Memetcan Demiray
Boş baklava
Dil düşünmenin aynası olduğuna göre toplumun ruh hali ilk önce Türkçeye yansıyor. "Terörist", "güncelleme" ve "dış mihraklar" artık her yerde... Şimdi vatandaş "kuru pasta" ve "kalem böreği" yiyor! Bu tabloda en "milliyetçi" geçinenlerin daha "de"yi "da"yı bile düzgün yazamamasına ne demeli? Belki de fakirleşme ekonomide değil, "kavram"larda başlıyor.
Stuttgart Eyalet Mahkemesi, geçen hafta ilginç bir karar aldı. Buna göre "kenevir sütü" satan bir girişimcinin "süt"e atfen kullandığı "Milck" markası yasaklanacaktı. Çünkü Avrupa Birliği normlarına göre süt, ancak hayvansal ürünlerde yer alabilecek bir ibareydi. "Soya sütü" örneğin, AB ülkelerinde "soya içeceği" adıyla satılmaktaydı. Bu durumda kenevirden elde edilen "süt"ü "Milck" diye pazarlamak da rekabet kurallarına aykırıydı.
Şirketin patronu Dave Tjok kararı beğenmiyor, ürünün ambalajında "vegan", "kenevir içeceği" gibi uyarıların yer aldığını hatırlatıyordu. Hatta "İnek yerine kenevir tohumu sağıyoruz!" da şirketin sloganıydı. Dahası, "Milck" sözcüğünün insanları kandırdığını düşünmek, yenilikçi tüketicileri anlamamak demekti.
Ama mahkemenin kararı (temyiz yolu açık olmakla birlikte) netti. "Süt"ün tanımı belliydi ve ancak bu kavram korunursa müşteriler güvence altında olabilirdi. Peki bundan bize neydi?!
YENİ TATLIMIZ: BOŞ BAKLAVA!..
Aynı gün ülkemizde sosyal medya, "boş baklava" fotoğrafıyla sarsılacaktı! Bir pastane veya market belli ki ekonomik krizi göz önüne almış, kilosu 19,90'dan yeni bir tatlı çıkarmıştı. Ve içinde ceviz, fıstık veya herhangi bir yaşam sevinci (!) barındırmayan bu ürüne "boş baklava" adını takmıştı!
Görenleri ilk başta bir gülme alıyor, espriler havada uçuşuyordu. Sahi, acaba fiyata şeker ve şerbet dahil miydi?! Ya arasına peynir koysak?.. Fırında ısıtınca belki iyi giderdi! Ve en önemlisi, şimdi sırada ne vardı? Adana'sız boş dürüm, tavuksuz döner, hiçbir şeysiz Ayvalık tostu?.. İsyan etmek için daha neler görmemiz gerekliydi?
Şaka derken iş ciddiye binmişti. Şimdi kimileri "boş baklava"yı bile alamayacak fakir fukaralar olduğunu hatırlatıyor, kimileriyse gelinen noktayı "onur kırıcı" buluyordu. Zavallı market sahibi ve tatlı ustası... İkisi de bir anda ülkedeki buhranın baş müsebbibi haline gelmişti!
DEPO BOŞ, CÜZDAN BOŞ, HAYALLER BOMBOŞ
Oysa "sade baklava" uzun yıllardır aşina olduğumuz bir lezzetti. Hatta bazı dükkânlarda "kaymaklı" diye de satılır, ekstra süt tadıyla kuruyemişin boşluğunu kapatırdı. "Boş baklava"nın kabahati ise kullandığı tereyağ ya da yufkada değil, bizzat adında saklıydı.
O "boş" sözcüğü herkese dolduramadığı benzin deposunu, market sepetini ve pazar filesini hatırlatmıştı. Elektrik ve doğalgaz faturaları böyle geldiği müddetçe cüzdanlar zaten "boş"tu. Uzun zamandır gidemediğimiz pizzacılar, Çin lokantaları ve ocakbaşları... Muhtemelen sinek avlıyordu. Ve bir avro 15 lirayken isterse tıklım tıklım turist dolsun... Bizim için San Marco Meydanı, Brandenburg Havalimanı ve Saint-Tropez plajları "bomboş"tu.
