Aslı Kotaman
Artık herkes kendini oynuyor!
Birbirimizi sürekli izleyiciye tanıtıyor ve her alanda şuursuzca bizi izleyenlerin peşinde koşuyoruz. Kimin kimi izlediği belli değil aslında. Kendini izleyenleri izleyen ve hala orada olup olmadıklarını sorgulayan insanlara şaşırıyorum. Hayatın her anı seyirlik. Bizi izleyenleri izleyerek ve herkesin çarkın içinde izleyen bir izlenene dönüşünü kutsayarak tüketiyoruz bütün anlamları…
Bu hafta kendilerine bir tanıtım dansı çeken iki doktorun videosunu izledim. Maalesef kaydetmemişim. Üzerine yazmak için oturduğumda sadece hatırladıklarımdan yola çıkmak zorundayım. Bu gördüğüm videodan aklımda kalanlar bütün hafta boyunca olup biten çoğu olayın ekseninde durmaya devam ediyor. Süreci mikro ünlülük veya pazarlama bağlamında da ele alabiliriz. Veyahut bu durum bir izleyen-izlenen sürecinde değerlendirilebilir. Ne de olsa umarsızca seyirci peşindeyiz. Kim olduğumuz, ne yaptığımız fark etmiyor. Yeter ki beni takip edin. Bunu bir “kendi gibi olma” yarışı olarak düşünmeye başladım.
İzlememiş olanlar için hatırlatayım. İki doktor birbirini tanıtıyor. Hayli iyi giyimli iki doktor, bir muayenehanedeler. Maskeleri var. Bu önemli bir detay. Dans ediyor ve sırayla birbirilerini tanıtıyorlar.
Birbirimizi sürekli izleyiciye tanıtıyor ve her alanda şuursuzca bizi izleyenlerin peşinde koşuyoruz. Kimin kimi izlediği belli değil aslında. Kendini izleyenleri izleyen ve hala orada olup olmadıklarını sorgulayan insanlara şaşırıyorum. “Bugün …… yazdım ve 200 takipçim uçtu.” Bir bakıyorum hesabın takipçisi 20 bin. Giden 200 kişiyi nasıl anladın? Velhasıl hayatın her anı seyirlik. Ama dediğim gibi karşılıklı. Ben seni seveyim sen beni sev ki bozulmasın ağzımızın tadı. Bizi izleyenleri izleyerek ve herkesin çarkın içinde izleyen bir izlenene dönüşünü kutsayarak tüketiyoruz bütün anlamları.
Neden Trump? Çünkü ‘kendi gibi’!..
Trump’a oy veren sosyo ekonomik olarak alt sınıf, beyaz olmayan Amerikalı kesimle ilgili bir anket değerlendirmesi okudum. Ona neden oy verdiklerini şöyle açıklıyor seçmen: “Kendi gibi!”.
Kendi gibi olmak ve hayatta maskeler takmak uzun yıllardır meseleye bakışımızı daraltan, filtreleyen kavramlar bana kalırsa. Goffman’ın benliğin sunumu üzerine olan teorisi hala sosyal medya makalelerinin temel tezlerinden biri. Sosyal maskeler taktığımız ve her ortamda farklı bir maskemizle varoluşumuzu sürdürdüğümüz, kendimizi değil bizi temsil ettiğini düşünen bir sanal kimliğin gücü. Hiçbirini yanlış bulmuyorum. Ama şu an itibariyle birçoğumuzun taktiği tek maske, bence Korona’ya karşı olan yüz maskesi. Hayatın bu denli dijital medya olanaklarıyla sarıp sarmalandığı, kişilerin mikro ünlüler olarak, kendilerini de pazarladıkları ürünler misali gözler önüne serdiği bir durumda, hangi kendi olmama durumundan bahsedebiliriz? Bu kendi olamama durumu daha derinlerde bir yerde başka biri olduğunu anlatıyor aslında. Nerede yahu? Herkes maalesef tam da olduğu gibi, hiçbir derinlik yok. Ortalık sığlıktan geçilmiyor.
Tek boyutluluğa mahkum insan
Deleuze ve Guattari’nin “A Thousand Plateaus/Bin Yayla” adlı çalışmasında “rizom” adını verdikleri bir kavram vardı. Türkçeye “köksap” olarak çevrilen bu kavram aslında botanikten devşirilen ve sarmaşık, ayrıksı ot anlamlarına gelen bir sözcüktü. Bu kavram metaforik olarak dalların birbirinden beslendiği, çoğaldığı, farklı farklı köklerden oluştuğu, bazı noktaların birbirinden koptuğu ama yeni bağlar kurduğu bir düzeni anlatıyordu.
Her an değişebilen, öngörülemeyen, doğrusal olmayan bir hiyerarşi düzeni, bu kavramı açıklamak için en kolay yoldan söylenebilecekler. Bana ise artık şöyle geliyor: Toplumun kendisini şekillendiren düzeni rizomik olarak tanımlamaya başladığımız andan itibaren insan tek boyutluluğa mahkum olmaya başladı sanırım.
Şeffaf, çok şeffaf
Birçok farklı alanda farklı kimliklenme, çokça yeni yüze ve yeni iletişim biçimine sahip olma benlik kavramımızı törpüleye törpüleye şeffaf bir hale getirdi. Trump çıkıp “kendi gibi konuşuyor”. Başka şekilde konuşamadığından olabilir mi? Doktorlar çıkıp kendini sunuyor. Çünkü bu kendi gibi olma, doktor olmanın diğer insanların gözündeki hiyerarşide es kaza başka bir noktaya oturması ihtimaline tahammül yok. “Bir saniye, ben halkıma yakınım, onlardan farklı değilim, sadece bunu göstermeye ihtiyacım var!..” Hayır, bence yok. Çünkü en başından itibaren farklı olduğunuzu bir an bile düşünmedik.
Her toplumsal hareketin tek bir imgeye indirgendiği bir sosyal çeşitlilik içinde insanların kendilerini nasıl tanımlamasını bekliyorduk ki? Her anın açık seçik yaşandığı, herkesin her konuda ahkam kesebildiği bir yerde hangi derinlikten, hangi başka yüzlerden bahsediyoruz? Dahası bir insanın gösterdiği yüzünden başka bir kendisi olduğunu düşüncesi eski ve romantik değil mi artık?
Depremde enkazdan kurtarılan çocukların aynı fotoğraflarını onlarca kez gördüğümde diyorum ki, her olay nasıl tek bir imge üzerinden hafızama kaydoluyorsa kişiler de artık tek bir özellik üzerinden hafızama kaydoluyor. Herkes hızla bir streotipe dönüşüyor değil. Dönüştü.
Yüzeyde anlam üretme çabasından, derinde anlam kalmadı
İki yarı ünlü adamın twitter paylaşımlarına rast geldim. Yarı ünlü diyorum çünkü kendilerini tanımıyorum. Bir paylaşım diyor ki “Kendim İzmir’de, bedenim Antalya’da”. Bu adam nasıl bir maske takıyor olabilir? Hangi kendilik halini değil ama bir diğerini sergiliyor? Büyük ve önemli meselelerle ilgili yapılabilecek tek şey uzun yıllardır racon edebiyat dergilerinin bize öğrettiği gibi büyük laflar etmek. Başka edecek kelime yoksa ve sahip olduğun tek şey bu içi boş kelimelerse o zaman bu kelimeleri sarf ettiğinde “kendin gibi olmuş” olmuyorsun. Belki de Hemingway ünlü atışmalarında Faulkner’e değil bize sesleniyordu. “Zavallı Faulkner büyük duyguların büyük kelimelerle yazıldığını mı düşünüyorsun?”
Maalesef kendi gibi olduğu için sevdiğimiz bir çok ünlü ya da yarı ünlü aslında sadece kendini oynuyor. Oynayacağı maske takacağı başka bir yüzü yok. Belki eksik laf ettim. Sadece ünlüler için değil bu söylediğim. Bakın çevrenize. Çoğu insan Wall-E animasyonundaki yuvarlanan insanlara benzedi. Hayatın çok boyutluluğuna ayak uyduramadık. Yüzeyde anlam üretme çabası arttıkça derinde hiçbir anlam kalmadı. “Bir Umut Var” bardakları bile bu anlamsızlığın tezahürü değil mi? Kendi kendimize kalıp sessizce düşünebilseydik asla yapılmayacak, söylenmeyecek şeyleri yapmamızı başka nasıl açıklarız?
Maalesef artık herkes kendini oynuyor, herkes kendi gibi. Kendi gibi olmak bir başarı olmaktan çıkalı çok oldu. Bence marifet o yüzeydeki davranışını sadece birkaç dakika düşünerek ortaya çıkarabilmekte. Ben neredeyse sosyal maskeler dönemini tercih edeceğim.