Serhat Güney
ENDİŞEYE MAHAL YOK, BELLEK MUTLAKA KONUŞACAKTIR
İyi niyetli olabilirler ama bugün muhalif medyada söylem üreten beyanatçıların çoğu acayip tedirginlikleri ve yersiz hırçınlıklarıyla son 20 yılda biçimlenen demir gibi belleğin üzerinde öyle büyük bir sürtünme yaratıyorlar ki toplumsal hafızayı zımpara gibi kazıyarak alttaki paslı tabakanın meydana çıkmasına zemin hazırlıyorlar. Oysa toplumun kararının arzu ettikleri gibi çıkması için amnezi tehdidini bertaraf etmek, yakın geçmişin hafızasını canlı tutmak zorundalar.
‘UZUN SÜRMÜŞ BİR GÜNÜN AKŞAMI’
Seçimin nihayet ufukta göründüğü veya adının konduğu şu günleri, Bilge Karasu romanının o şahane başlığına benzetebiliriz sanırım. ‘Uzun Sürmüş Bir Gün’ün akşamına eriştik sanki. Fakat gün o denli uzun, yorucu ve ağrılı geçti ki, ayaklarımızı uzatıp, rüzgarların kokusunu içimize çekerek dinlenebilecek miyiz orası henüz belli değil. Nitekim, upuzun süren bu kesitte kamusal söylemin taşlarını kuru gürültüyle ve boş boğazlıkla müsemma, baş ağrıtan gevezelikler döşedi. TV stüdyolarında yata kalka demeç tekelini ele geçirmiş bulunan beyanatçılar yarım akıllarıyla sığ yorumlar kasa kasa değişim için gün sayan ve sabır havzalarında büyüttükleri kararlarını açıklamak için sakince bekleyen kitleleri gerim gerim gerdiler. Şimdi, kendi bencil sabırsızlıklarıyla sürekli mızıklanıp duran yarı uzmanların vites yükselttikleri bir döneme giriyor olabiliriz. Siyasi angajman deliliğine kapılmış söylem baronlarının kazanma histerileriyle toplumsal iklime uyguladıkları yüksek basınç uzun sürmüş bir günün akşamında ayaklarını uzatıp dinlenebileceğini hayal eden toplumun umudunda derin kesikler açmakta. Günlük siyasi çekişmelerle kirlettikleri dilleri, siyaseti ne pahasına olursa olsun seçim kazanma oyunu olarak gören dar bakış açıları, doğru aday bulunursa birden zamanın bükülebileceğine inanan yanlış tarih algılarıyla, gazetecisinden akademisyenine, anketçisinden siyasal iletişimcisine tekmil yarı uzman beyanat erbabı özünde hiç tanımadıkları ve bilimsel manada incelemedikleri bir toplumun tutum ve davranışları, kanaatleri hakkında kendi arzuladıklarıyla, kendi toplum tahayyülleriyle örtüşen ‘akılsız’ tahminlerde bulunuyorlar. Muhalif kanatta konumlanmış toplum mühendislerinin aday tartışmaları içinde debelenip durmaları ve doğru aday takıntıları zihnen kirletilmiş söylem bataklıklarının ürettiği sinekler misali tepemizde dönenip duruyor ve belli bir tarih kesiti içinde biçimlenmiş toplumsal hafızanın kaybolmasına yol açabilecek kötü bakterileri üretiyor.
