Bilek kalınlığında dört lüle

Mesele aptallık değil fakirlik. Kalabalık ama fakir bir nüfusun enerji/kalori ihtiyacını karşılama yolunda onu ancak ekmekle doyurabiliyorsunuz. Çünkü et üretebilmek için ekmek ürettiğinizden 10 kat fazla toprağa ihtiyaç var. Ama daha da ötesi var ve bizi ta en baştan bütün bu tartışmanın koptuğu ekmek fiyatlarındaki artış sorununa getiriyor: Elde ekmek üretecek toprak da bırakmadılar ki her yeri betona boğarak… İşte buna da artık aptallık mı dersiniz, beyne giden kanda eksiklik mi dersiniz, yoksa kurnaz dinbazlık, betona-taparlık, paraya âbidlik mi dersiniz, ona siz karar verin!..

Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı Cihan Kolivar’ın “Ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir” dediği için gözaltına alınıp bu ifade nedeniyle değilse bile yine de onun etkisiyle olduğu düşünülebilecek şekilde bir eski tweet mesajı bahane edilerek cumhurbaşkanına hakaretten tutuklanması, bana Çetin Altan’ın 1980’lerin başında kaleme aldığı, hâlâ arşivimde saklı bir unutulmaz yazısını hatırlattı.

“Kol kalınlığında ve dört lülelisi standart dışıymış” başlıklı yazısını Altan, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Misyon Başkanı olarak görev alıp Gelibolu ve Çanakkale Boğazı savunmasındaki başarısı nedeniyle Osmanlı tarafından “Mareşal” rütbesine de terfi ettirilmiş Alman general Otto Liman von Sanders “Paşa”nın bir kışla denetlemesinden bahisle açar. Paşa’nın yaveri Altan’ın dedesidir (ve kuvvetle muhtemel ki bu anı da dededen toruna yadigârdır).

Denetim sırasında bir helanın önünden geçerken aniden gözünün takıldığı bir şey nedeniyle durup içeri yönelen Liman von Sanders, orta yerde “bir anıt maketi” gibi duran “küme”yi eğilip dikkatle uzun uzun inceledikten sonra yaverine dönüp demiş ki:

“Böylesini hiç görmedim! Hem bilek kalınlığında hem de dört lüle… Lütfen Alman Genelkurmayı’na bir yazı göndererek iki kazurat uzmanı isteyiniz. Gelip incelme yapsınlar.”

Kan midede yoğunlaşınca…

Kazurat uzmanları gelir, titiz bir şekilde kılı kırk yararak inceleme yapıp çarpıcı bir rapor hazırlarlar. Raporda bilek kalınlığındaki dört lülelik “küme”ye, et-süt-yumurta gibi hayvansal proteinli besinler yerine bol miktarda alınan tahıl kökenli besinlerin, yani adını koyalım, ağırlıklı olarak ekmekle beslenmenin neden olduğu kaydedilmektedir.

İlaveten, bu beslenme biçimine bağlı olarak vücutta dolaşan kanın midede yoğunlaştığı belirtilmektedir.

Peki, kanın midede yoğunlaşmasının sonucu ya da mahzuru nedir?.. Altan, böyle bir soruya cevabi mahiyette İsviçre’de yapılmış bir beyin ameliyatından bahseder. Ameliyat sırasında hastanın beyninde normalde olması gereken bir kilo yerine yarım kilo kan bulunduğunu fark eden doktorlar bunun nedenini yoğun tahıl gıdalanması sonucunda kanın midede yoğunlaşmasına bağlamışlardır.

Adam olacak çocuk…

Sonrasında Altan’ın bu coğrafyaya ilişkin şu yorumunu geniş geniş aktaralım:

“Gerek ekonomik gerek psiko-sosyolojik yaklaşımlar bize bir de duruma ‘fizyoloji’ gözlüğüyle bakmayı unutturmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda Liman von Sanders Paşa’nın o zaman kadar hiç görmediği bilek kalınlığındaki dört lülelik orijinal rahatlamalar, üstünde durulmaya değer bir konu olarak hiç ilgimizi çekmemiştir.

Oysa halk dilinde ‘adam olacak çocuğun kakasından belli olduğu’nu vurgulayan deyimler vardır.

Halk böyle bir deyim yaratmaya neden gerek duymuştur? Binlerce yıllık yan bir cımbızlamayla bilek kalınlığında ve dört lüle olanların beyne yeterince kan gitmesini engellediğini mi sezmiştir?

Eğer bu gözlemlerde bir gerçek payı varsa, okullara girmek için yapılan sınav testlerine bir de dışkı testi eklemek birçok sorunu kestirmeden çözebilir.

Lülesi ve kalınlığı normal ölçüyü geçmekte olan çocuklar onca harcamalarla kurslara ve özel öğretmenlere gönderileceğine önce sağlıklı bir beslenme rejimine sokulur ve lülesiyle kalınlığı inceltilerek, beynine daha fazla kan gitmesi sağlanır. Böylece sınavlardaki başarı oranları da birdenbire yükselmeye başlar.”

Aptal değil, “beyne az kan giden” toplumlar

Çetin Altan’ın bu yazdıkları aradan 40 yıl geçtiği halde hâlâ ilginç mi ilginç, güncel mi güncel, dikkate değer mi, değer… Ve aynı ölçüde tartışmaya da açık mı, evet açık.

Ancak bu yazıda esas üzerinde durmak istediğim husus başka.

Gazeteci Altan’ın “ustalıkla” yazdıkları ile fırıncı Kolivar’ın dobra dobra söyledikleri aynı kapıya çıkıyor.

Kolivar dedi ki ekmek, aptal toplumların temel gıda maddesidir.

Altan da mevzubahis yazısında özetle ve Kolivar’ın sözleriyle uyarlı şekilde ifade etmek gerekirse diyor ki ekmek, beynine az kan giden toplumların temel gıda maddesidir.

Elbette Kolivar hadisesinde esas sorun, hep vurgulandığı üzere, sözlerinin devamında onun bol bol ekmekle beslenip “beynine az kan giden” toplumların yönetici tercihi üzerine yaptığı vurgu… Bu yüzden ne yapıldı edildi ortada suç sayılabilecek bir şey olmasa da “kişiye özel” suç uydurulup onun cezalandırılması cihetine gidildi.

AK’ça-pakça “Bakara-makara”

Denilebilir ki Cihan Kolivar dobralığının, samimiyetinin, harbîliğinin bedelini ödüyor.

Ne Çetin Altan gibi “incelikli” bir dil kullanımını seçerek söyleyeceğini söyledi o;

Ne de mesela telefon konuşması ifşa olan bir eski bakan-yeni büyükelçinin  kakara-kikiri “Bakara-makara” muhabbeti yaparken “Her Cuma Kur’an’dan bir ayet çaktığı”nı gazeteci kankasına “özel” alanda dillendirişine benzer bir “hipokritik” amel sergiledi.

“Bakara-makara” muhabbeti yapan “AK”ça pakça zatın o özel konuşmasından hareketle topluma dair kanaatinin Kolivar’ınkinden farklı olduğunu düşünebilir misiniz, hayır. Üstelik o, işin gırgırında. Kolivar ise çok ciddi ve bir sorunun altını çizmeye çalışıyor.

Ayrıca söz konusu “özel” konuşma, Kolivar’ın sözlerinin devamındaki “nasıl toplum-öyle yönetici” vurgusunu doğrulamaya müsait mahiyette de değil mi, evet öyle.

Peki, “özel” telefon görüşmesinde böyle kakara-kikiri Kur’an muhabbeti yapan zat, eğer parti sözcüsü olsa onun “kamusal” söylemi halihazırda mevcut parti sözcüsünün Kolivar’ı millete hakaretten hedef gösterme ediminden çok mu farklı olurdu?..

Cevabını bildiğimiz soruları daha fazla sormayalım ve dinbaz siyaset budur diyerek noktalayalım.

Ekmek yoksula, et yolsuza!

Siyaseti de geçelim, yüzümüzü bilime dönelim.

Ekmek aptal toplumların değil yoksul toplumların temel gıda maddesidir. Yoksul toplumlarda da istediğiniz kadar kazurat analizi yapın, öyle bir çırpıda kalınlığı inceltip lüle sayısını azaltmanız mümkün değildir. Çünkü hayvansal protein, bitkisel karbonhidrattan katlarca fazla kaynak, masraf, meşakkat gerektirir.

İtalyan tarihçi Carlo Cipolla 1962’de, yani tam 60 sene önce yayımlanmış eski ama hâlâ eskimemiş The Economic History of World Population başlıklı (Türkçeye “Tarih Boyunca Ekonomi ve Nüfus” olarak çevrilmiş) kitabında durumu bakın nasıl netleştiriyor:

“Aynı toprak parçası üzerinde sığır üretimiyle sağlanabilecek enerji/kalori miktarı, mısır üretimiyle sağlanabilecek olanın yüzde 10’u kadardır. Bir başka deyişle, mısır ekimi yerine sığır yetiştirerek aynı kalori miktarını elde edebilmek için 10 kat daha fazla toprağa ihtiyaç vardır. Yoksul toplumların hayvansal proteinden ziyade bitkisel karbonhidratla beslenmek durumunda kalmalarının temel nedeni budur.” *

Ekmek bulamıyorsan beton ye!

Demek ki mesele aptallık değil fakirlik. Kalabalık ama fakir bir nüfusun enerji/kalori ihtiyacını karşılama yolunda onu ancak ekmekle doyurabiliyor ve kanın beyinde değil midede yoğunlaşmasının önünü açıyorsunuz.

Ama daha ötesi de var ve bizi işte ta en baştan bütün bu tartışmanın koptuğu ekmek fiyatlarında artış sorununa, yani fakirin ekmeğinin de fahiş hale geldiği o en utanç verici noktaya getiriyor.

Hayvansal protein için 10 kat fazla toprağa ihtiyacı geçtik, elde ekmek üretecek toprak da bırakmadılar ki her yeri betona boğarak!..

İşte buna da artık aptallık mı dersiniz, beyne giden kanda eksiklik mi dersiniz, yoksa kurnaz dinbazlık, betona-taparlık, paraya âbidlik mi dersiniz, ona siz karar verin!..

­­­­__________________

* C. M. Cipolla, The Economic History of World Population, Penguin Books, 1974 [6. Baskı], s. 40-41.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi