‘İmam’ın dili ‘Devlet’i bağlar!

Melike Hatun Camii imamı Halil Konakçı, 1932’de kanunlaşan ve kendisinin “kasıtlı bir yanlış” üreterek “ezan yasağı” dediği Türkçe ezan uygulamasına veryansın ederken nereden konuşuyor?.. Elbette mevcut iktidar konfigürasyonunun içinden, onun bir parçası olarak konuşuyor. Peki, söz konusu iktidar konfigürasyonun en önemli, hatta hayati bileşeni ne?.. MHP ve Devlet Bahçeli… Ve son soru: Halil Konakçı’nın 1932’de yürürlüğe giren ezanın Türkçe okunmasına dair kanunu ve onu çıkaran siyasi iradeyi adeta tel’in edercesine söylediklerinin en çok rahatsız etmesi gereken kim?.. Cevap bir önceki cevapla aynı: MHP ve Devlet Bahçeli; yani iktidar ittifakının, yani “Cumhur”un dışı değil, içi!.. Buyrun, nedenini-nasılını tartışalım!..

Siyasi enerjisi itibarıyla olsa olsa bir Kadir Mısıroğlu-çömezi sayılabilecek Halil Konakçı’nın “Hatay”, “Araplık”, “Fransızlık”, “Türklük” ve “Türkçe Ezan” üzerine lakırdılarına seküler/ulusalcı kesimlerden büyük tepki geldi. Tabii memlekette seküler-dindar kutuplaşmasının beklendik bir sonucu olarak Konakçı’dan yana destek de sosyal medyada azımsanmayacak ölçüde kendini gösterdi. Bir tarafta “#HalilKonakçıTutuklansın” etiketinin altını dolduranlar, diğer tarafta “#HalilKonakçıYalnızDeğildir” etiketini TT yapmaya uğraşanlar… İşte size “Yüzyıllık Kutuplaşma”mızın en taze nişanesi!..

Oysa bu “ak” ve “kara” karşıtlığı içerisinde aslında “ara renkler”i temsil eden kişiler-kuruluşlar var ve bu karşıtlık onları görünmez kılıyor; bu görünmezlik içinde de vaziyeti idare ediyorlar.

Onlara “Çık dışarı oynayalım” kabilinden seslenerek, ne demek istediğimizi açalım!..

Konakçı aslında “Cumhur”a vurdu!

Melike Hatun Camii imamı Halil Konakçı, 1932’de kanunlaşan ve kendisinin “kasıtlı bir yanlış” üreterek “ezan yasağı” dediği Türkçe ezan uygulamasına veryansın ederken nereden konuşuyor?.. Elbette ülkede mevcut iktidar konfigürasyonunun içinden, onun bir parçası olarak konuşuyor.

Peki, söz konusu iktidar konfigürasyonun en önemli, hatta hayati bileşeni ne?.. MHP ve Devlet Bahçeli…

Ve son soru: Halil Konakçı’nın 1932’de yürürlüğe giren ezanın Türkçe okunmasına dair kanunu ve onu çıkaran siyasi iradeyi adeta tel’in edercesine söylediklerinin en çok rahatsız etmesi gereken kim?.. Cevap bir önceki cevapla aynı: MHP ve Devlet Bahçeli. Yani iktidar ittifakının, yani “Cumhur”un dışı değil, içi!..

Neden ve nasıl, tartışalım!..

“Gökalpizm”

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar mânasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudanın
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Bu dizeler, bir “din düşmanı Kemalist”in kaleminden çıkmadı. Onlar Türk milliyetçiliğinin büyük ismi, “Türkçülüğün Babası” ve elbette bu ülkede adı zikredildiğinde kendini Türkçü, ülkücü, MHP’li sayan herkesin, kuşkusuz Devlet Bahçeli’nin de esas duruşa geçebileceği; olmadı en azından kendine çeki düzen vereceği; hadi bundan da vazgeçtim ne adına ne mirasına ne de manevi şahsiyetine toz kondurulmasına müsaade edeceği bir isme, Ziya Gökalp’e ait…

Bu noktada Gökalp “Kemalist” değil mi peki diye soranlar olabilir mi acaba?!.. Olabilir sayalım ve değildir diyelim. Çünkü Atatürk Ziya Gökalp’in izinde yapmıştır ne yapmışsa; tıpkı onun 1918’de yazdığı Vatan şiirinin yukarıdaki ilk bendinde yer alan “Türkçe Kur’an/Türkçe ezan idealini 1920’lerden 30’lara hayata geçirmek gibi… Dolayısıyla bırakın Gökalp’in “Kemalist” olmasını, Atatürk’ün “Gökalpist” olduğunu söylemek belki daha doğrudur!..

