Tayfun Atay
Evlen, kan kus, kızılcık şerbeti içtim de!.. HÜDA PAR’ın Kızılcık Şerbeti
Kızılcık Şerbeti diyor ki ey kadınlar, ister “modern-seküler” ister “dindar-muhafazakâr” bir yaşam tarzının içinde olun, ha Ali, Veli-ha Veli, Ali; her iki halde de eziliyor, engelleniyor, bastırılıyor, tacize uğruyor ve sessizliğe boğuluyorsunuz!.. Zaten dizinin adının da bununla bağlantısı kurulabilir: Ataerkil kültürel-politik örüntü, kadınlardan eş-evlat-kardeş, topluca insan olarak ve ister “seküler” olsunlar ister “dindar”, erkek karşısında ne yaşarlarsa yaşasınlar, “Kan kustuk, kızılcık şerbeti içtik” demeleri beklentisi içindedir. Dolayısıyla dizi, başı örtülü kadınla mini etekli kadını, eril tahakküm karşısında dişil çaresizlik sorunuyla mücadele yolunda birlikte hareket etmeye çağırıyor.
HÜDA PAR kadın kolları yönetim kurulu üyesi Zehra Çiftçi kamera karşısında partisinin kadın ve aileye bakışını özetledi. Beklenebileceği gibi, “sapık” ilişkilerden girdi evlilik-dışı ilişkilerden çıktı; Batı-tipi yaşam tarzını reddetti, aileyi kutsadı; ne pahasına olursa olsun evlilikleri kurtarmaktan, boşanmaların önüne geçmekten ve bu konuda devletin üstüne düşeni yapması gerektiğinden dem vurdu.
Neresinden tutsanız ayrı tartışma konusu da biz güncel-popüler bir başka konuyla bağ kurma yolunda şu sözlerden tutalım:
“Sorun yaşayıp boşanma seviyesine gelmiş eşler arasında sulhu sağlamak için arabuluculuk yapacak sivil toplum kuruluşlarına ve şahıslara imkân verilmelidir. Bu girişimler devletçe teşvik edilerek boşanmaların önüne geçilmeli, toplumun aile yapısı korunmalıdır.”
Gerdekteki “boşanma seviyesi”
Bu sözler, geçtiğimiz haftanın gündeminde epeyce yer alan televizyon dizisi Kızılcık Şerbeti’ne RTÜK’ün yayın durdurma cezası talebiyle ilgili tartışmaların ortasına düştü. Öyle olunca kesişimler, titreşimler, etkileşimler eksik olmuyor insanın zihninde… Çünkü dizinin en çok rahatsızlık yaratan kesiti, tam da HÜDA PAR kadın kolları yöneticisinin bahsettiği şekilde evli bir çifti “boşanma seviyesi”ne getirmiş şu “sorun”: Ailesinin zoruyla görücü usulü istemediği bir adamla evlilik girdabına itilmiş dindar-muhafazakâr bir kadın, gerdek gecesi tartıştığı nemrut eşi tarafından pencereden atılır ve ölümün eşiğine gelir. Daha evliliğin başında, gerdek gecesi koca şiddeti yani…
HÜDA PAR’lı hanımefendiye göre eşler arasında sulh sağlanmalı. Şahıslar, yani kanaat önderleri, kuvvetle muhtemel ki hocalar-şıhlar-mollalar devreye girmeli, arabuluculuk yapmalı, boşanmanın önüne geçilip aile yapısı korunmalı…
Amma velakin fitnebaz dizi hiç mi hiç oralı değil. Akışa bakılırsa boşanmada da ısrar edilecek gibi görünüyor, koca şiddetine maruz bırakılmış tesettürlü kadının da kimliğiyle, yaşam tarzıyla, yetiştiği kültürel ortamla bir hesaplaşma sürecine sokulacağı hissediliyor.
“Kutsal aile” zorda yani…
O zaman devlet de RTÜK de göreve çağrılacaktır elbette.
Ah bir de şu mahkeme su koy vermeyip istenen cezayı onaylaydı ya, n’olurdu!.. Neyse, dur sen, seçim hayırlısıyla geçsin, o mahkemeleri daha da tam tekmil hizaya getirip “inancımıza-değerlerimize-kültürümüze uygun” hareket etmeye “teşvik” yolunda HÜDA neylerse güzel eyleyecektir!..
