Şarkıda “Kır Kalbimi” diye haykıracak kadar cesur bir kadın var!

Türkçe rock müziğin az ama öz işler yapan kadın vokallerinden Pınar Azizoğlu, altıncı teklisi “Kır Kalbimi”yi yayınladı. Azizoğlu’nun alışkın olduğumuz agresifliğini, yüksek mertebeden bir melankoliyle kaplayan şarkı, aynı zamanda cesur bir kadının kaybediş hikâyesiyle en sert yerinden yüzleşmesini anlatıyor.

 

Müzik repertuarı geniş bir ailede büyümüşsün. 7-8 yaşında Queen hayatına girmiş ama esas kırılma noktası Mor ve Ötesi’nin “Dünya Yalan Söylüyor”la, daha da özelde Kerem Özyeğin sayesinde olmuş. “Dünya Yalan Söylüyor” gerçekten de dinamit gibi kucağımıza düşmüştü. Herkes kendince payını aldı. Senin payına ne düştü o albümden? Çünkü müzik yolunu şekillendiren o albüm olmuş ve devamında da Mor ve Ötesi’yle tanışma hikâyen var…

O yaşlarda kendimle ilgili hatırladığım şeylerden biri, bir albümü edinip içindeki kartonetiyle belki albüm kadar haşır neşir olmaktı sanırım. Çok severdim şarkının sözlerini derinlemesine incelemeyi. Ve künyelerine bakardım kim neyi çalmış diye. Şu anda bunların kalmaması beni üzüyor açıkçası. Ve en önemlisi sevdiğim sanatçıların röportajları için dergiler gazeteler alırdım. Sırf o sanatçının kendini nasıl beslediğine olan merakımdan. Ve eğer röportajlarda beslendiği bir şarkı veya müzisyeni paylaşmışsa gidip onu araştırır mutlaka da albümü varsa edinirdim. Hâlâ da hepsi durur, saklarım. Mor ve Ötesi onlardan biri. “Cambaz”ı ilk duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm, dedim ki ben gitar çalmak istiyorum. Kerem Özyeğen’in o riff’i benim müzik hayatımı başlattı. Ve ne mutlu bana ki yıllar sonra bunu Mor ve Ötesi şarkı yarışması vesilesiyle Harun Tekin’e ve Kerem Özyeğen’e bizzat söyleyebilme ve teşekkür edebilme fırsatı sundu bana hayat. Tabii o albümdeki bütün şarkılar bence zamanının çok ötesinde ve hepsi bence hit. “Yardım Et” “Re” “Uyan” ve “Son Deneme”nin yerleri benim için apayrıdır ama.

 

“Anka”dan itibaren yayınladığın her şarkının bir hikâyesi var. Üzerine oturup konuşabileceğimiz şarkı sözleri yazmışsın. Nicelik elbette o kadar önemli değil ama anlatacak daha da fazla hikâyen olduğunu düşünüyorum. Kısaca altı şarkı seni dinleyen, müziğini, içini seven birisini kesmez bence. Müzik dışındaki hayatın mı etkiliyor üretimini yoksa gerçekten “az olsun, bizim olsun” kafasında mısın? Misal, iki hafta önce Ufuk Sağın’ın yeni şarkısıyla ilgili bir röportaj yaptık. Aşağı yukarı iki sene sürmüş şarkının bizle buluşması. Seninki de böyle bir şey mi?

Şarkı sözlerini yazarken çoğunlukla yaşadığım, ama bazen de hiç yaşayamayacağımı bildiğim şeyleri aktarıyorum. Bazen yarım kalan hikâyeler de bu pakete dahil oluyor hatta. “Anka” benim 2013’te yazdığım, aslında bütün hayatımı İzmir’den İstanbul’a taşımamla birlikte olan hengameyi de anlatıyor galiba bir yandan. Ve bunun üstesinden nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde gelmiş olmama da kendimce hayretimi ve selam çakmamı da içeriyor. Durumların içindeyken ve savrulurken ben de insanlık hali tabii ki anlayamayabiliyorum ne kadar güçlü olduğumu o an. Kendimi uzaktan seyredince fark etmiş ve yazmıştım onu. Kendime ne kadar sağlam temellerimin olduğunu hatırlattığım bir şarkı “Anka”. Bu yüzden çıkışımın o şarkıyla olmasını istedim. Altı şarkı beni de kesmiyor. Kenarda dinleyicilerimi bekleyen doksanı aşkın şarkı var bekleyen. Çok fazla üreten bir insanım aslında ve azla da yetinmeyi pek sevmem açıkçası. Sadece biraz eski kafalı diyebilirsiniz belki ama, kalıcı şeyler bıraktığımın bilinciyle o şarkıları sunuyorum. Günlük tüketilen şarkıların içine dahil olmamak adına da elimden geldiğince ince eleyip sık dokurum hep. Büyürken böyle gördüm kendi zamanıma da gördüklerimi devrediyorum diyelim. Şu an bulduğum aslında ailem dediğim kemik kadroya olan bağım ve sadece onlarla müzik yapma isteğim dolayısıyla biraz araya zamanlar giriyor. Onların zamanlarıyla ortak paydada buluşmak zahmetli olabiliyor. İşin içine bir de işimle ilgili aşırı bir titizlik delisi olmam girince haliyle uzuyor şarkıların sizlerle buluşması.

 

Şarkı sözlerine değinmişken oradan ilerleyelim. Seni “büyüten” isimlere baktığımda bu tür şarkı sözleri yazman normal ve zaten sound’unla da gayet uyumlu. Ama sözlerindeki derinlik yapay değil. Bazen salt “derinlik” için çok anlamsız, oradan oraya savrulan sözlerle karşılaşıyoruz. Derdini iyi anlatıyorsun. Ben genelde müzisyenlerde bunu samimiyete ve “çıplaklığa” bağlarım. Katılır mısın buna?

Katılıyorum kesinlikle. Kendimi tüm samimiyetimle hatta bazen o yarayı bile bile kanatarak ve bundan kaçınmadan kaleme alarak anlatmayı seviyorum. Akabinde o netlik size çıplaklık ve derinlik olarak yansıyor. Belirsiz, net olmayan ve duygu olmayan her şey yapay gelir zaten insana. Genelde kendimi çok fazla yerden yere vurup eleştiririm, bu yüzden de bir şeyleri şarkılarda aşırı müstehcen ve özelse bile anlatmaktan çekinmem, zaten hayat böyle. Çünkü ben kafamda çözmüş bitirmişimdir o sırada, oralardan geçip atlatmışımdır çoktan. “Kır Kalbimi” şarkısında da cesur bir yerden anlatmamın sebebi bu, oradaki terk edilişi. Yoksa diğer söz yazımlarındaki aşk acılarından farkı kalmayacaktı. Kelimelerle aram zaten çok iyidir ancak bunu sadece çok kitap okumama bağlayamam tabii. Hikâye aktarımını uzunca seneler çok çok iyi başaran müzisyenleri incelememden de kaynaklanıyor. Bülent Ortaçgil, Teoman, Feridun Düzağaç ve Onur Özdemir bunlardan sadece birkaçı. Bu yüzden kendinin en büyük eleştirmeni olmak da lazım, fakat aşırıya da kaçmamak gerek. Ben her gün bu iki deliliğin arasındaki o ince çizgide yürüyerek bunun savaşını veriyorum açıkçası. Yolda da birkaç balata yakılıyor tabii.

 

Yeni şarkın “Kır Kalbimi”yle 2023’e sağlam bir şekilde veda ettin. Şahsen, diskografindeki en “kişisel” şarkı olduğunu düşündüm arka arkaya dinleyince. Sound’unun da şarkının bütününe yayılan ve diğer şarkılarına göre daha ağırdan aldığın bir tarafı var. Ve “Kötüyüz Artık” gibi agresif bir şarkının ardından gelmesi de şaşırttı açıkçası. Nedir şarkının hikâyesi? Nasıl ortaya çıktı?

 

İkisinin yazımı arasında tam dört sene var. Şarkı havuzumda çok fazla şarkı bulunduğu için genelde önce dinleyicinin en çok sevebileceği ve eşlik edebileceği şarkıları seçiyorum. Bu yüzden aralarında yıl farkı olabiliyor veya arka arkaya yazdıklarım da ardı ardına yayınlanabiliyor denk gelme meselesi aslında. “Kır Kalbimi” 2017’de yazıldı. İlişkilerde “beni çok kırdın” suçlayıcılıklarına girmekten ziyade biraz daha cesur ve olgun cümleler kurmayı seçen bir taraftayım. Gözüm çok karadır o konularda, üst üste riskler alırım, bazen gereğinden bile çok savaştığım olur benim için kıymetli bir insansa hayatımdaki kişi. O şarkıda bittiğini algılayıp, bununla yüzleşen, “Kır Kalbimi” bununla cesurca yüzleşen bir kadın var “Kır Kalbimi” diye haykıracak kadar.