ARANAN TAM UZMANLIK BULUNAMIYOR
Her biri başka telden çalan tartışmalı anketler, nabza göre şerbet sokak röportajları, yandaş basın dilinin kanaat belirleme formülleri, trol manipülasyonları, sosyal medya trendleri, siyaset dedikoduları, yankı odalarında uçuşan ‘al gülüm ver gülüm’ düşünce balonları, kulis bilmeceleri… Bugün yarı uzmanların ‘akılsız’ tahminleri maalesef bu eklektik, bütünlükten yoksun, dağınık ve derin anlam kayıplarıyla malul veri öbeklerinden besleniyor. Konuşan toplum diye bize yutturulan boş konuşan toplumdan başka bir şey değil tabii ki. Ne acıdır ki, memleketin mürekkep yalamışları işte bu kakofoniden sağlıklı çıkarımlar yapmaya çalışıyorlar şimdi. Toplumun kahir ekseriyetinin dağ gibi dertleri omuzlamış, fakat gene metanetle, sabırlı ve sessiz, büyük bir yaşam mücadelesi içinde biteviye devinmekte olduğunu görmezden gelen, bunun manası üzerine kafa yormaktan imtina eden kamusal söylem kurucuları seçmenlerin kararlarının nasıl şekilleneceğine indirgedikleri yarım uzmanlıklarıyla herkesi yeteri kadar yanılttılar. Oysa ki sessiz kitlelerin niyetlerini okumak hiç de kolay değildir, çünkü kitleler dilleriyle değil hafızalarıyla konuşurlar. Özellikle de bizimki gibi içe dönük, sabırlı, acıya dayanaklı, derdinden yakınmayı ayıp bilen bir toplumun nasıl hareket edeceğini, tarihin akışını hangi yöne doğru bükeceğini kestirebilmek eni konu iç görü ve tam uzmanlık gerektirir.
YALNIZLIK DOLAMBACI
Yalnızlık Dolambacı adlı unutulmaz eserinde Octavio Paz kendi halkı için şöyle bir tespitte bulunur: “Genç yaşlı, (safkan veya melez), general, emekçi veya avukat olsun, Meksika insanı dış dünyaya kapalıdır. Gülen yüzü aslında bir maskedir, hem çekici hem de itici olabilen o acımasız yalnızlığında suskunluğu ve sözcükleri, eğitimi ve nefreti, mizah ya da eleştirici gücü ve teslim olmaya yatkınlığı onun savunma burçlarıdır.” Paz’ın bu unutulmaz ‘tam uzmanlık’ eserini okudukça yazarın kendi halkı için yaptığı tespitlerin çoğunun memleketimiz insanının sosyal psikolojik yapısını yansıtmaya ne denli yakın olduğunu fark edip şaşırmamak elde değildir. İşte bir topluma nasıl bakılacağını, şairinin zengin iç dünyasından süzülüp gelmiş edebi bir sosyal antropoloji metniyle karşılaşınca anlayabilirsiniz ancak. Mesela, Yaşar Kemal gibi gerçek uzmanların ‘Bu Diyar Baştan Başa’sını okuyunca görürsünüz insan nedir, tarih nedir, karar nedir; dert, keder, hayat nedir ancak o vakit farkına varırsınız.
SABIR GÜÇLÜ BİR ANTİKORDUR
Halkımızın gerçek niyetini TV tellallarından, sosyal medya trollerinden öğrenecek değiliz. Mezhep takıntısıyla zehirlenmiş muhalif gazetecisi, anketi toplum biliminin tanrısı sanan siyaset bilimcisi, umudun peşinden koşanı romantik solcu diye yaftalayan PhD’lisi, ona sokakta tepki var diye buyuran zıpçıktı siyasetçisi, kendi beğendiği adamı tek kurtarıcı ilan eden akademiden devşirme TV yorumcusu, hepsi birden ele ele vermişler bütün hırçınlıklarıyla toplumun hissiyatına don biçmeye kalkıyorlar. İktidardan bir an önce kurtulma isteklerini öylesine fütursuzca ve amiyane biçimde dışa vuruyorlar ki, keskin sirke küpüne zarar misali, son 20 yılda büyüye büyüye gelen toplumsal muhalefete ve bunun üzerinde yükseldiği belleğe en büyük zararı vermekte olduklarını göremiyorlar. Çünkü özünde, bu toplumun nereden gelip nereye gittiğine dair uzman fikirlere sahip değiller. Bu halk, zaman her şeyin ilacıdır kalenderliğiyle, dertlerinden kurtulmak için doğru zamanın beklenmesi gerektiğine inanmaktan başka çare bilmeyen pusatsız, dulsasız, üryan bir yaşam gerçeğinden gelir. Bizim hayatla cebelleşme kültürümüzün ana arterini sabrın sonu selamettir anlayışı şekillendirmiştir. Bununla birlikte, kendi suskunluğunun pençesi altında debelenen, sabrının cezasını çeken bir toplum resmi çizmek isteyenler de yanılırlar. Nitekim sabır aslında güçlü bir antikordur ve kolektif bir toplumsal bilinçaltı oluşturur. Sabır bir toplumun kendi içinde sessizce irtibat kurmasını sağlar, niyetlerin ustaca gizlendiği bir iletişim mekanizmasıdır o. Toplumun nereye gideceğine de günün sonunda işte bu sabır havzasında şekillenen bellek karar verecektir.