Kızılcık Şerbeti “Seccade Vaveylası”na karşı
Kızılcık Şerbeti, kadına yönelik şiddet de içeren bir gerdek sahnesi bahane edilerek RTÜK’çe cezalandırılmak istendi, ama diziyi beş bölüm yayın durdurma cezasıyla seyirden soğutmayı hedefleyen bu girişimin ardında daha “derin” sebepler olduğunu düşünmek kaçınılmaz. Ben üç noktayı bu bakımdan tartışmaya açmak gerektiği kanaatindeyim.
Birincisi şu: Kızılcık Şerbeti, aynen onun gibi bir haftadır kamuoyu gündemindeki “Seccade kurgusu”yla istenilenin tam tersini yaptığı için iktidar sahiplerinin RTÜK dolayımıyla hışmına-gazabına uğratılmaya çalışılmakta diye düşünmek mümkün.
“Seccade” ile istenilen neydi?.. Bu ülkenin “seküler-modern” kesimleriyle “dindar-muhafazakâr” kesimleri kanlı-bıçaklı olsun; olsunlar ki bizim iktidarımız daim ve bâki olsun!..
Peki, Kızılcık Şerbeti ile istenen ne?.. Bu ülkenin “seküler-modern” kesimleriyle “dindar-muhafazakâr” kesimleri kanlı-bıçaklı olmasınlar, hısım-akraba olsunlar!..
Ataerkilliğin dini-imanı yok!
Elbette dizinin, Türkiye’nin birbirine yabancı-hasım-antipatik iki kültürel/kimliksel kampını ilişki ve etkileşime sokan bir tematik yörünge benimsemiş olmakla birlikte çok daha açık-seçik bir aslî sorunsalı var. Bu, hem “seküler-modern”, hem de “dindar-muhafazakâr” kesimde mevcut bir ortak payda olarak değerlendirilen hegemonik erkeklik ve ona dayalı kadın-erkek eşitsizliği…
Kızılcık Şerbeti diyor ki ey kadınlar, ister “modern-seküler” ister “dindar-muhafazakâr” bir yaşam tarzının içinde olun, ha Ali, Veli-ha Veli, Ali; her iki halde de eziliyor, engelleniyor, bastırılıyor, tacize uğruyor ve sessizliğe boğuluyorsunuz!.. Zaten dizinin adının da bununla bağlantısı kurulabilir: Ataerkil kültürel-politik örüntü, kadınlardan eş-evlat-kardeş, topluca insan olarak ve ister “seküler” olsunlar ister “dindar”, erkek karşısında ne yaşarlarsa yaşasınlar, “Kan kustuk, kızılcık şerbeti içtik” demeleri beklentisi içindedir.
Dolayısıyla dizi, başı örtülü kadınla mini etekli kadını, eril tahakküm karşısında dişil çaresizlik sorunuyla mücadele yolunda birlikte hareket etmeye çağırıyor. O yüzden seküler ve dindar ayrışmasının sarmaşmaya uğratılması tali bir husus. Dizinin esas muradı, seküler kadınla dindar kadını, her ikisini de aşan, kuşatan ve ezen ataerkilliğe karşı sarmaşma ve dayanışma içinde olmaya davet etmek…
Dindar kız-laik oğlan aşkı
Böylesi bir “davet” doğrultusunda da kanımca dizinin dinbaz-ataerkil iktidar çevrelerinde yol açtığı ikinci rahatsızlık sökün ediyor. Müslüman kadının, kimliği ve yaşam tarzı bakımından baskı altına alınmasını yıllarca hedeflemiş “dış iktidar”dan öte; inançla geleneği bulamaç yapıp erkeğe itaati kadına adeta farz kılmış “iç iktidar” baskısına dikkat çekmek, onun altını ısrarla ve kalınca çizmek bu… Dizide dindar-muhafazakâr bir genç kadının, örf-âdet-akait gereği dini-bütün bir ailenin oğluyla cehennemi bir evliliğe zorlanma sonrası kendi ailesine her şeyi göze alarak kararlı ve keskin şekilde baş kaldırışını izliyoruz.
