İrfan Yalın
Çikolata; tanrıların yiyeceği
Çikolata ile tanışmamız Amerika’nın keşfi ile eş zamanlı olsa da hayatımıza kattığı keyif ve heyecan bekleyen arzuları insanlık tarihi kadar eski
Çikolatanın ardındaki gizemli öykülere her geçen gün yenileri ekleniyor. Amerika kıtasına ayak basılmasının ardından, bu yeni dünyada keşfedilen farklı etnik toplulukların tarih öncesini tanıma adına yapılan arkeolojik kazılarda ulaşılan verilerle birlikte her geçen gün konu derinleşiyor, kakao çekirdeklerinin Maya - Aztek kültüründeki ağırlığı birer birer ortaya çıkıyor. Bir de işin sonraki evresi var; İspanyol işgalciler tarafından Avrupa’ya götürülerek başlatılan çikolatanın dünyayı çevreleyen kültür yolculuğundaki ayak izlerini aramak da heyecan verici! Düşünebiliyor musunuz, tarih sayfalarında, çikolata ile ilgili bir anlık, tek kelimelik bir yaşanmışlık bulabilmek adına bile her yıl çok sayıda bilimsel araştırma yapılıyor, her kültürün kendi içine kattığı bu tatla ilgili yeni savlar gün ışığına çıkartılıyor. Sadece çikolata kelimesinin etimolojik kökeni hakkında bile sayısız çalışma var, birbirinden farklı sonuçlara ulaşan çok sayıda veri var.
Güney Amerika’nın farklı bölgelerinde yapılan arkeolojik kazılarda kakao ile ilgili veriler konuyu dinamik tutuyor, olmalı. Mayaların bir yılın 260 günlük kutsal dönümüyle ilgili dinî tören ve ayin gibi etkinliklerini anlatan çeşitli bölümlerinde, ellerinde tepeleme doldurulmuş tabaklarda kakao çekirdekleriyle oturan tanrıları görmek önceleri bilim insanlarını şaşırtmış ama elde taşınan şeylerin “Tanrının kakaosu” yani “kaka” olduğu yönünde görüş birliğine varılması konuya başka bir derinlik katmış. Yani denilen o ki, çikolatanın tadı yüzlerce yıl önce bile Tanrıların ağzına layık lezzetlerden biriymiş.
kakao taneleri para olarak kullanılıyormuş
1998 yılında Rio Azul’da bulunan ve kakao kelimesinin deşifresi ile çözümlenen bir Maya hiyeroglifinde bir yemek tarifi anlatıldığı fark edilmiş. Civarda açılan bir mezarın da çikolata tüketimine ilişkin çeşitli aletlerle dolu olması konuyu daha da ilginç bir hale getirmiş, bir anda gastronomi dünyasının ilgisinin bu yöne çevrilmesine yol açmış. İşin gıda hazırlama tarafı bir yana, kazı bulgularında kakao çekirdeklerinin bozuk para olarak da kullanıldığı düşüncesine varılmış; hatta bir fiyat tarifesine de ulaşılmış. Buna göre bir köle ve irice bir dişi hindi 100 kakao çekirdeği değerindeymiş; bir tavşan 30, mısır kabuklarına sarılmış bir balık 3, irice bir domates ise 1 kakao çekirdeği ederindeymiş.
Araştırmalar derinleştiğinde kakaonun günlük yaşamın her anında ve kültürlerin odağında olduğu sonucuna varılmış. Denilen o ki, kakao bitkisinde bulunan özel koku sayesinde kakao ve kakaodan yapılan içecekler öncelikle tanrıların, asil yöneticilerin ve savaşçıların içeceği olmuş. Hatta Aztekler kurbanları karşısında yaptıkları toplu ölüm dansı öncesinde onları son kez neşelendirmek ve ödüllendirmek için kakao şurubu ikram ederlermiş.
