariyle itidalden (ve normalden) pek uzaktır. Memleketlerindeki meyveler ve katık yaptıkları şeyler, oluşma bakımından yabanidir, itidalden inhirafe [sapmaya/yoldan çıkmaya] meyleder durumdadır; hayvan-ı nâtıktan çok hayvan-ı ucma (konuşan hayvandan konuşmayan hayvanların huylarına) yakındırlar. Konuşmayan hayvanlara yakın olmaları nispetinde insaniyetten uzaklaşmışlardır. Bunlar katında (semavî) din meçhuldür, aralarında ilim yoktur, tüm halleriyle insanların hallerinden uzak ve hayvanların hallerine yakındır.”5
İbn Haldun bu görüşlerini meşrulaştırma yolunda onları Allah kelamı ile de şöyle bağlıyor: “‘Ve (Allah) bilmediğimiz nice şeyler yaratır (Nahl, 10/8)”.6 Bu tutumun da 19. yüzyılda ırklar arası farklılıkların Tanrı’nın iradesinin görünümü olduğunu belirtip Tanrı’nın Amerika Yerlilerini (Kızılderililer) yavaş yavaş yok ederek ülkeyi daha iyi bir “ırk” olan Anglosaksonlara hazırladığını ileri süren ve böylece Beyaz istilasını dinen meşrulaştıran Protestan rahip Joshua Strong’da izlerini sürmemek mümkün mü?!.. 7
“Acem hayvanına yakın Türkler”
Son olarak 16. yüzyıl Osmanlı’sından, Ahlâk-ı Alâ’î adlı eseriyle dindar-muhafazakâr ve Türkçü-milliyetçi kalem erbabımızın baş tacı bir İslâm alimi Kınalızâde Ali Efendi’nin “Yüce Ahlâk”ı anlattığı bu eserinde aralarında “Türkler”in de olduğu bazı toplulukları nasıl tarif ettiğine bakalım:
“Cezire-i Tûlid’den ötede Kuhistan’da oturan Türkler vardır lâyik-i itidâli [ılımlı, dengeli, doğru-düzgün, ölçülü] insandan nasipsizdirler; anlayışları ve zekâları acem hayvanlarına yakındır; lügatleri ve sözleri acem hayvanlarının küçüklerininkine benzer. (…) Hind yarımadasının kenarındaki Java adaları ve Berberlerin bölgelerinde bulunan taifeler gibi, ki bunlar Nasnâs [maymun-insan arası] adamdırlar. Bunların insan nev’inden oldukları sabitse de aşağı durumda olanlardır.” 8
Heyhat bu da 17. yüzyılda ırkları “Avrupalılar”, “Uzakdoğulular”, “Siyahlar”, “Laponlar” ve diğer kategoriler halinde sınıflarken Laponları “alçak hayvanlar” şeklinde betimlemiş Fransız doktor ve gezgin François Bernier’i nasıl da müjdeliyor!9 Fark şu ki Fransız gezgin Laponları “alçak hayvanlar” diye tariflerken Osmanlı âlimi Türkleri “acem hayvanı”na yakın saymakta!..
Beni ırkçılığımla sev!
Bitirirken başta söylediğimizin altını tekrar çizelim: Bütün medeniyetler, İslâmiyet dâhil, kudret ve iktidarla yol alırken kendilerini merkeze koyan, tam insan sayan, “öteki” addettiklerini ise daha az insan hatta (yukarıda da kaydedildiği üzere) hayvana yakın sayan etnosantrik/ırkçı iddialarla malûldürler. Bu nedenle kendi medeniyetini “özcü” bir anlayış ve yaklaşımla sütten çıkmış ak kaşık kılmak hiç kimseyi kurtarmaz.
Dolayısıyla milletiniz Müslüman, medeniyetiniz İslâm mı, olsun tabii, gözünüz gibi sakının onları, sahip çıkın… Ama her şeyleriyle; ırkçı önyargıları, “İnsaniyet”e eşitsiz bakışları ve “Etrâk”a10 yönelik aşağılamalarıyla; yani günahlarıyla sevaplarıyla sahip çıkın!...
1 Akt. Mehmed Bayrakdar, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, İnsan Yayınları, 1987, s. 109-110.
2 İbn Miskeveyh, Ahlâkı Olgunlaştırma (Çev. A. Şener, C. Tunç, İ. Kayaoğlu), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983, s. 68-69.
3 Akt. Alâeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Bilim ve Sanat Yayınları, 1984, s. 14.
4 İbn Haldun, Mukaddime (Haz. Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları, 2017, 231.
5 İbn Haldun, s. 260-261.
6 İbn Haldun, aynı yer.
7 Şenel, s. 19
8 Akt. Bayrakdar, s. 144.
9 Akt. Şenel, s. 70.
10 Cümlenin akışını ve harmonisini bozmamak için burada veriyorum: “Etrâk”, Türk’ün çoğulu, yani Türkler demek.