Dinî Türkçülük

Sanırım muradımız anlaşıldı: Bugün Halil Konakçı ve onunla aynı kafada nicelerinin elbette Atatürk düşmanlığı ve nefretini zımnen işaret eder şekilde demediğini bırakmadığı Türkçe ezan uygulamasının kaynağı ve dayanağı Ziya Gökalp’tir. Daha doğrusu ezanın Türkçeleştirilmesi kararının aslında sadece bir parçasını oluşturduğu “dinde millileşme” programının, bir “Türk İslamı” var etme arayışının fikir babası Gökalp’tir. Bakın Türk milliyetçiliğinin, MHP ve ülkücü hareketin başucu kitabı Türkçülüğün Esasları’nın (1923) “Türkçülüğün Programı” başlıklı ikinci kısmının 5’inci bahsi olan “Dinî Türkçülük”te neler kaydediyor o:

“Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vâızların Türkçe olması demektir. İmamî Âzam hazretleri, hatta, namazdaki sûrelerin bile millî lisanda okunmasının caiz olduğunu beyan buyurmuşlardır. Çünkü, ibadetten alınacak vecd [coşku], ancak okunan duaların tamamiyle anlaşılmasına bağlıdır. (…) Türklerin namazdan aldıkları ulvi zevkin bir kısmı da yine ana diliyle inşad ve terennüm olunan [ahenklice şairane şarkı gibi söylenen] ilâhilerdir. (…) Türklerin en ziyade vecd aldıkları ve zevk duydukları bir ayin daha vardır ki, o da Mevlidî Şerif kıraatinden ibarettir. (…) O halde dinî hayatımız daha büyük bir vecd ve inşirah [ferahlık] vermek için, gerek -tilâvetler müstesna olmak üzere- Kur’anı Kerim’in ve gerek ibadetlerle ayinlerden sonra okunan bütün dualarla münâcaatların [yakarıların] ve hutbelerin Türkçe okunması lâzım gelir.” (1)

Türkiye'nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rifat Börekçi (1860-1941)

“Milli din” kurumu: Diyanet

Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyet’i kuranlar, “Gökalpçi” bir çizgide yukarıda sıralananların pek çoğunu hayata geçirdiler. İstanbul’da Saray’ın şeyhülislamları İstiklâl Savaşı’nı lanetleyip savaşanların katli vacip diye fetva verirlerken Millî Mücadele’yi hak ve helâl sayan fetvasıyla kurtuluşa büyük katkı vermiş Ankara Müftüsü Rifat Börekçi Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı olarak 1926’da halkın anlayabileceği bir Türkçe ile Kur’an’ın ve bütün hadislerin “salih” bir çevirisinin yapılacağını ilan etti. Aynı yıl Rifat Hoca, tam da Gökalp’in Türkçülüğün Esasları’nda önerdiği üzere hatiplere Türkçe hutbe örneklerini dağıtmanın yanı sıra Fatiha’dan başlayarak Kur’an sureleri ile hadis metinlerinin de Arapça ve Türkçe okunmasını tebliğ etti.(2)

Türkçe ezan uygulaması da bu sürecin tabii bir sonucudur ve yine Rifat Börekçi’nin Diyanet reisliğinde kılı kırk yaran bir özen, titizlik ve incelikle, dönemin en gözde hafızlarından oluşan bir heyet tarafından sürdürülen çalışmalarla gerçekleştirilmiştir. Üstelik sadece “Tanrı uludur, Tanrı uludur” diye başlayan ezan değil, Peygamber’e “salât ü selâm” da “milli politikaya uygun olmak üzere” Türkçeleştirilmiştir:

“Ey Tanrı’nın elçisi Muhammed, sâlat sana selâm sana/senin üzerine olsun rahmet ve selâmet…”(3)

“Meselenin mahiyeti, din değil dildir”

Bunlarda dine de yaratıcıya da Peygamber’e de hakaret yok, yüceltme-ululama vardır. Allah adı, “Gökalpçi motivasyon”la Orhun yazıtlarında geçen ve Anadolu’da yaşamakta olan Tanrı kelimesiyle değiştirilmiştir, o kadar. Bütün bunlar doğru mudur yanlış mıdır tartışması ise görelidir. Ezanı Arapça duymak, duyumsamak isteyen vatandaşın bu arzusuna da tabii ki din ve vicdan hürriyeti açısından bakmak ve olumlu yaklaşmak gerekir ki zaten 1950’de ezanın Arapça okunma yasağının kaldırılmasıyla yapılan da budur, ama dikkat! Halil Konakçı’nın “tezvir” ettiği gibi “ezan yasağı” değil, ezanı Arapça okuma yasağıdır söz konusu olan… Beş vakit ezan yasaklanmamış, Türkçe okunması kanunen yürürlüğe sokulmuştur.

Dolayısıyla hiç tartışılmayacak nokta, Cumhuriyet’i kuran “Millî” kadronun dinden çıkmak gibi bir amacının hiç mi hiç olmadığıdır. İstenen “dinde millileşme”dir, o kadar. Bu yüzdendir ki 1933’de Bursa’da Türkçe ezan karşıtı bir gösteri patlak verince şehre derhal intikal eden Mustafa Kemal, basına yaptığı açıklamada, “Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kati olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatına hâkim ve esas kalacaktır” demiştir.(4)

23 Nisan 1920-Meclis'in açılışı

İktidar dolambacı

Öyleyse neymiş, mesele “dinî” değil “millî” imiş!.. Ve 1933’de yukarıda sözleri söyleyen Atatürk’e “yolu açan” da aşağı yukarı 10 yıl önce en son Ankara’da bulunduğu sırada bir öğretmenler toplantısında kendisine yöneltilen “İslam yenileşebilir mi?” sorusuna cevaben “dinin millî şekilde canlandırılması, ayin ve merasimlerin, hutbenin ve ezanın Türkçeleştirilmesi” gerektiğini belirten Ziya Gökalp’tir.(5)

Aynı Gökalp, Atatürk’e, “Bizi bilgisizlikten ve hatalardan kurtar!.. Artık bize bilimsel ve kültürel amaçlar göster!... Her şey mümkündür, yeter ki sen iste ve emret!.. Türk’ü senin kadar anlayan başka kimse yoktur” diye seslenmektedir. (6)

Aynı Gökalp, bugün Devlet Bahçeli’nin başkanlık koltuğunda oturduğu siyasi hareketin fikrî banisidir.

Ve aynı Gökalp, Erdoğan’ın hanidir dilinden düşmeyen, damadı beyefendinin şirketi Baykar’ın ürettiği medarıiftihar en son İHA’ya da isim olan “Kızılelma” idealini 1913’te yazdığı şiirle bugünlere de en çok taşımış olan edebi şahsiyettir.

“Reis”in dilinde de damadın İHA’sının isminde de “Kızılelma” her göze-kulağa değdiğinde Ziya Gökalp’i yâd etmeden geçen eminim yoktur. Evet, “Kızılelma” deyince akla Gökalp gelir. Gökalp deyince akla Türkçülük, ülkücülük, milliyetçilik ve işte bir de Türkçe ezan gelir. Gel gelelim Türkçe ezan deyince şu ara akla bu uygulamaya ağzını açmış-gözünü yummuş verip veriştiren Halil Konakçı geliyor. Halil Konakçı deyince de akla iktidar, dolayısıyla “Cumhur”, berdevam Erdoğan ve nihayet Bahçeli geliyor!.. 

Aman Allah, bu ne “iktidar dolambacı” böyle diyebilirsiniz! Ama dikkat edin, hiç açık vermiyorlar ve Gökalp’in adı Türkçe ezanın fikir babası olarak hiç dolaşıma sokulmuyor. Bu hususta da doğrudan ya da dolaylı vur Atatürk’e vurabildiğince, ama Gökalp’e, milliyetçi-mukaddesatçı muhafazakârlığın bu “yumuşak karnı”na bir minik vurgu dahi yok!..

Vurgulayalım o zaman: Halil Konakçı’nın asıl muhatabı Devlet Bahçeli’dir. 

Söylediği sözler en çok Bahçeli’yi bağlar, bozar, ezer. 

Bize de böyle hariçten gazel okumak düşer!..     

1 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Varlık Yayınları, 1968, s. 158-159.
2 Gotthard Jäschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, Bilgi Yayınevi, 1972, s. 43-49.
3 Jäschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, s. 45-46.
4 Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-1940, Yapı Kredi Yayınları, 2005, s. 208.
5 Jäschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, s. 16.
6 Ziya Gökalp, “Yeni Hayat”tan akt. Jäschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, s. 22.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi