Derya Kömürcü

Derya Kömürcü

Seçim seçim diye diye…

Seçim sonuçlarından bağımsız olarak bizi esas kaygılandıran, öfkelendiren ve çaresiz hissettiren şey, her geçen gün devletin işlemediği, Anayasa hükümlerinin tanınmadığı, seçmenlerin kullandığı oyun yok sayıldığı bir ortam. Bu durumla başa çıkmanın yollarından biri seçim olabilir, ama sadece seçim olmadığını artık çok iyi biliyoruz.

 

 

 

 

14 ve 28 Mayıs seçimlerindeki büyük hayal kırıklığı muhalif kamuoyunun çok derin bir karamsarlık ve umutsuzluğa kapılmasına yol açtı. O günden beri muhalif seçmenler bıkkın, çaresiz ve öfkeli. Umut saman alevi gibi arada bir parlasa da hızla sönüyor ve yerini daha şiddetli bir karamsarlığa bırakıyor.

Muhalefetin hemen her unsuru bu karamsarlığı daha da derinleştirmek için adeta elinden geleni yapıyor. İYİ Parti’nin hali ortada. Muhalefete muhalefet etmek ve geçmişte kim hatalı kim haklıydı tartışması dışında topluma hiçbir şey sunamıyor. CHP’de ise değişim diyenler Kurultay’dan galip çıktı ama birkaç yeni isim ve kısmi söylem revizyonunun ötesinde bir değişimden bahsetmek pek mümkün görünmüyor. Daha önemlisi, belediye başkanlıkları için aday belirleme süreci de çok açık bir biçimde gösteriyor ki kadim bir CHP geleneği olan parti içine yönelik siyaset her şeyden daha önemli olmaya devam ediyor. CHP içinde her grup ya da klik yerel yönetimler üzerinden kendi güç merkezlerini oluşturabilmek ya da koruyabilmek için kıyasıya mücadele veriyor. Bu süreçte CHP kadroları, seçmenleri ve tabii genel kamuoyu, genel başkan değişikliğine rağmen partinin gerçek anlamda bir iktidar perspektifine sahip olmadığını, seçim zamanı geldiğinde yine tüm tartışmanın isimler üzerinden döneceğini apaçık görüyor.

 Bizi bu kadar karamsar kılan 2023 seçimlerinin çok yaklaşılmasına rağmen kazanılamamış olması mı? Yoksa İYİ Parti’nin muhalefeti sabote etmesi ya da tüm değişim iddiasına karşın CHP’de pek az şeyin değiştiğini apaçık görüyor olmamız mı? Belki de kendi tembelliğimiz, korkaklığımız ve ikiyüzlülüğümüzdür bizi bu kadar çaresiz hissettiren.

BUGÜNÜ 5 YIL ÖNCESİNDEN DAHA KÖTÜ KILAN NEDİR?

Bu tablo karşısında aklı başında olan herkes 31 Mart yerel seçimlerine iki aydan kısa bir küre kalmışken haklı olarak seçim sonrasında Türkiye’yi çok daha karanlık günlerin beklediğini görüyor ve kaygılanıyor. Elbette kaygılanmak için çok haklı gerekçelerimiz var. Ancak bugünü beş yıl öncesinden daha kötü kılan nedir? Bunun sebebini kavramadan içine düştüğümüz kısır döngüden çıkabileceğimizi sanmıyorum.

Beş yıl önce, 24 Haziran 2018’deki cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri sonuçlandığında şu anda muhalefet dediğimiz toplam, kâğıt üzerinde bugünkünden daha iyi bir durumda değildi. 25 Haziran sabahına uyandığımızda AKP yüzde 42,6 oy oranıyla 295 milletvekili, MHP yüzde 11,1 oy oranıyla 49 milletvekili elde etmiş, Meclis’te 344 vekillik bir çoğunluğa ulaşmış, dahası Erdoğan yüzde 52,6’lık bir destekle yeni “başkanlık sistemi”nin ilk cumhurbaşkanı seçilmişti. O sabah, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi büyükşehirler hâlâ iktidar tarafından yönetiliyor ve bazılarında 20 yılı aşkın süredir devam eden bu yönetimlerin sonlanacağına dair hiçbir emareye rastlanmıyordu. Daha kötüsü, tıpkı 14 Mayıs 2023 gecesi olduğu gibi 24 Haziran 2018 gecesi de yenilgi psikolojisi yönetilememiş ve muhalif seçmenler “adam kazandı” cümlesinin yıkıcılığıyla baş başa bırakılmıştı. Yani gerçekten de nesnel olarak değerlendirildiğinde 24 Haziran 2018 seçim sonuçları 14 ve 28 Mayıs 2023 seçim sonuçlarından daha olumlu bir tablo ortaya koymuyordu.

Ancak bu olumsuz tablo 31 Mart 2019 yerel seçimlerine uzanan bir karamsarlığı körüklemedi. CHP, İYİ Parti ve HDP’nin kazanmak için yapılması gerekeni doğru analiz edip o doğrultuda hatasız hareket etmesi 31 Mart’ta sadece bir yerel seçim zaferi değil, aynı zamanda 2023 seçimlerine yönelik bir kazanma umudunu da beraberinde getirdi. Bu beş yıllık zaman dilimi içinde Türkiye’de her gün biraz daha otoriterleşen bir tek adam rejimi tesis edilirken, bir sonraki seçimin kazanılacağına olan inanç muhalefetin bütünüyle sandığa kanalize olmasını, toplumsal muhalefetin neredeyse tamamen yok olmasını ve siyasal partilerin toplumla oy ilişkisi dışındaki tüm bağlarının ortadan kalkmasını beraberinde getirdi.

İYİ PARTİ MUHALİF SEÇMENİN PSİKOLOJİSİNİ BOZDU

14-28 Mayıs seçimlerinde AKP ve MHP, toplam yüzde 53,7’den 45,7’ye gerileyen oy oranı, 344’ten 318’e düşen milletvekili sayısı ve beş yıl önce muhalefet kaptırdığı İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi belediyelere rağmen o kadar güçlü bir psikolojik üstünlük elde etti ki genel anlamda muhalefet olarak adlandırdığımız yapının yıkılıp gitmesi için ufak bir esinti yetti. O da İYİ Parti’den geldi.

İYİ Parti kendi adaylarıyla seçime girdiğinde CHP’li adaylara çok büyük oy kaybettireceği için değil, Erdoğan iktidarı karşısında kazanmanın tek yolu olan muhalefetin birlikte hareket etme stratejisini sabote ettiği için muhalif seçmenlerde bu kadar büyük bir öfke ve karamsarlığın ortaya çıkmasına yol açıyor. Yoksa seçmenler gayet iyi biliyor ki yerel seçimlerde şu veya bu belediyenin kaybedilmesi dünyanın sonu olmadığı gibi kazanılması da gelecek büyük zaferlerin habercisi değil.

Peki durum buysa niçin bu kadar karamsarız? Bizi bu kadar karamsar kılan 2023 seçimlerinin çok yaklaşılmasına rağmen kazanılamamış olması mı? Yoksa İYİ Parti’nin muhalefeti sabote etmesi ya da tüm değişim iddiasına karşın CHP’de pek az şeyin değiştiğini apaçık görüyor olmamız mı? Belki de kendi tembelliğimiz, korkaklığımız ve ikiyüzlülüğümüzdür bizi bu kadar çaresiz hissettiren. Bence bunların hepsi bir dereceye kadar etkili, ancak içten içe hepimizin hissettiği bir şey daha var galiba.

CAN ATALAY GERİLİMİNİN YARATTIĞI KAYGI BAMBAŞKA

Özellikle TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iki ihlal kararı sonrasında ortaya çıkan Anayasa tanımaz tablo ve nihayetinde TBMM’nin de bu Anayasa tanımazlığı onaylayan bir tutum içine girmiş olması, bu ülkede yaşayan tüm yurttaşlar için seçim kazanıp kaybetmenin ötesinde bambaşka kaygıların kapısını araladı.

Anayasa hükümlerinin tanınmadığı, hukuk devletinin işlemediği, seçmenlerin kullandığı oyun yok sayıldığı bir ortamda belediye seçimlerini kazanmak ya da kaybetmenin pek az önemi olduğunu sanırım hepimiz her gün biraz daha açık idrak ediyoruz. İşte seçim sonuçlarından bağımsız olarak bizi esas kaygılandıran, öfkelendiren ve çaresiz hissettiren şey bu. Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılamadığı, seçme ve seçilme hakkının göreceleştiği, en nihayetinde can ve mal güvenliğinin ortadan kalkma riskiyle karşı karşıya kaldığınız bir yaşam size ancak orman kanununun geçerli olduğu bir toplum düzeni sağlar.

Bu durumla başa çıkmanın yollarından biri seçim olabilir, ama sadece seçim olmadığını artık çok iyi biliyoruz. Bu yüzden muhalefet, yıllardır her eylem ya da tepki öncesinde devreye giren “böyle davranırsak acaba bize seçimde zarar verir mi” düşüncesini bir kenara bırakmadığı ya da biz yurttaşlar olarak Türkiye siyasetinde radikal bir dönüşümü sağlayacak tutum ve tercih değişikliklerini sergilemediğimiz sürece kaygı, öfke ve çaresizlik içinde yaşamaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Derya Kömürcü Arşivi