“Kötüyüz Artık !” ise 2021’in başında pandemide yazdığım bir şarkıydı. “Kötüyüz Artık!”ta denediğim şey, şeytanın dilinden herkese kendini çok güçlü hissettiren ve her şeyi yapabilecek gazı veren bir şarkı yazmaktı. Ters bir dünya yaratmak istedim.

Anlatılan bütün masalların sonunun kötü bitmesine de bir atıfta bulunarak, iyi olmayı sonuna kadar ve defalarca deneyen ama bir yere varamayıp, elindekileri tamamen ve çaresizce tüketmiş böyle bir varlığın (çünkü bir melek özünde) kötü olduğunda bir şeyleri kazanabildiğiyle yüzleşmesi ve bir karar almasıyla ilgili.

Şarkıda sadece bir yerde Pınar’ı duyuyorsunuz aslında, o kısmı da şeytan ile düetim olarak tasarladım. “Cehennemin yollarını ellerimle döşerken şeytan kadar kırgınım” diye duyacağınız kısım, şeytanla dans ettiğim kısım diyebiliriz.

 

“Kır Kalbimi”de neredeyse paramparça olmuş birini anlatıyorsun. Sanırım bir tek “göğsündeki acı” var. O da gitti, gitmek üzere. Aslında dünyanın en kırılgan canlısı olmamıza rağmen insanın bunun kabullenmemesi bana tuhaf gelmiştir hep. Farkında olmasa eyvallah diyeceğim ama biliyoruz bu durumu. Başımıza geldiğindeyse senin şarkındaki bir vaziyet ortaya çıkıyor. Bunun bencillikle alakası olduğu aklına geldi mi hiç? “O ân” sen, ben, biz, neyse, her kimse o yaşıyor gibi sadece dünya üzerinde… Ne dersin?

 

Geçtiğimiz hafta sonu çok sevdiğim, çok kıymet verdiğim birine, hatta çocukluğumun da bir kısmına veda etmek zorunda kaldım. Konunun ölümle alakası bile yok bu arada, ama hayatımın en zor birkaç anından, kararından biriydi ve göğsümdeki o acının değişmediğini hatta genişlediğini fark ettim. Şarkıda da dediğim gibi haklı haksız yarışı değil ve yarışlar da umurumda değil açıkçası. Çünkü acı orada duruyor ve aslında gitmiyor. Her bir acının benimle her gün yan yana yürüdüğünü bile söyleyebilirim. Beni yalnız bırakmayan gölgem gibiler ama alışıyorsunuz galiba. Ancak çok uzun zamandır, o kişi her kimse, hayatımda, dünyamın üzerinde, bir tek o varmış gibi merkeze koymuyorum. Buradan bakarsak bu da bencilliktir belki, ama aslında bir savunma mekanizması ve bence herkes sahasını korumak da isteyebilir pek ala. Çünkü evet hepimiz kırıldık, bir yerlerde yıprandık fakat mesele denerken o emeği vermek için korkmamak, cesur durmak veya o kişi yanındayken o değeri bilmek. Dönüp baktığında “ben elimden gelenin fazlasını bile yaptım” demenin verdiği gönül rahatlığı… Bazen severken kaybedebilirsin bu dert değil, önemli olan o eforu, çabayı görebilmek ve gösterebilmek. Göremiyorsan ve tek başına ya da yarım bırakıldıysan senin de bir yerde bırakman gerekir. Şarkıyı da tam olarak bu yüzden kırılmayı, paramparça olmayı göze alabilenlere ithaf ettim.

 

İnternette seninle ilgili arama yaparken sürekli karşıma “yeni nesil” nitelemesi çıktı. Eskilerle hamurunu güzelce karıp şimdiki hâline kavuşan sanatçılar, neden sürekli eskiyi tedavülden kaldırma amacıyla karşımıza çıkartılıyor? Ben burada çuvaldızı, biz gazetecilere batırmaktan çekinmiyorum açıkçası. Sen neler söylemek istersin?

 

Açıkçası 95’li biri olarak, o dönemi ve rock müzik furyasının revaçta olduğu zamanı kendime bir yön edinip müziğime yansıttığım için eski veya yeni kavramlarına takılmıyorum. İş kendini zaten ifade ediyor. İşin gustosu benimkinden daha önemli hatta. Ortaya koyduğum şeyin kalitesi ve kalıcılığı benim için önemli. Zamansız bir şeyler yaratıp iz bırakmaya gayret gösteriyorum.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi