Burak Soyer
‘İçimde biriken öfkeyi artık tutamıyorum’
Şenay Lambaoğlu, son albümü ‘Hayat Defteri’nde progresif yönü ağır basan, türde sınır tanımayan bir yol haritası izliyor. Farklı kanalları sonun kadar zorlayan şarkılardan oluşan albümde Lambaoğlu’nun haykırışları kulaklarımızda büyük bir zevkle çınlıyor.
Şenay Lambaoğlu, Türkiye’nin en özel kadın vokallerinden biri. Müzikal kökleri lise korosuna kadar dayanıyor. 2000 yılında İlyas Mirasyev’in caz albüm kayıtlarında dahil olmasıyla beraber profesyonelliğe de adım atıyor. Ancak biz kendisini daha çok 2002’de kurulan Beck’s Big Band projesiyle tanıyoruz. 2009 yılında İstanbul Caz Festivali’nde katılmasıyla ismini daha geniş kitlelere yayıyor. 2012’de de ilk albüm ‘İçimde Aşk Var’ı çıkarıyor. Devamında 2014’te yayınlanan ‘Zarf Tümleci’, 2015’te ‘Başka Türlü Bir Şey’, 2018’de de ‘Rüyalarıma Gir’ albümleri geliyor. Şenay Lambaoğlu şimdi de son albümü ‘Hayat Defteri’yle karşımızda.
‘Hayat Defteri’ birbirinden farklı 8 şarkıdan oluşan bir albüm. Şenay Lambaoğlu’nun daha önceki çalışmalarında gördüğümüz ‘aynı çizgi üzerinde yürümeme’ haline ‘Hayat Defteri’nde de rastlıyoruz. Lambaoğlu bir caz vokalisti ancak şarkılarında bunu üzerine basa basa hissettirmiyor bize. Farklı yollara açılıyor. Deniyor ve yapıyor. Tamamı Şenay Lambaoğlu’na ait albümde öfke de var, isyan da, aşk da ihanet de. Ve maalesef cinayet de. ‘Eyvah’ şarkısı kadına şiddete değinen modern bir ağıt olarak adlandırılabilir. Sanatçı bu şarkıda içindeki öfke ve isyanı nefesi kesilene kadar haykırıyor. Gitar ve düzenlemelerde Hakan Kurşun, bas gitarda Eylem Pelit ve davulda Volkan Öktem gibi önemli isimlerin yer aldığı ‘Hayat Defteri’nin hikayesini Şenay Lambaoğlu’ndan dinledik.
‘Rüyalarıma Gir’in üzerinden 3 yıl geçti. Neler yaptınız bu arada?
Albümlerimin arasında genelde 2-3 yıllık bir boşluk olduğunu fark ediyorum. 2018 yılı koşulların da uygun olmasındandır belki çok verimli geçti. Projemi birçok konser ve festivalde çalabildim. Sonrasında ise pandemiyle birlikte eve kapandığımızda tekrar gitarı ele almamla yeni şarkılar peş peşe döküldü. ‘Müzik İyileştirir’, ‘Halim Ortada’ ve ‘Şehrin Orta Yerinde” şarkılarımı art arda yayınladım. Bu süre içinde de yeni bir sound arayışının peşine düştüm. Hakan Kurşun’la yeni albüm öncesinde yayınladığım tüm bu yeni şarkılar sanki ısınma turuydu.
Albümün künyesinde çok kaliteli isimler var. Nasıl bir araya geldiniz?
Çalıştığım tüm albümlerdeki müzisyenler çok kıymetlidir. Asla bir ayırım gözetemem. Eylem Pelit ilk albümünde de beraber çalıştığım çok değerli bir müzisyen arkadaşımdır mesela. Volkan Öktem de hiç beraber bir projede denk gelemesek de dost bildiğimdir. Salgın günlerinde bu albüm macerasına atıldığımda Hakan Kurşunun da rahat edeceği ve bu projeye katkısına inanacağı isimlerle yola çıkmak istedik.
‘Hayat Defteri’nin çıkış hikayesi de ilginç. Diğer müzisyenlerle hiçbir araya gelmemişsiniz. Biraz anlatır mısınız?
