Memetcan Demiray
Hatasız ilah olmaz!
60 yaşında aramızdan ayrılan Diego Armando Maradona'nın ardından ne "müthiş istatistikleri" konuşuldu, ne de kokain partileri ve çapkınlıkları... Çünkü "Altın Çocuk"tan geriye kalan en önemli şey, unutulmaya yüz tutan "futbol ruhu"ydu. Kısa şortların, yakasından kolye sarkan bol formaların, çatısı bile olmayan statların ve şık çalımların temsil ettiği bu ruh, "elini ödünç aldığı" Tanrı'sına şimdi gerçek manada kavuştu.
Günümüzde 90'ları methedenler ve hatta 80'leri özleyenlere iyice "deli" gözüyle bakılır oldu. Öyle ya, akıllı telefon ve "drone"ların çağında kasetlere, "walkman" ve tüplü televizyona hasret çekmek tam manasıyla "dinozorluk"tu!
Hele buzdolabına bile AKP sayesinde (!) kavuşmuş Türkiye'deyseniz, 2000'ler öncesi iptidai mi iptidai, sadece "faili meçhul"lerle anılması gereken, karanlık bir tabloydu!
"Zamanın ruhu", futbolda da benzer bir hafıza kaybını talep ediyordu bizden. Dijital kartlarla girilen son derece modern statlara, sayısız kamerayla yapılan canlı yayınlara kavuşmuştu seyirciler... Hangi oyuncunun kaç kilometre koştuğu "ısı haritaları"yla ekrana yansıtılıyor, video yardımcı hakem (VAR) sayesinde artık hakem hatalarına bile pay bırakılmıyordu! Endüstriyel futbol, "4K çözünürlük"lü "kusursuz bir oyun" vadederken "müşteri" dediğin daha ne istiyordu?
BİZ FÂNİLER İÇİN ÇOK BÜYÜKTÜ...
Hafta içi yitirdiğimiz Diego Armando Maradona'nın sarsıcı vedası, tam da bu sorunun cevabını verecekti. Zira Arjantinli efsane, lakabı "Altın Çocuk" olmasına rağmen günümüz standartlarına göre hayli "problemli" biriydi.
Villa Fiorito'nun suyu bile akmayan bir gecekondu mahallesinde başlayan Diego'nun hikâyesi, ilk başlarda birçok futbol yıldızınınkiyle benzerdi... Küçük yaşta keşfedilmiş, olağanüstü yeteneğiyle Boca Juniors'a transfer olmuş ve henüz 17 yaşını doldurmadan A milli takımda kendine yer bulmuştu. Hocası Cesar Luis Menotti, Diego için "Onun ayağıyla yaptıklarını biz ellerimizle başaramayız!" diyordu! Ve genç Diego için "peri masalı" böylece başlıyordu.
1982 Dünya Kupası'nın ardından Barcelona'ya transfer olan Arjantinli "cüce", 7,2 milyon avroluk bonservis bedeliyle tarihe geçecekti! Ama sakatlıklarla gölgelenen Barça'daki iki yıl, kendi tabiriyle "felaket"ti ve ardından "huzur bulmak için" kendisini çok isteyen Napoli'ye gidecekti.
O 'EL' 34 YILDIR UNUTULMADI
İtalya'daki 65 bin kişilik görkemli karşılama, Diego'nun "Maradona"ya dönüşeceği yılların habercisiydi. "Kuzey"in zengin kulüpleri tarafından "pislikler", "koleralılar" diye aşağılanan ve tarihinde herhangi bir başarı bulunmayan fakir Napolililer, genç Diego'yu bağrına basmıştı. Sonunda aradığı huzuru bulan Diego da kendisi gibi "sorunları olan" bu kente bağlanacak, iki "kusurlu"nun birlikteliğinden iki İtalya şampiyonluğu ve bir UEFA Kupası çıkacaktı!
Aynı dönem milli takımla 1986 Meksika Dünya Kupası'na katılan "Altın Çocuk", orada sadece futbol değil, dünya tarihinin ikonik figürlerinden biri halini alacaktı. Çeyrek finalde Arjantin'in rakibi İngiltere'ydi ve Diego, zora giren maçta tam 115 bin kişi artı üç hakemin gözleri önünde elle gol atacaktı! İngilizler tam manasıyla çıldırmıştı! Dört dakika sonra kaleci Shilton dahil tüm rakiplerini çalımlayan Diego, "yüzyılın golü" ile farkı ikiye çıkarıyordu. Böylece Arjantin'e önce final, sonra da Almanya'ya karşı 3-2'lik galibiyetle şampiyonluk yolu açılmıştı. Ama aradan geçen 34 yıl boyunca bu turnuva skorlarla değil, sansasyonel bir açıklamayla anılacaktı: Maradona "Tanrı'nın eli"yle gol atmıştı!
İTALYA 90: SONUN BAŞLANGICI
Benzersiz oyun zekâsı ve profesyonelliğiyle sahada devleşen Maradona'nın özel yaşamı ise hiç de "örnek bir sporcu"ya yakışmıyordu! Kokain sevdası ve mafyadan edindiği "dostlar"la gündem olan Maradona, ablasının arkadaşından gayrimeşru bir çocuk yaptığı iddiasıyla da sarsılacaktı. Üstelik "olgun bir erkek" gibi oğlunu kabullenip sahiplenmekten hayli uzaktı!
Zaten İtalya'da gördüğü aşırı ilgiden bunalmış, daha sakin bir lig aramaya çoktan başlamıştı. Antrenörü Fernando Signorini de "Diego kendine güvensiz bir çocuk. Oysa Maradona, futbol sektörü için ortaya çıkarılması gereken bir karakter" diyordu. Ve Diego, "kusursuz Maradona"yı sırtında taşımaktan usanmıştı.
Derken 1990 Dünya Kupası'nda Arjantin ile İtalya'nın eşleşmesi, Maradona için sonun başlangıcı olacaktı. Napoli'yi zirveye taşıdığı San Paolo Stadı'nda Arjantin'in penaltısını gole çeviren Maradona, "ekmeğini yediği" İtalya'nın elenmesinde pay sahibi oluyordu. "Mesih" ilan edildiği yerde artık kokain davalarıyla uğraşıyor, sonunda futboldan men ediliyordu. Şimdi on binlerin karşıladığı Napoli'den tek başına ayrılma zamanıydı.
140 KİLOLUK İLAH!..
Maradona'nın daha sonra İspanya'da kısa süren Sevilla dönemini ülkesinde Boca Juniors'la 97 yılındaki jübilesi izleyecekti. Emekli de olsa o, artık Pele ile birlikte "dünyanın en büyük futbolcusu" unvanını paylaşan, yaşayan bir efsaneydi. Hatta ünlü teknik direktör Carlos Alberto Parreira'ya göre "Hangisi daha iyi?" demek, "Van Gogh mu Monet mi?" sorusuna eş değerdi.
2000'li yıllarda 140 kiloya ulaşmış bir "Marattona" vardı karşımızda ama bunca sağlık sorunu ve bağımlılığa rağmen bir türlü genç yaşta ölüp (!) "gerçek bir kahraman" olamıyordu. Arjantin medyasına göre "adeta dokuz canlı"ydı!
Teknik direktörlüğü de deneyen Maradona, en ciddi tecrübesini 2010 Dünya Kupası'nda ülkesinin milli takımıyla yaşayacak ama çeyrek finalde Almanya'dan dört gol yiyerek hayal kırıklığı yaratacaktı. Bundan sonra Belarus'ta Dynamo Brest'in kulüp başkanı ve Dubai'de çeşitli kulüplerin çalıştırıcısı olarak futboldan kopmayacaktı. Ama yeni nesil onun Che Guevara dövmesine tutulacak, Fidel Castro ve Chavez gibi "çıkıntı" liderlerle dostluğuna tanık olacaktı. Ve bazen de tribünde kalın purosuyla arzıendam etmekte, ona buna "orta parmağını" göstermekteydi! Çünkü "falso", her daim Maradona'nın işiydi!
"SONUNDA TANRI'SINA KAVUŞTU!"
Bu hafta 60 yaşındayken aramızdan ayrılan Maradona'nın neden çok sevildiği de işte bu sözcükte gizliydi... Çünkü o, sadece sahadaki değil, özel hayatındaki "falso"larıyla da eşsizdi! Messi ve Ronaldo'ların "kusursuz istatistikleri"nden sıkılan insanlık için Maradona, günahı ve sevabıyla "saf yeteneğin" zirvesiydi.
O aynı zamanda rahatça girebildiğimiz çatısız statlara duyduğumuz özlem; kısa şortlar, forma yakasından sarkan kolyeler ve sahada özgürce koşturan gazeteciler demekti...
Ve endüstriyel futbol sahada gittikçe daha "robotik bedenler" talep ederken Maradona, 1,65'lik boyuyla "kusur"un ta kendisiydi!
Bunun içindir ki vefat haberiyle birlikte en büyük rakipleri bile taziyeler yayınlıyor, Maradona için dünyanın dört bir yanından gözyaşı dolu "tweet"ler yağıyordu. Tek çatlak ses İngiliz medyasından geliyor, elle atılan gole atfen "Sonunda Tanrı'sına kavuştu!" deniyordu!
Oysa bizzat Maradona, "Futbol bir aldatma oyunudur!" dememiş miydi? Yine öyle yaptı. Kimsenin beklemediği bir anda hayata son bir çalım attı ve gitti.