Ezgi Gizem Gülümser
Fatih Gülnar: Bir 30 sene daha isterim meslekte!
“37 Oyun Tekmili Birden: Döktür Bi Şekspir”de Shakespeare’in altı kadın karakterini canlandıran, meslekte otuz seneyi devirmiş Fatih Gülnar’la Radyatro’yu, “On Kişiydiler”i, Tiyatro Ak’la Kara’nın son oyunu “Döktür Bi Şekspir’i ve seslendirme oyunculuğunu konuştuk.
1995 senesinde Güner Sümer’in “Bozuk Düzen” oyununda oynamışsınız. Bugünden o zamana bakınca rejiye eklemek isteyeceğiniz bir şey olur mu?
Işık Toprak’ın rejisiydi, Adana Devlet Tiyatrosu’nda. Işık hoca gerçekçi tiyatrodan yanaydı. Güner Sümer de ülkemizdeki zorluklarla bir şeylere tutunmaya çalışan insanların hayatını objektif ve derin anlatan bir yazar... Işık Hoca da yazarın dediklerini ikinci plana atmayan bir yönetmendi. Şu an baktığımda da “bu böyle olmalıydı” diyebiliyorum. Yalnızca reji için değil; ışık, dekor ve dramaturjisiyle de. Hayatın içinde olan her şey dramatik olduğu için Işık Hoca trajedi ya da komedi diye ayırmazdı sahnede olanı… Oyunda öyle sahneler vardı ki, seyirci gülüyordu. Oyun sonunda izleyiciler adeta kalplerinde bir yumruyla ayrılıyorlardı salondan…
Tiyatroya nasıl başladınız?
1991 senesinde Adana Gösteri Sanatları Merkezi’nde başladım. Derken çocuk ve yetişkin oyunlar geldi. Usta çırak ilişkisini en iyi gördüğüm yıllardı. Konservatuarı kazanmadan bir sene önce de devlet tiyatrosunda bir deneyimim oldu. Devlet Tiyatrolarındaki ilk oyunum “Romeo ve Juliet”ti.
Tiyatrokare’de de bir deneyiminiz olmuş. Nasıl değerlendirirsiniz?
Tiyatrokare ile de iyi ki yolum kesişmiş. Adana Gösteri Sanatları Merkezi’nde bu işin mutfağında çalışarak başlamıştım; dekor kurarak, kostüm dikerek, afişleme yaparak... Tiyatrokare’de de dört yıl genel koordinatörlük yaptım. Oyunlarda oynayıp oyun yönettim. Özel tiyatro işletmeciliğini öğrendim. Her oyuncu kendi tiyatrosunu kurmak ister. Eğer bunu yaparsam bir gün, bunun tecrübesini edinmiş oldum.
Tiyatro Ak’la Kara ekibine nasıl katıldınız?
İstanbul Devlet Tiyatrosunda Elif Erdal ve Burak Karaman Ak’la Kara’da çalışıyorlardı, Sharlock Holmes’ü yöneteceklerdi, polisiye. Telefonum çaldı, bana teklif geldi 2012’de. Savaş Özdural ve Kerem Kobanbay ile çalışmaya bu oyunla başladım. Bu sene onuncu oyunumu bitirdim. Tiyatro hayatımda önemli bir yeri vardır Tiyatro Ak’la Kara’nın.
Peki “37 Oyun Tekmili Birden: Döktür Bi Şekspir”de kaç kadın karakter oynadınız? Oyuna nasıl hazırlandınız Ak’la Kara olarak?
Shakespeare’in tüm oyunları hafif kısaltılmış olarak çevrildi. Teksti Savaş çevirip uyarladı ve adapte etti. Üç adam sahnede bir şeyler yapıyor, Shakespeare gibi bir dehanın oyunlarıyla ilgili. Çok iyi masabaşı yaptık. Yazara hafif dokundurmalarla sahneledik. Bilmediğimiz yönlere de değiniyoruz. Mesela “Neden bir tane yazacakken on küsür tane komedya yazdın” diyoruz sahnede. Konservatuarda öğrendiklerimizi hatırlamak için de tekrar tekrar okuduk. Asla eskimeyen bir yazar, her okuduğunuzda size bir şeyler öğreten biri. Ayağımızı sağlam yere basalım dedik. Tabii ki otuz yedi oyunun komiğini çıkarıyoruz. Seyircilerin hepsi otuz yedi oyunu kısa da olsa görüyor. “Kral trajedileri şöyleymiş, komedileri böyleymiş” diyebiliyorlar oyun bittiğinde seyirciler. Rol dağılımı yapılırken bütün kadın rollerini ben oynadım. Altı Shakespeare kadınını kostüm ve peruklu bir şekilde canlandırıyorum.
Radyatro Show’u geçtiğimiz sezon izlemiştim. Oyunun en önemli özelliği ses efektlerini sahnede canlı icra etmenizdi. Peki oynayan sizler için nasıl bir deneyimdi?
Olağanüstü. Her oyuncunun değişik tarzları sahnelemesini isterim. Radyo tiyatrosu hâlâ, sahnede dekor önünde kostümlü ve ellerde tekstlerle okuyarak yapılan bir tarz. Sahne kenarında da efekt yapar insanlar... Dünya’da bir ilk olmamızın sebebi hem oynayıp hem de efektleri oyuncuların yaptığı tek ekibiz. Jules Verne’in “Seksen Günde Devr-i Alem”ini dört oyuncu olarak onlarca karakteri canlandırarak sahneledik. Ali Ören’i de danışman olarak olarak çağırdık provalarımıza. Materyallerden ses çıkarırken bize ipucu verdi, daha yumuşak ya da farklı açılarla ilgili. Oynaması o kadar zevkli ki!.. Oyun bitiyor diye üzülüyorduk. Bir pelerin ya da şapka ile bambaşka bir karaktere bürünüp elinizde demirlerle yeri geldi mi bir küvetle, bisiklet tekeriyle efekt yapıp bir yandan sesimizi değiştirip başka bir dünya yaratıyoruz. Nereye gideceğini bilmiyorduk ama güzel bir yere gitti. Bunun iki ve üçüncüsünü değişik metinlerle yapmayı düşünüyoruz pandemi bittiğinde.
Ak’la Kara yapımı “On Kişiydiler” için ne söylemek istersiniz? Oyun devam edecek mi?
Tiyatro Ak’la Kara’nın polisiye tarzının başka bir ayağı. Yazarın, tiyatro metnini de kendisinin yazdığı bir oyun bu. Burada da Wargrave karakterini Ediz Hun oynuyor. O role de çok yakıştı kendisi. On iyi oyuncunun bir araya geldiği bir iş çıkardık. Çok gerçekçi bir oyun. Gerçekçi bir dekor ve diğer teknik unsurları barındıran bir oyun. Benzetmeci oyunlarda oynamayı çok seviyorum. Oyunculuğun asıl tadına vardığımız bir oyun “On Kişiydiler”. İyi tepkiler de aldık. Bu sene tekrar oynamaya başladık, kısıtlamalardan sonra askıya almak zorunda kaldık. Umuyorum Nisan gibi yeniden oynamaya başlarız.
Meslekte 30 seneyi Türkiye’de devirmek nasıl bir his?
91’de Adana’da başladım. Adana Gösteri Sanatları Merkezi, Adana tiyatrosu için çok önemli. Oradan mezun olan herkes ya kendi tiyatrosunu kurdu ya da Adana Şehir ya da Devlet Tiyatrosu’na geçti. Adana’da şu anda kırk tane özel tiyatro var. Adana seyircisi de iyi bir seyirci. Benim için fırsattı o zaman Adana’da başlamak. On üç yaşındayken okul tiyatrosunun tadına varmıştım ve aileme dikte ettim Gösteri Sanatları Merkezi’ne girmek istediğimi. İyi ki girmişim. İşin mutfağını öğrendim. İyi günler oldu, gerilip küstüğümüz zamanlar oldu... Şu an dönüp baktığımda çok mutluyum. Devlet Tiyatrosu’nda başka bir tat aldım sonra o da yetmedi. Okulunu okudum, Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda dört sene eğitimimi aldım. Devlet Tiyatrosu hayatımın her döneminde vardı. Derken yirmi küsür senedir İstanbul’da özel tiyatrolardayım. Pandemi bittikten sonra yurt dışına gidip workshop’lara katılmak istiyorum. Otuz sene gözümü açıp kapayana kadar geçmiş. Bir otuz sene daha isterim meslekte.
Konservatuar eğitiminin bir oyuncuya faydası nedir?
Burada çok ince bir çizgi var; okullu ve alaylı olarak... İlle konservatuar okumak mı, hayır. Okumamak mı, hayır. Usta-çırak ilişkisi için usta var mı günümüzde? Örneğin Ferhan Şensoy bir ekoldür ve oradan yetişen oyuncular vardır. Ama şurada da oynadım, burada da oynadım diyorsanız ortada bir usta-çırak ilişkisi yok. Konservatuarlara bakarsak onların kalitesi de tartışılır. Nicelik olarak her şehirde var ama nitelik olarak yok.Yine de disiplin anlamında bir önemi var. Bu işi en yapamayacak gibi görünen öğrenci bile dört sene boyunca sabah kalkıp diksiyon ile güne başlayıp sonra ses- nefes egzersizleriyle devam edip oradan da oyunculuk dersleri ve dünya tiyatrosu, ses, makyaj, akrobasi çalıştıktan sonra taş olsa bile bir şeyler olur. Konservatuar yararlı bir şey. Eğitimin, tiyatro sanatının sonu yok. Oyunculuk metodu dediğimiz konu eksik ama. Stanislavski metodu diyoruz, Mayerhold yöntemi, Grotowski metodu ne denli öğretiliyor. David Mamet’in güzel bir sözü var: “Hiçbir tiyatro eğitmeni size şu şöyledir diyemez. Çünkü onların da kafalarında soru işareti var, gerçekten metod nedir diye. Nasıl oynayabileceğinizi hissediyorsunuz ama eğitmen olup bunu öğrenciye aktarmak zor ve tehlikeli.” Tiyatro eğitmeninin çok donanımlı olması lazım. En büyük eksikliğimiz donanımlı insan azlığı.
Seslendirme oyunculuğu da yapıyorsunuz. Asla seslendirmem diyeceğiniz bir iş var mıdır?
Yoktur. Niye olsun ki? Bir iş yapıyorsak neden “hayır” diyelim. Netflix’te “Altızlar” diye bir iş var. En son yaptığım işlerden biri altı kişiyi seslendirmekti. Kadın, zayıf, şişman, erkek, vb. karakterleri seslendirdim. Filmde tek kişi oynadığı için tek bir sanatçının seslendirmesini istediler. Hepsini mecburen kanal kanal aldık ve ortaya filme yakışır bir iş çıktı. Naif ve sert karakterler seslendiriyorsunuz peşpeşe. Seslendirme de oyunculuk işinde büyük bir parça bence. Çok zevkli bir iş.
Türkiye’de seslendirme işi nasıl? Hep söylenen şey, ülkemizin dublajda iyi olduğu yönünde.
Bunu ben de duyuyorum çok. Dublaj, ağıza duyguyu oturtmak. Bu işi iyi yapan yetenekli insanlar var. ben de yaklaşık on iki senedir yapıyorum bu işi. Örneğin Mazlum Kiper ne güzel anlatır belgeseli. Ses kalitesi, rengi de önemli. Çünkü duyusal bir iş. Bu işi nasıl yaptığınız da önemli. çünkü zamanla yarışıyoruz. Çok yetenekli insan var ama maddi anlamda karşılığı çok çok az Avrapa’ya göre.
Konservatuar okuyacaklara tavsiyeleriniz var mı?
Öncelikle kesin kararlılar mı okumak konusunda onu düşünsünler. Okurken deli gibi çalışacaklar, bunu kaldırabilirler mi? Sonrasında iş bulma konusu da var. bu meslek dünyanın en güzel mesleği ama maddi manevi zorluklarla karşılaşabilir gençler. Ülkemizin şartlarını da düşünerek bu işe girmeliler. İmkanları varsa belki başka ülkelere gidip eğitim alsınlar.