Emre Tansu Keten
Dinin üzerinde tepinenler
Kılıçarslan’ın yazısında karşımıza çıkan söylem de dezavantajlı bir kesimin, maruz kaldığı densizliklere, hoyratlıklara, hakaretlere karşı haklı bir tepkisine karşılık gelmiyor kesinlikle. İntikamcı bir güç istenci olarak mağduriyet söylemi, bir yandan mütedeyyin insanların karşısına bir hedef diker, Fransa’dan, Naci Görür’e kadar geniş bir kesimi İslam’a hakaret edenler cephesinde bir araya getirir, böylece kendi kitlesini en geri duygularından birbirine bağlarken; diğer yandan da iktidarın dinbaz siyasetine katılmayan herkesi susturmayı amaçlamaktadır.
Dinbazların “inanca saygı” söylemi herhangi etik bir temele yaslanmaz. Tam aksine tahakkümcü bir had bildirme mekanizması olarak işler. Onlar için saygı duyulması gereken tek inanç kendi inançlarıdır. O nedenle sabah akşam kendilerinden olmayan herkesin siyasi görüşüyle, yaşam tarzıyla, her türlü inancıyla en pespaye şekilde dalga geçebilirler. Hatta bu saldırılarına verilen en makul karşılıklardan bile kendi inançlarına saygısızlık çıkartmayı becerirler.
114 insanımızı kaybettiğimiz depremin ardından, Prof. Dr. Naci Görür çıktığı bir televizyon programında “deprem, ne yapalım Allah’tan geldi diyebileceğimiz bir şey değil” diyerek, on binlerce insanın ölümünü beklemenin saçmalığına isyan ediyordu. Görür’ün buradaki vurgusu, art niyetli olmayan herkesin kolayca anlayabileceği gibi, depremin değil tedbirsizliğin öldürdüğüne, bunun bilinmesine rağmen insanların hayatlarını kurtarmak için hiçbir şey yapılmamasınaydı. Yıllarca toplanan deprem vergileri, AKP’nin kendi siyasi ve ekonomik menfaatleri uğruna sağa sola harcanırken, on binlerce insanın kendi ölümlerini beklediği gerçeği, iktidarın siyasi kurgusu tarafından hasır altı ediliyordu.
Enkaz altındaki insanları kurtarma çalışmalarının devam ettiği günlerde iktidar yöneticileri ve kalemleri, öncelikle bu olayın siyasi bir mesele olarak ele alınmaması, bu olmadıysa suçun CHP’li belediyenin üstüne yıkılması için insanı çileden çıkartan açıklamalar yapıyor, yazılar yazıyordu. AKP, bu tip durumlarda kullandığı ilk kart olan dini, yine sahaya sürdü. Diyanet İşleri Başkanı “deprem kıyametin bir alıştırmasıdır” derken, havuz medyası, İHH’nın arama kurtarma ekiplerini kahramanlaştırma peşindeydi. Küçük Ayda’nın kurtarıldığı anda ortalığı tekbir sesleriyle inleten İHH’cılar, AKP’nin olağanüstü durumlara özgü ideolojik müdahale tarzının bir nesnesi olarak iş gördüler. AKP, yöneticileri ve medyasıyla, merkezi hükümetin, yani kendilerinin, doğrudan sorumlu olduğu ihlalleri, “kader” örtüsüyle sarmaladı.
Burada en tepki çeken yazılardan birisini Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan yazdı. Büründüğü entelektüel gömleğin kendisine sağladığı avantajla yazdığı provokatif yazılarıyla bilinen Kılıçarslan’ın yeni hedefi Naci Görür ve onun “deprem, ne yapalım Allah’tan geldi diyebileceğimiz bir şey değil” sözleriydi.
Kılıçarslan, sosyal medya dilini sahiplenmenin belki Z kuşağına ulaşmanın bir yolu olabileceğini düşünmenin saflığıyla (Kılıçarslan’ın yöneticisi olduğu Cins dergi bu saflık üzerine kurulmuştur) “Allah’tandır o, Allah’tan olmasa duramazsın” başlığını attığı yazısına, öncelikle İzmir’e yönelik nefret içerikli mesajları paylaşanların FETÖ’cüler olduğunu, ama önemli olanın, bunlara karşılık “milyonlarca ‘kötülüğe meyyal’ insan(ın) İslam’ın, dindarların, Müslümanların üzerinde tepin”mesi olduğunu söyleyerek başlıyor.
Ardından asıl hedefi olan Naci Görür’e sözü getiriyor: “Höst efendi, höst’ derler adama. İnançlarımızın üzerinde tepinmeye çalıştığın için ‘höst’ derler. Durduk yere Müslümanlara, Müslümanların inançlarına hakaret ettiğin için ‘höst’ derler”. Kılıçarslan, depremde insanların ölmeyebileceği bir ihtimalin var olduğunun dillendirilmesine o kadar bozulmuş ki, sinirini kontrol edemiyor ve höst demeye devam ediyor: “73 yaşındaki adam, meramını üzerimizde tepinmeden, inancımıza hakaret etmeden, bizi yaralamadan ifade edemiyorsa ‘höst’ten başkasını hak etmez. 73 yıl bu topraklarda yaşayıp bizi incitmeden derdini ifade etmeyi öğrenemediyse ‘höst’ten başkasını hak etmez. (…) Yetsin bitsin artık bu hoyratlıklarınız, bu densizlikleriniz…”
Yazıyı bağlamından soyutlayıp okuyan birisi, ülkede 114 kişinin hayatını kaybettiği bir deprem hiç yaşanmamış, Müslümanlar Türkiye’de azınlıkmış, dini faaliyetleri sürekli engellenen, dini değerleri sürekli aşağılanan ve büyük bir baskı altında yaşayan bir grupmuş falan sanır. Aslında bu Kılıçarslan’ın zekâsından fışkıran bir buluş değil. AKP, devletin bütün kademelerini ele geçirmiş, vesayet olarak adlandırdığı yapıları kendi sultasına almış, eğitimden medyaya ideolojik araçları kontrol etmeye başlamış olsa da kendi mazlumluğuna, mağdurluğuna bir halel getirtmiyor kesinlikle.
Fethi Açıkel, “Kutsal mazlumluğun' psikopatolojisi” başlıklı makalesinde şöyle der: “Özellikle Türk-İslam sentezinin bazı yorumlarında daha da açık hale geldiği üzere, mazlumluk ve dinsel eziklik söylemleri teslimiyetçi olmaktan ve gerçeklik karşısında sadece edilgen bir konum almaktan uzaktırlar. Mazlumluğu, kaba bir teslimiyet olarak değil de, potansiyel bir iktidar istemi olarak değerlendirdiğimizde varacağımız sonuçlar şüphesiz farklı olacaktır”.
Kılıçarslan’ın yazısında karşımıza çıkan söylem de dezavantajlı bir kesimin, maruz kaldığı densizliklere, hoyratlıklara, hakaretlere karşı haklı bir tepkisine karşılık gelmiyor kesinlikle. İntikamcı bir güç istenci olarak mağduriyet söylemi, bir yandan mütedeyyin insanların karşısına bir hedef diker, Fransa’dan, Naci Görür’e kadar geniş bir kesimi İslam’a hakaret edenler cephesinde bir araya getirir, böylece kendi kitlesini en geri duygularından birbirine bağlarken; diğer yandan da iktidarın dinbaz siyasetine katılmayan herkesi susturmayı amaçlamaktadır.
“Dinime saygı duy” çağrısı Kılıçarslan’ın dilinde ve AKP’nin siyasetinde, İslam’a saygı duyulmasını değil, “İslam’a saygı”nın araçsallaştırılarak muhaliflere yönelik bir silah olarak kullanılmasını ifade eder. Böyle bir ortamda İslam hakkında hiç konuşmamanız din düşmanı ilan edilmemenizi garantilemez, aksine sizden beklenen iktidarın cenahını memnun edecek laflar etmeniz, son tahlilde onların arkasında hizaya geçmenizdir. “Konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyeti” bir bakıma.
Dinbazların “inanca saygı” söylemi herhangi etik bir temele yaslanmaz. Tam aksine tahakkümcü bir had bildirme mekanizması olarak işler. Onlar için saygı duyulması gereken tek inanç kendi inançlarıdır. O nedenle sabah akşam kendilerinden olmayan herkesin siyasi görüşüyle, yaşam tarzıyla, her türlü inancıyla en pespaye şekilde dalga geçebilirler. Hatta bu saldırılarına verilen en makul karşılıklardan bile kendi inançlarına saygısızlık çıkartmayı becerirler. Ortalığı velveleye verdikleri birçok durumda da İslam’a yönelik bir saygısızlık yoktur aslında, bu algıyı yaratmak için didinip dururlar. Egemen Bağış’la (Bakara) yan yana durup, Görür’ü din düşmanı ilan ederler. Çünkü iddia ettikleri gibi bu saldırganlıklarının motivasyonu bir dini korumak değil, nemalandıkları siyasi iktidarı korumaktır. Bu nedenle entelektüel, aydın vs. değil en basitinden demagogdurlar.
Kılıçarslan’ın öfkesi, yazısında aksini iddia etse de, Görür’ün kadere yönelik cümleleri değil, program boyunca iktidarı, üstü kapalı da olsa, eleştirmesinedir. Kaderle ilgili cümle olsa olsa, hedef alabilecek bir malzeme yakaladığı için onu heyecanlandırmıştır. Çünkü Kılıçarslan, AKP’nin 2013 sonrası başlattığı kültürel mücadeleden en fazla nemalananların başında gelir. Geçen haftaki yazımızda bahsettiğimiz AKP’nin kültürel elitinin bir üyesi olarak Kılıçarslan, yıllar içinde kendi katma değerini artırmayı başarmış, önüne açılan fırsatları değerlendirmeyi bilmiştir. Bu nedenle o bir kültürel müteahhittir. Mehmet Cengiz’den farkı, o kadar zengin olamaması ve beton yerine demagoji üretmesidir.
Kılıçarslan, yazısında Görür başta olmak üzere milyonlarca insanı İslam’ın üzerinde tepinmekle suçluyor. Onları “kötülüğe meyyal” olarak tanımlıyor. İçindeki bu nefretin nedeni büyük ihtimalle, kendi dünyevi menfaatleri için İslam’ın üzerinde tepinen, onu gündelik siyasetin en sıradan başlıklarına malzemeye etmeye çalışan, “her cuma bir ayet sallayarak” siyaset yapanların cephesinde yer alıyor olmasıdır. İslam üzerinde tepinerek ülkenin yarısını kötü ilan edenlere inat biz sormaya devam edelim: DEPREM VERGİLERİ NEREDE?