Memetcan Demiray

Memetcan Demiray

BİRAz özgürlük lütfen!..


Şu sıralar cep telefonu bağımlıları çareyi yine cep telefonlarına yükledikleri “denetim” uygulamalarında arıyor. İyi de teknolojinin panzehri teknoloji olabilir mi? Felsefe profesörü Christoph Menke, esaretten kurtuluşu herkesin kendi içinde taşıdığını düşünüyor. Peki 40 lirayı bulan bira fiyatları?.. Yoksa Hegel diyalektiği “Buna da alışırız!” mı diyor?


Cep telefonunuzu günde kaç saat ve ne için kullandığınızı hiç düşündünüz mü? Doğrusu ben hiç merak etmemiştim. Ta ki “Digital Wellbeing”i duyana kadar… Android’de çalışan bu uygulama, cep telefonuyla neler yaptığımızı saniye saniye izliyor ve bize rapor ediyordu. Sonuç enteresandı.
Uygulamaya tıkladığımda telefonla günde ortalama 3 saat geçirdiğimi öğrenip ilk şoku yaşıyordum! Nasıl yani?! Neredeyse 180 dakika… Biraz fazla değil miydi? Oysa grafiğe geldiğimde hayat rutinimle karşılaşacaktım. Gün boyu tam 92 bildirim almış, ekran kilidini 39 kez açmıştım. İlki öğleye doğruydu tabii… Uyandığımda kız arkadaşım kahve yaparken 3-4 dakika Instagram’a bakmıştım. Melis’in kedisi, Kıvanç’ın gece hayatı… Hep aynı şeyler… Sıkılıp kapatmıştım! Sonra biraz futbol oyunu, biraz Dolap’ta ekmek parası derken çoktan 2 saate ulaşmıştım! E o “telefon” yazan incecik dilim neydi grafikte?.. Ah, doğru ya, gece yine babamla laflamıştım!
Tufah… İcat sebebi başkalarını aramak olan telefonu asıl amacı için sadece 20 dakika kullanmıştım!


BİRİ BİZİ ELE GEÇİRİYOR!

“Digital Wellbeing” adından da anlaşılacağı gibi zamanımızı verimli kullanmamıza yardımcı olmak, yani “dijital esenliğimiz” için tasarlanmıştı. Örneğin Youtube’a günde 15, Twitter’a maksimum 20 dakika mı ayırmak istediniz? Saatini kurmanız yeterliydi. Bu kotaya ulaştığınızda “Digital Wellbeing” size haber verecekti. İyi de teknoloji bağımlılığının panzehri yine teknoloji olabilir miydi? Philosophie Magazin’den Clara Degiovanni, son yazısında bu konuyu ele alıyordu.
Uygulamanın “uyku modu”nu gece 23’e ayarlayan Degiovanni, o saatten sonra telefonun bildirim göndermesini engelliyordu. Siyah-beyaza dönüp bütün çekiciliğini yitiren ekran… Balo sonrası Külkedisi’ni andırıyordu! Derken Degiovanni, uygulamada “Heads Up” (Başlar Yukarı) özelliğini keşfedecekti. Yani sokakta yürürken ekranı açarsa telefon kendisini uyarıyor, yola bakmasını tavsiye ediyordu. Dehşet verici!.. “Teknoloji detoksu” için kullanılan “Digital Wellbeing”… Şimdi can güvenliğimizden mesul hale gelmişti! 


21. YÜZYIL: AIRFRYER KÖLELİĞİ…

Degiovanni bu çelişkiyi Fransız filozof Jacques Ellul’ün henüz 1950’lerde gördüğünden söz ediyordu. Ellul’e göre teknik bir güçlüğe teknik çözümler getirmek bizi makinelere daha sıkı bağlıyordu. İşte günümüzde “hayatımız kolaylaşsın” diye alınan “airfryer”lar, robot süpürgeler, akıllı saatler ve alarm tertibatları… Her şeyi iyice karmaşıklaştırmıştı. Çözüm?.. Daha da ileri teknoloji, kusursuz otomasyon, “şeylerin interneti”!.. Yoksa 21. yüzyılda “özgürlük” bir hayal miydi?
Yine Philosophie Magazin’in söyleşisinde Goethe Üniversitesi’nden felsefe profesörü Christoph Menke, bu soruyu cevaplıyordu. Menke’ye göre esaret ve kurtuluş her daim iç içeydi. Zaten sosyal yaşamda aksi düşünülemezdi. Yeni doğmuş, savunmasız bir bebek örneğin… Edindiği alışkanlıklarla (dil, gelenek, trafik kuralları vs.) topluma uyum sağlıyor, bu sayede hayatta kalıyordu. Ama bunlar aynı zamanda baskı unsurları değil miydi? Tıpkı Hegel’in diyalektiğindeki gibi… Alışkanlıkları sayesinde özgürleşen insan… Alışkanlıklarının kölesiydi.