Hem daha ne kadar fakirleşebilirdik ki?.. "Ya buna da alışırsak" korkusu... Hayallerimiz ve umutlarımızın giderek buharlaşırken bir tepsi baklavada kıyamet kopmuştu.
HAİN, TERÖRİST!
Öyle ya, nelere alışmamıştık ki? Kavramın değişmesi, düşünmenin de değişmesi demekti. Ve bunun en masum örneği, 90'lı yılların "kuru pasta"sıydı. İlk duyduğumuzda gülümseten ve "Bunun ıslağı da mı olur?!" dedirten kurabiye tanımı, dilden dile yayılacak ve zamanla norm olacaktı. Doğum gününüzde mum mu üfleyeceksiniz? 2000'lere gelindiğinde artık "yaş pasta" diye ısrarla belirtmeniz şarttı!
Keza "sigara böreği"... Tamam, sağlığa çok zararlı bir mamulü çağrıştırıyordu ama sırf birilerinin antipatisi var diye "kalem böreği" adını alacaktı. Mutfak kültürü savaşlarında taşra dili, kente üstünlük sağlamıştı.
Toplumsal meselelerde ise kavramı dönüştürmek hayli tehlikeliydi. "Terörist" örneğin, bir zamanlar gizlice bomba koyan, masum insanları öldüren karanlık kişiler demekti. Oysa işlene işlene, kullanıla kullanıla zamanla gazetecileri, düşünürleri ve hatta hayatında silah görmemiş sanatçıları bile içeren bir mahiyet kazanacaktı. Evet, yüzlercesi "etkisiz hale getirilmiş", "dağdaki kökleri kazınmıştı". Ama Sabah gazetesi okuyan biri için şimdi ülkede milyonlarca "terörist" vardı!
DİL ELDEN GİDİYEAH!
"Zam" değil, "güncelleme" demeliydik. "Muhalif"in yerini "vatan haini", "dost ülkeler"in yerini "dış mihraklar" almıştı. Ve sonuç? Neredeyse tüm dünyayla kavgalı bir dış işleri ve sokak röportajlarında ekonomiden "çok memnun" olduğunu söyleyen, "2023'te Lozan bitiyor!" diye sevinen kalabalıklardı!
İşin ilginç tarafı, "devlet ve millet sevdalıları" daha Twitter'da "de"leri, "da"ları ayıramazken "kökü dışarıda" solcu ve "iş birlikçi" liberallerin şıkır şıkır Türkçe konuşması, yazmasıydı. Diline bile hakim olmadığı bir ülkeye aşk duymak? Tarihini TRT dizilerinden "öğrenen" Osmanlı torunlarına da bu yakışırdı!
Boşuna değildir ki değerli hocamız Prof. Dr. Betül Çotuksöken, felsefe yüksek lisans derslerini dahi en temelden, "kavram"dan başlatıyor. Çünkü ancak anladığımız kavram sayısı kadar zengin düşünebildiğimizi hatırlatıyor. Ve Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi, dile hükmeden düşünmeyi, düşünmeyi yöneten iktidarı belirliyor. "Dilin kadar zenginsin"... Stuttgart Eyalet Mahkemesi'nin "kenevir sütü" kararı tam da bu felsefi arka plana oturuyor.
Eh, lise öğrencisine bile doğru dürüst edebiyat ve gramer öğretemeyen bir eğitim sistemi de bize "halk ekmek" kuyrukları, kafelerde "ücretli" hale gelen ısıtıcılar ve "boş baklava" tepsisi olarak geri dönüyor.
Haydar Amca anısına...
Küçükken aile ziyaretlerimizin "karga besleyen" Haydar Amca'sı, Türkiye'nin ise meşhur "seks doktoru"ydu o... Nöropsikiyatri Uzmanı Dr. Haydar Dümen, popüler kimliğinin arkasında birçok kuşağa "penis"in, "vajina"nın, "orgazm"ın gayet doğal terimler olduğunu öğreten kişiydi. Cinsellik azıcık da olsa "normalleştiyse" ülke tarihinde, bu biraz da onun eseriydi.
Türkiye bu hafta en cesur "kavram savaşçıları"ndan birini kaybetti. Mirası hep bizimle, anısı daim olsun.