Bundan önceli albüm kayıtlarımda hep hücum kayıt yapmıştık. Var olan şartlar buna uygun olmayınca ve stüdyo kaydı konusunda çok profesyonel isimler söz konusu olunca herkes evinde albümü çaldı. ‘Hayat defteri’ni herkes kendi sığınağında çalıp söyledi.
Albümde her parçanın kendi hikayesi var gibi. Katılır mısınız buna?
Elbette. Albümü diğer çalışmalardan ayıran özellik hikayelerden oluşan bir bütünün parçaları olmaları. ‘Hayat Defteri’nde özlem, umut, öfke ve isyan var mesela.
Yine albümün geneline baktığımızda bir türe bağlı kalmadığınızı görüyoruz. Şarkılar progresif biçime açık olmuş. Sizin değişen vokalleriniz, gitar soloları… ‘Hayat Defteri’ için biraz daha ‘serbest’ bir çalışma olmuş diyebilir miyiz?
Müziği özgür ve tüm kaygılardan uzak ürettiğinizde daha yaratıcı ve farklı şeyler ortaya çıkıyor. Her albümde farklı bir yönümle tanışsın istiyorum dinleyenlerim. Yeni sesler, başka duygular, söylenmemiş her ne varsa dökülsün istiyorum ortaya. İçimde biriken öfkeyi artık tutamıyorum sanırım. Müzik güzellikleri anlatmanın dışında içimizdeki karanlık yüzü de göstermeli. Hayatta her şey var çünkü. Siyah ve beyaz hikayelerden oluşuyor bir ömür. Müzik türler arasında seyahat ettiğinde, başka şeylerle beslendiğinde daha renkleniyor ve çoğalıyor. Müziğimde Caz, pop, rock ve etnik tınıları kendime has bir tavırla eritmeye çalışıyorum diyebiliriz. Bu benim olmazsa olmazım. Yaptığımız müzik türler arasında sıkışıp kalmamalı.
Albümün en dikkat çekici şarkılarından biri ‘Eyvah’. Modern bir ağıt gibi olmuş. Şarkıda öldürülen kadınlar için ‘Unutursan yüreğin kurusun’ diyorsunuz ama öyle olmuyor pek. Birçok farklı sanat dalında bu konuya dikkat çekiliyor. Peki işe yaradığını düşünüyor musunuz?
İşe yaradığını düşünmüyorum fakat bir farkındalık yarattığı düşüncesindeyim. Uğradığı şiddete maruz kalan her kadın, her çocuk ve hayvan tam olarak iyileşmiyor sonrasında. Kırık bir cam parçası gibi yapıştırılsa da hayata o saflıkta o saydamlıkta bakamıyor. Toplumda aile yapısını ve anne babanın birbiriyle kurduğu ilişki bu noktada çok önemli. Çocuğu yetiştiren kadını ele almak gerekiyor öncelikle. Şiddeti onaylayan bir toplum ve yönetim biçimi olduğu sürece bireysel olarak sesimiz hep zayıf kalacak. Doğaya, insana ve hayvana sevgi çok küçük yaşlarda verilmeli. ‘Eğitim’ kelimesi şimdi çok klişe gelecek ama gerçek bu.
Son olarak; caz sizin ana damarınız. Türkiye’de cazın ‘entel müziği’ yaftasından kurtulduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır düşünmüyorum. Düşünmek de istemiyorum. Caz müziği ayrıca neden kurtulmak zorunda olsun ki böyle bir algı yapıştırıldıysa üzerine? Kendini sevdirmek, beğendirmek mecburiyetinde olmamalı müzik. Dünyada da durum çok farklı değil. Popüler müzikle kurulan ilişki nedeniyle oluşan hibrit projeler çok keyifli buluşmalara fırsat veriyor. Önyargılar yumuşuyor ve fakat yine de caz müziğinin rafine bir dinleyici kitlesine sahip olduğunu düşünüyorum. ‘Entel müziği’ olduğundan değil genel bir müzik zevki dışında bir şeyler arayanların; ya da başka müzikal yaklaşımlar peşinde olanların dayatılan onca müziğin içinde bir kaçabileceği bir alanı olmalı. Bırakın caz bize kalsın kafasındayım aslında samimi duygumu merak ediyorsanız.