AMNEZİ TEHLİKESİ
Bizi bugün yaşadığımız açmazlara, savrulmalara taşıyan hafızanın üstüne yeni yeni katmanlar eklendi son 20 sene içinde. Bu yeni hafıza tabakaları 80’lerin, 90’ların travmalarını bütünüyle silip atmış olmasa da onların üstünü kalın biçimde örttü. Toplumun üstünden kumpaslar, nice haksızlıklar, hukuksuzluklar geçti; iş cinayetleri, linçler, istismarlar, tecavüzler geçti. Doğal çevreyi harap eden rantçı saldırının bedellerini yangınlarla, sellerle, kuraklıkla ödedik, şehirlerimiz betona ve inşaat demirine teslim oldu. Eğitim sistemimiz çöktü, ilaçsız, doktorsuz kaldık, gençlerimizin hayallerini çaldık, yoksulluğun orta sınıfın burçlarına kadar yuttuğu derin bir ekonomik krize saplandık. Yolsuzluk aldı başını gitti, israf çoğaldı, görgüsüzlük arttı, adam kayırmacılık sıradanlaştı, üniversitelerimiz vasata teslim oldu, demografimizin kıyılarını kontrolsüz göç dalgalarına dövdürdük. İyi niyetli olabilirler ama bugün muhalif medyada söylem üreten beyanatçıların çoğu acayip tedirginlikleri ve yersiz hırçınlıklarıyla bu demir gibi belleğin üzerinde öyle büyük bir sürtünme yaratıyorlar ki son 20 yılın hafızasını zımpara gibi kazıyarak alttaki paslı tabakanın meydana çıkmasına yol açıyorlar. Farkındalar veya değiller, particilik oyununun meraklı seyircilerine dönüşmüş durumdalar. Günlük siyasetin dümen suyunda, aday tartışmalarıyla milleti oyalayarak bellek kaybına zemin oluşturabilecek ortamı hazırlıyorlar. Siyasal iktidar seçime tutunmak için son 20 yılda oluşan bu belleği silmek, topluma amnezi yaşatmak zorunda. Muhalefetse seçimden başarıyla çıkmak için hafızayı canlı tutmanın bir yolunu bulmak durumunda. İktidar değişimi, yakın geçmişin unutulmasını engellemekten geçiyor, yakın geçmiş hafızasını diri tutmak bu seçimin anahtarı olacaktır. Kendini muhalif sayan söylem erbabı toplumun sessizliğine iyi bakmalı ve öfkesini, kaygılarını gizlemeyi bilmeli. Kendi huysuzluklarını topluma enjekte etmek suretiyle hafızayı bulanıklaştırmakta olduklarını görmek zorundalar. Endişeye mahal yok, doğrusu sabırlı olup umuda yatırım yapmaktır; yeri ve zamanı geldiğinde bellek muhakkak konuşacaktır.