ESTETİK BİR TAVIR: “KURTULUŞ”

Aristoteles’ten Adorno’ya uzanan Batı felsefesi, özgürlüğü hep “baskının yokluğu” ve otonomide, yani kişiler arası ilişkilerde aramıştı. Oysa esaret pekâlâ içimizde de olabilirdi. Musa zamanı Mısır’ı terk eden İsrailliler mesela… Firavunun zulmünü geride bırakmıştı. Ama şimdi çölde özgürlük demek aynı zamanda kıt imkânlar ve kocaman bir boşluktu. “Mısır’da kalsak en azından tencere kaynıyordu” diyen İsrailliler… Esareti zihinlerinde yaşıyordu.
Rus Devrimi’nden sonra Lenin’in hayrete düşmesi de bu sebepleydi. Rejim bir anda değişmiş ama insanlar aynı kalmıştı! Huylarımız, arzularımız ve yaşam tarzımız… Esareti kendi içimizde üreten yapılardı.
Menke’ye göre özgürleşmeyi anlık bir coşku olarak düşünmek lazımdı. Tıpkı sıra dışı bir sanat eseri karşısında duyulan hayranlık gibi: “Kurtuluşun estetiği”… Ve bunu herkes başarabilirdi. İşte İran’daki halk ayaklanması… Aniden patlayıvermişti. Sebep polis şiddeti gibi gözükse de katledilen ilk kadın Mahsa Amini değildi ki… Demek ki bardak taşmış, bilinmez bir dinamik harekete geçmişti. İranlı muhalifler: “Özgürlüğü isteme özgürlüğü”nün canlı örneğiydi!


BİRA İÇMEK ÖZGÜRLÜKSE, ÖZGÜRÜZ HEPİMİZ DE!..


Prof. Menke özgürlüğün “verilen” bir hak değil, deneyimlenen ve sürekli yeniden kurulması gereken bir kurtuluş çabası olduğunu vurguluyor. Ve tabii “evet” deme hürriyeti kadar reddetme hakkını da içerdiğinden söz ediyor.
Bu sırada bizde yılbaşıyla birlikte araç muayene ücretlerine yüzde 120 zam gelirken pasaport “harcı” iki katına çıkıp 4000 liraya yaklaşıyor. Sahi, yeryüzünde bir şişe biranın bir paket sigaradan daha pahalı olduğu kaç ülke var acaba? Yarım litre “arpa suyu” iki litre benzin fiyatına satılıyor! Yaşam alanları giderek daralırken sosyal medyada yine 2-3 gün süren homurdanmalar, “sanal” protestolar… Sonra hayat kaldığı yerden devam ediyor. Anlaşılan sadece kavun karpuz heykellerinde, kentleşme ve mimaride değil… “Kurtuluşun estetiği”nde de fakir bir toplumuz… Ne “Digital Wellbeing”, ne airfryer… Mısır’daki firavun bile vız gelir tırıs gider bize… Çünkü her şeye alışmak ata sporumuz!
İşte bugün herkes Fenerbahçe-Galatasaray derbisini konuşuyor. Hem cebinde 40 lirası olanlar hâlâ “özgürce” bira bulabiliyor. Bu maç da kuru kuru gitmez ki… Dolap’a girip bir şeyler satayım bari… Sahi, Hegel kime gülümsüyor?  


----------

*  Christoph Menke, "Theorie der Befreiung", Suhrkamp Verlag, e-kitap 31  €

Önceki ve Sonraki Yazılar
Memetcan Demiray Arşivi