Burak Soyer
“Başka çaresi yok, bahar gelmek zorunda!”
Sercan İke, son teklisi Akan Nehir’de, artık kendisinin çalışmalarından kulağımıza kazınan bir yol hikayesi anlatırken, ‘parkur’ olarak ‘barışa uzanan bir nehir’i seçiyor.
Serkan İke’yi Ankaralı topluluk Son Uçurtma’nın gitaristi olarak tanıyoruz. Ancak o iki yıldır ufak ufak kendi şarkılarını yapıyor. İlk teklisi Bir Sabah, 2019 yılında yayınlanmıştı. Bu yıl içinde de ilk olarak Uzaklara’yı, şimdi de Akar Nehir’i dinleyiciyle buluşturdu. Şarkı, İke’yi yakından takip edenlerin artık aşina olduğu ‘arayış’la birleşen bir yol hikayesinin dizelere ve notalara dökülmüş hali. Hakkari doğumlu sanatçının uzun süre sonra gittiği memleketinden Ankara’ya dönüşünü anlatıyor. Sercan İke’ye şarkıda elektrik perdesiz gitar ve E-Bow’da Samet Karadeniz, bas gitarda, Erencem Akça, davulda, Kerem Sivel, geri vokallerde Selin Berjin İke ve Sercan Taş eşlik ediyor.
Akan Nehir, kişisel bir yol hikayesi gibi kulağa gelse de bu yol aslında hepimizin artık yaşamak istediği ve ‘son durak’ olmasını gönülden dilediği halkların barışına uzanıyor. Sercan İke bu çalışmasıyla, içinde senin, benim, onun, hepimizin olduğu bir ‘nehir’den sesleniyor.
Müziğe bağlamayla başlamışsın ve ilk çaldığın şarkı da Aşık Mahzuni Şerif’in Çeşm-i Siyahım’ıymış. Küçük yaşlarda Mahzuni gibi bir isimle tanışman enteresan. Neler hissettin? Nasıl bir etkisi oldu üzerinde?
Babamın ve abimin de bağlama çalıyor olması bunda etken olabilir. Evde ya da arabada dinlenilen türküler, şarkılar zihnime yerleşmiş sanırım. Hatırladığım şekliyle, elime bağlamayı alıp kulaktan çıkarmıştım türküyü ve çok mutlu olmuştum.
Sonrasında nasıl gelişti olaylar?
Sonrasında uzun bir süre belirli aralıklarla bağlamayı alıp çalmaya çalışıp bırakıyordum. Ardından bir gitar hevesi oluştu içimde. Bir gün babam elinde elektro gitarla gelmişti. Gitarı da yine kendi çabalarımla bir müddet kurcaladıktan sonra çok kısa süren bir gitar eğitimi aldım. Ardından çeşitli müzikal faaliyetler için gruplar kurduk, ilk kez kendi şarkılarımı yazma gibi bir dürtü oluştu içimde. Bugüne kadar da devam etti ve ediyor.
İlk çalışman Bir Sabah’tan beri şarkılarında bir kafa karışıklığı, kendini bulamama, içe yönelme, yollarla karşılaşıyoruz. Yaptığın müziği bir ‘arayış’ olarak değerlendirmek mümkün mü?
Kesinlikle bir arayış… Genel olarak müziğin benim için anlamı bu arayıştan geliyor. Kendimi bulamamak gibi değil fakat belli bir yere ait hissedememe gibi bir durum söz konusu sanırım şarkılarda. Bu biraz da bu şekliyle ortaya çıkıyor.
Yeni şarkın Akar Nehir’de “sisli camlardan” bakıyorsun, “Zap Suyu’ndan” geçiyorsun, “karlı dağların arkasından, yalnız insanın içinden” ‘bildiriyorsun’. Yine bir yol hikayesi bu sefer sana başkaları da katılıyor sanırım. Hakkari’den başlıyor yolculuk. Biraz anlatır mısın neler var bu yolda? Neden orada başlıyor yol?
Hakkarili olmamdan kaynaklanan bir yolculuk bu… Hakkari’den göç ettikten tam 21 yıl sonra oraya gittim. O yolculukta bulunduğum tüm süre boyunca gözlemler yaptım. İnsanların birbirleriyle iletişiminden tutun da yalnızlıklarına kadar hissedebiliyordum. Akar Nehir’in ilk dörtlüğü de aslında orada ortaya çıktı. Şimdi yaşadığım şehir olan Ankara’da da tamamlamış oldum. Bu hikaye de uzak kaldığım ama aslında çok da yakınında olduğumu fark ettiğim bu şehrin insanları gibi benim de istediğim bir bahar özlemini anlatmak istedim.
Ve sonunda “nehir akıyor, çiçek açıyor”. Açıyor mu gerçekten? Ya “bahar gelmezse”? Boşa gider mi bu umutlar?
Açıkçası çiçeğin açması, nehrin akması yani umudun olması bir gereklilik. Belki de çok uzun zamanın Türkiye atmosferinde… Belki 1 yıl sonra belki 20 yıl sonra o çiçeğin açacağına inanıyorum. Çünkü başka çaresi yok, bahar gelmek zorunda!
"Bu hikaye de uzak kaldığım ama aslında çok da yakınında olduğumu fark ettiğim bu şehrin insanları gibi benim de istediğim bir bahar özlemini anlatmak istedim," diyorsun. Bunu biraz açabilir misin?
Doğduğum ve çocukluğumun 7 yılının geçtiği bir şehirden uzak kalsam bile yıllar sonra oraya gittiğimde, aslında hala orayla bir bağımın olduğunu hissedebiliyordum. Bu bahar özlemi de Türkiye'nin senelerdir içinde bulunduğu barışa olan bir özlem aslında... Barışmak özlemi de Türkiye'deki tüm halkların birbirleriyle olan küslüğüne yapılmış bir göndermeydi.