Ortaçağın güçlü kilise yapısı içindeki baskı döneminden çıkarak Amerika kıtasına ayak basan İspanyollar, kakao çekirdeklerinin doğumda, evlilikte, yaşamın her anında ve ölümde kutsallık içeren “ilahi” simgelerine bir anlam verememişler. Zaten tadına çok uzunca bir süre alışamadıkları için önyargı taşıdıkları bu gizemli “acı suyun” yerli halkın nezdinde ki değerini kavrayamamışlar, yüzyıllarca göz ardı etmişler.
Kutsal kitaplarda yer almaması handikap yaratmış
Yiyecek ile inanç sistemleri arasındaki bağ tarihin her döneminde insanları ibadete sürükleyenleri düşündürmüş, din adamlarının vaazlarında malzeme olmuş. Kutsal kitaplarda sözü edilen besinlerin, anlatılan alegoriler düzleminde tekrar ele alınmasında tarihi hikâyeler her defasında tekrar hatırlanmış ama çikolata, patates ve domates gibi insanlığın o ana kadar tanımadığı tarım ürünleri ile dini otoritelerin tanışması ve vaazlarında yer bulması için çok uzun yıllar beklenmesi gerekmiş. Özellikle orta çağın karanlık yıllarında, Katolik kilisesinin yoğun baskısı altındaki ülkelerde, çikolata tüketmenin Kilisenin topluma dayattığı yaşayış biçimlerini bozup bozmayacağı meselesi her zaman gündemde yer tutmuş. Çikolata hem içecek hem yiyecek maddesi olarak Katolik kilisesi için çok uzun yıllar boyunca yorum yapmaktan çekinilen, hatta uzak durulması tavsiye edilen bir şey olmuş.
Genellikle kutsalını geçmişindeki yaşanmışlıklarda, söylencelerde arayan mesnevi dinlerin sözcülerini yenidünyanın bu yeni lezzeti zor durumda bırakmış. Başlangıçta çikolataya karşı kayıtsız kalan dini otoriteler, özellikle 18. yüzyılın 2. yarısıyla birlikte gıda olmasının yanı sıra ilaç olarak da önermeye başlamışlar. Çikolata önce Avrupa’nın seçkin ve ayrıcalıklı sınıfına ulaşmış, sonra da geniş halk kitlelerine yayılması için çok uzun yıllar beklemek gerekmiş.
Çikolata mezhep farklılıklarını derinleştirmiş
Çikolatanın oruç bozup bozmayacağı konusu, yüzyıllar boyunca Hıristiyan dünyasının dini önderlerine sorulan soruların başında gelmiş. Vatikan güdümündeki Dominiken rahipleri, orucun insan bedenini, besinlerden ve sıvılardan yoksun bırakarak terbiye etmesi algısı içinde, çikolatanın oruç bozucu olduğunu söylemişler ama Cizvit Hıristiyan unsurlar çikolata içmenin orucu bozmayacağını lakin içine ekmek banmak âdetinden sakınılması gerektiğini savunmuşlar.
Hıristiyan dünyasının Paskalya bayramı sırasında dağıtılan yumurta şeklinde çikolatalı ikramlar yepyeni bir tadın ve geleneğin adı olmuş. Bugün Müslümanların yaşadığı her yerde, gerek Ramazan süresince, gerekse de diğer önemli günlerde çikolataya rağbette bulunmaları da aynı şekilde gelenekselleşen bir uygulamaya dönüşmüş durumda. Durum Museviler için de aynı; süt katkısı olmadan hazırlanan çikolatalı sofralar hamursuz bayramlarında kurulan zenginliğin fantastik adı gibi. Bir fincan sade kahve ile ikram edilen bitter hamursuz bayram çikolatasının tadı, bu özel dönemi yaşayan inananları için doyumsuz lezzette olmalı, diye düşünüyorum.
Çikolatanın insanlık tarihindeki yeri ve ardındaki yaşanmışlık öyküleri tarih sayfalarından da, lezzetli damak tatlarından da okunabilir haliyle, hem koleksiyoncuları hem de kültür araştırmacılarını içine çekmeye aday. Çikolata tarihi bitecek gibi değil; yazılacak ve söylenecek o kadar çok şey var ki…
Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.