Memetcan Demiray
Bahar-ı mağmum!
İki yılı aşan Covid-19 salgını, Ukrayna savaşı, gıda krizi ve uzun, upuzun bir kış... Herhalde çoğumuz hiçbir nisan ayını böylesine iple çekmemişti! Peki doğa tekrar canlanırken bizi neler bekliyor? Şair Ludwig Uhland'ın müjdelediği aydınlık günler ve muazzam değişim mi? Yoksa Tevfik Fikret'in dizelerindeki yeni gamlar, kederler mi?
Kimileri pek sevmese de kışın kendine özgü bir güzelliği vardır. Ciğerlere dolan soğuk havanın tazeliği, kar örtüsünün görkemli saflığı ve uzun, dingin geceler... Karnınız tok, sırtınız da pekse; hele bir de ateş başındaysanız tadına doyulmazdır. Hem üşümek de "hayat"a ve bu gezegene ait değil midir?
Ama elbette çoğunluğun favori mevsimi ilkbahardır. Kalın kıyafetlerin kalkmasıyla yaşanan o hafifleme hissi, etrafı saran çiçek kokuları, uzayan günler ve bahçelerde masalar, sandalyeler... İnsana adeta "yeniden doğuş"u yaşatır.
Die Welt gazetesinin kültür sanat editörü Tilman Krause de bu haftaki yazısında bahardan feyz almamız gerektiğini söylüyordu. Evet, son iki yıl Covid-19 salgını ve kapanmalarla geçmişti. Ardından patlayan Ukrayna savaşı da üzerine tuz biber ekmişti. Ama olsun! Tıpkı Ludwig Uhland'ın "Bahar İnancı" şiirindeki gibi, bu sonsuza kadar böyle süremezdi ki... Eninde sonunda değişim kaçınılmazdı ve baksanıza; çayırlar, parklar yeşermeye başlamıştı! Hem baharla birlikte her şeyin iyiye gideceği umudu, insanlık için hep var olmuş ve hep var olacak bir "antropolojik sabit", dinlerin de üstünde evrensel bir "itikat"tı!
PATATES VAR DA YAĞ BİTTİ!
Çoktandır unuttuğumuz bir duyguyu, "iyimserliği" hatırlattığı için hayli anlamlıydı Krause'nin satırları... Ama daha yazının mürekkebi kurumadan Hamburg karlı bir 1 Nisan sabahına uyanacaktı! Şaka gibi, değil mi?!
Aynı gün yine Die Welt'te yer alan bir başka haber ise Almanya'da bazı restoranların patates kızartmasını mönülerinden kaldırmaya başladığını duyuruyordu. Sebep? Sıvı yağ tükenmek üzereydi. Köln'ün meşhur bira mabedi Gaffel örneğin, yağ stoğunu sosis ve şnitzel gibi ana yemeklere ayırıp patatesi artık sadece püre formunda sunacağını açıklıyordu. Ülkenin büyük burger zincirleri de ayçiçeğin yanı sıra "başka yağlar" kullanacaklarını bildiriyor, "Ama asla kaliteden ödün vermeyeceğiz!" diye yüreklere su serpiyordu! Burger King'in kızartma ürünlere dair çözümü ise son derece "nebati", yerli ve milli, gözleri ışıldayan yüklü bir zamdı!
"French fries" ya da kısa adıyla "pommes"... Her sokakta külah külah satılan altın sarısı patatesler 2022 yılı Avrupa'sında "lüks" halini almıştı!
BU ERKEKLER HEP DELİ!..
The New York Times'ın Londra muhabiri Emma Bubola'ya göre "iyimserlik" şu sıralar okul sıralarından da hayli uzaktı. Norveç'ten İtalya'ya kadar pek çok ülkenin ilkokul öğretmenleriyle söyleşiler yapan Bubola, savaşın öğrencileri nasıl etkilediğini ortaya koyuyordu. Yugoslavya dağıldığında henüz doğmamış olan, Suriye'deki iç savaşı bebekken atlatan minikler, hayatlarında ilk kez dehşete tanıklık ediyorlardı. Üstelik de TikTok çağında ve canlı yayında!.. Bu da onların aklını iyice karıştırıyordu. İngiltere'de 11 yaşındaki Max mesela, öğretmenine "Rusya zaten büyük bir ülke, neden daha fazla toprak istiyor ki?" diye soruyordu. Yaşıtı Jessica, siyasi liderleri kastederek "Deliler neden genellikle erkek?!" diyordu! "Siz olsanız ülkeniz için savaşır mıydınız hocam?".. Issy'nin merak ettiği de buydu.
Bir yanda Rusların tümünü "düşman" göstermeme kaygısı, diğer taraftan gerçekleri çocuklara anlatabilmek... Şu sıralar öğretmenlerin yaşadığı en büyük zorluktu. Dahası, çocukların bir kısmı Putin'i "havalı" bulurken bir kısmı da canavarlaştırıyordu. Tatbikat yaparken okulların üzerinden geçen savaş jetleri de cabası!..
"Öğretmenim! Ukraynalılar binlerce kaşıkla nehirlerin suyunu boşaltsınlar. Rus tankları geçemesin"... Bir İngiliz öğrenci tüm bu hemgâmede barışın en çocuksu sesi oluyordu!
KARNEYLE BENZİN Mİ: NEDEN OLMASIN?!
Sosyolog, eski siyasetçi ve yazar Kristina Schröder ise yaşlı kıtayı bekleyen bir başka tehlikeye dikkati çekiyordu. Covid-19 salgını sırasında sokağa çıkma yasakları, ulaşım kısıtlamaları ile insanların temel hakları "askıya alınabilir" hale gelmişti. Kimseye bir zararı olmayan "aşısızlar" toplumdan dışlanmış, devletlere itiraz edenler "cahil" diye damgalanmıştı. En fenası da Avrupa solu, bu "totaliterleşmeyi" kınamak bir yana, alkışlamıştı! Şu durumda iktidarların giderek daha antidemokratik olmasının önünde ne engel kalmıştı? Ve gelecek yıllar yeni sorunlar getireceğine göre... Belki de "Korona tedbirleri" devede kulak kalacaktı!
İşte iklim krizi, bu bağlamda Avrupa'da insan haklarının vereceği ilk büyük sınavdı. Gaz salınımı nedeniyle iç hat uçuşlarının yasaklanması gündemdeydi mesela... Peki seyahat "temel bir hak" değil miydi? Bundan sonra "doğayı koruma" adı altında halka "yıllık yolculuk kotası" da getirilebilirdi o zaman... Ya da benzin karneye bağlanabilir, büyük araç ve müstakil ev alabilmek için "çok çocuklu aile" olma şartı aranabilirdi. Ve tüm bunlar pekala "çoğunluğun iyiliği", "gezegenin esenliği" gibi ulvi bir gerekçeyle sunulabilirdi.
"Virüs"ün yerini "karbondioksit"in alacağı bir tür distopya... Bu saatten sonra kim "olmaz" diyebilirdi?
2023: PÜR-HANDE, DEF-İ MELÂL!
İşte dünya böyle çelişkilerle dolu bir yere dönüştü, bir "bilinmez"e doğru SpaceX roketi gibi hızla ilerliyor. İnsanlık Tilman Krause gibi iyimser olmak istiyor ama yollar maalesef hep Kristina Schröder'in öngörülerine çıkıyor.
Bugünlerde biz Türkiye'dekilerin ruh hali de karmakarışık... Ona da bir başka büyük şair, Tevfik Fikret tercüman oluyor. "Bahar olsun, bahar olsun!" derken nisana girdik bile.. Şimdi kimilerimiz kıştan kurtulduğu için mutlu, sahillerde sere serpe geçecek bir Ege tatili hayal ediyor. Kimimiz de yazın yanacak ormanlar için şimdiden kaygılı, "alınmayan" önlemleri sorguluyor.
Kuaför, kafe, giyim kuşam derken insanlar artık neyi kısacaklarını şaşırmış; farkında olmadan büyük bir depresyona sürükleniyor. Bir kilo domates 30, tek bir francala olmuş 7 lira... Bahar pek "mağmum" geçiyor.
Bir yanımız ilk seçimde iktidarın değişmesini, ekonominin düzelmesini bekliyor. Bir yanımız "Ya gitmezlerse?" korkusu içinde; yeni seçim kanununu tartışıyor. "Def-i melâl" yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor.
Ve işte Ceylan Yeğinsu'nun son haberi: Enflasyon, enerji krizi, ham madde darlığı ve savaş nedeniyle Akdeniz ülkelerinde bu yıl da turizm patlaması beklenmiyor. Eh, Türkiye de o coğrafyada olduğuna göre... Pek "pür-hande" olmayan bir cihanda bizim gönlümüze yine "hazan" düşüyor!
Ludwig Uhland - Bahar İnancı (Frühlingsglaube)
Dünya her gün daha güzel olacak,
İnsan bilemez, daha neler yaşanacak.
Yeşerme hiç bitmez.
En uzak, en derin vadide çiçekler açar.
Şimdi, zavallı kalp; unut kederi!
Şimdi her şey, her şey değişmeli!
OKUL resimaltı: 2020'ler Avrupa'sında yeni nesiller, okullarda "savaş"ın ne olduğunu öğrenerek yetişiyor. (Fotoğraf: Andrew Testa - The New York Times)
Tevfik Fikret – Bahar-ı Mağmûm
Bahar olsun, bahar olsun da gönlüm,
Biraz def-i melâl etsin, diyordum.
Cihân tağyîr-i hâl etsin, diyordum.
Bahar oldu bütün feyziyle, gördüm:
Cihan pür-hande, cennetten nişândır,
Benim gönlüm fakat vakf-ı hazândır.