Burada da kalmıyor ve dizinin âsi tesettürlüsü Nursema (Ceren Yalazoğlu) “karşı mahalle”den bir çocuğa âşık oluyor ve bu aşkın peşinden gitme kararlılığı sergiliyor. İşte bu da kanımca dinbaz iktidar sahiplerini rahatsız eden üçüncü, ama öncekiler kadar ciddi ve tehditkâr bir diğer husus…
Karşımızda o hep alıştığımız “zengin kız-fakir oğlan” klişesinden farklı bir “dindar kız-laik oğlan” aşkı var.
Bu ise 1970’lerden bu yana özellikle İslami kesimin önce romanda-sinemada, sonra da dizilerde alışık olduğu “hidayet kurguları”nı, daha bilindik deyişle “Huzur Sokağı” formatını tersine çeviren bir “hadsizlik-edepsizlik” örneği…
“Hidayet kurgusu”nun eril yörüngesi
“Hidayet” kurgusu genelde zengin, şımarık, “Batı-tipi yaşam tarzı”nda yetişmiş “modern” bir kadının mazbut, aklı başında, dinine-geleneğine-kültürüne bağlı imanlı bir erkeğin aşk dolu rehberliğinde “doğru yol”u bulması şeklinde yapılanır. Burada da aslında ataerkilliğin “eril öncelik” motifinin işlerlikte olduğu söylenebilir. Yani âsi modern genç kızımızı hem dinin hem de ataerkilliğin hidayetine erdiren bir “çifte-kavrulmuşluk” halidir söz konusu olan…
Kızılcık Şerbeti ise imanı-itikadı tam bir dindar-muhafazakâr kadını barlarda şarkı söyleyerek geçimini sağlayan, dindışı (seküler) bir hayatın içindeki gençle aşka düşürüyor, vuslata teşvik ediyor. Bu belki de “pratikte” en affedilemez cürmü kurgunun!..
Aşk bu, olmaz olmaz!
Peki, bu kurgunun gerçekte hiç karşılığı yok mu?.. Kesinlikle olmaz demek mümkün mü?..
Hayata değmeyen bir hayalin (kurgunun) çok da alıcısı olmayacağını hesaba katarak bu sorulara “hayır yok, mümkün değil” demenin o kadar kolay olmadığını düşünebiliriz. Üstelik bakın ta 2000 başında İslamcı kadın yazar Cihan Aktaş, Ruşen Çakır’ın kendisiyle söyleşisinde, “[İslamcı] Erkekler örtüsüz kadınlara âşık olabilirken, örtülü kadınların İslamcı olmayan erkeklere âşık olması pek mümkün görünmüyor galiba” sorusuna nasıl cevap vermişti:
“Doğru. Kadınların korunma güdüleri ve imkânları bu konularda denetimli ve dirençli olmalarını sağlıyor. Ama bu olmayacak bir şey de değil.” *
Evet bu, olmayacak bir şey değil. O yüzden bu sözlerin bir İslamcı kadın yazar tarafından söylenmiş olmasından 20 küsur yıl sonra bunun olabilirliği bir televizyon dizisinde (üstelik jeneriğinde “Gerçek hayat hikayesinden uyarlanmıştır” notu da düşülerek) seyre sunulmakta.
Dışarıda kazandığını içeride kaybetmek!
Fakat öte yandan yine o İslamcı kadın yazarın söylediklerinden 20 küsur yıl sonra, Meclis’te Özlem Zengin’in “6284 kırmızı çizgimizdir” demesi sonrası bir parçası olduğu hareketin eril homurtularıyla ağzını kapatıp susmak durumunda kalışına bakınca…
Ve HÜDA PAR kadın kolları yöneticisinin de sözlerine bakınca…
Aradan geçmiş 20 küsur yılda İslamcı ya da dindar-muhafazakâr kadınların, deyiş yerindeyse “dışarıda” kazandıklarını “içeride” kaybetmek üzere olduklarını söylemek de mümkün…
Ama elbette henüz her şeyin bittiğini söylemek mümkün değil.
Halihazırda Kızılcık Şerbeti de yoluna pür neşe devam ediyor, dindarıyla seküleriyle bütün kadınların yazını kışa çevirmek isteyenler karşısında baharın gelme ihtimali de yok değil!..
*Ruşen Çakır, Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın, Metis Yayınları, 2000, s. 134.