Tayfun Atay
‘Av mevsimi’ Yanardağ’la mı açıldı?
Gazetecinin asker, polis ya da savcı gibi bakıp gördüğü, düşünüp davrandığı yerde ortada kelimenin gerçek anlamıyla ne gazeteciden ne de demokrasiden söz etme imkânı olur. Olsa olsa polis devletinden, militarizmden, jüristokrasiden ya da bunların hepsini topyekûn kılacak mahiyette bir otokrasiden söz edebilirsiniz. Polis için suçlu olan, asker için düşman olan, yargıç için zanlı ya da hükümlü olan gazeteci için insandır. Merdan Yanardağ’ın “suç”u da budur: Askerin düşman, polisin suçlu, yargıcın mahkûm saydığını, terörist/vatan haini ilan ettiğini her ne olursa olsun insan olarak muhasebe etmek, değerlendirmek ve bu doğrultuda birtakım tespitlerde bulunmak…
İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın “askeri yıldız”ı olup sonrasında kısa süreli Başbakanlığı ardından 1959-69 arasında 10 yıl Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmuş Charles De Gaulle, Cezayir’in bağımsızlık savaşının ve Fransa’dan ayrılmasının (1962) gerçekleştiği hayli sancılı ve sarsıcı bir dönemde ülkeyi yönetti. Bu dönemde Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinin yanında yer alan Fransa-karşıtı eylemler ülke içinde de yaygınlaşmıştı ve protestocular arasında büyük düşünür, Varoluşçuluğun öncü ismi Jean-Paul Sartre da bulunmaktaydı.
Kendi ülkesine karşı bağımsızlık mücadelesi veren bir halkın yanında yer alıp Paris sokaklarında bildiriler dağıtarak gösterilerin başını çeken bu düşünce insanının tutuklanmasını isteyen, böylece protesto eyleminde bulunanlara da sıkı bir gözdağı verileceğini söyleyen bazı hükümet üyelerine karşı De Gaulle’ün gayet iyi bilinen ve tarihe geçmiş sözü şudur:
“Sartre’a dokundurmam. Çünkü Sartre, Fransa’nın ta kendisidir.”
Türkiye’nin “ta ötekisi” olanlar
De Gaulle’ün bu sözlerini Türkiye bağlamında daha önce birkaç kez yazılı ya da sözlü olarak gündeme getirdiğim oldu.
1960’ların sonundan itibaren uzun yıllar bu ülkede Kürt, Kürtlük ve Kürtçe gerçeğine; üstelik hiç kimsenin dillendiremediği (Kürt’ten “Kart-Kurt” diye söz edildiği) dönemlerde inadına işaret edip dikkat çekmeyi sürdürmüş, bu uğurda ömrünün 17 küsur yılını zindanlarda tüketmiş ama Türkiye’nin yüz akı sosyal bilimcilerinden biri olarak da tarihte yerini alacak sosyolog Dr. İsmail Beşikçi için böyle bir değerlendirmede epey bir zaman önce bulunmuştum. Daha yakın zamanlarda Selahattin Demirtaş için de bulundum. Daha da yakın bir zamanda Sırrı Süreyya Önder için de…
Şimdi bir de Merdan Yanardağ için De Gaulle’ün Sartre’a ilişkin sarf ettiği bu sözlere atıfta bulunmak varmış!..
Elbette yukarıda sıraladığım isimler için olmadığı gibi Merdan Yanardağ için de bu ülkede “O, Türkiye’dir” diyebilecek yöneticilerin varlığını düşünmek bir yana, bunları rüyada görse inanacak birini bulmak dahi pek mümkün değildir.
Bu topraklarda “Sartre Fransa’dır” sözünün muadilini bulmak yerine bulabileceğiniz, olsa olsa “Ya sev ya terk et” babalanmasıdır.
Gönül ceza ister, söz bahane!
Günlerdir söylendi, yazıldı, konuşuldu. Gazeteciler de hukukçular da siyasetçiler de dile getirdiler. Dolayısıyla tekrar uzun uzadıya ayrıntılı şekilde temellendirmeye gitmek gereksiz: Merdan Yanardağ’ın önünde tutuklu olarak yargılanma süreci açan sözlerde suç yok. Malumun ilamı olmaktan öteye gitmeyen bu sözlerin benzerlerini daha önce başka pek çok ağızdan defalarca duyduk. Üstelik bir zamanlar, şimdi tam aksi yönde ağızlarından adeta kükürtlü alevler saçmakta olan iktidar yandaşlarının satır satır makalelerinde, twit-twit mesajlarında bile karşımıza çıkmaktaydı aynı minval üzere ifadeler…
O halde nedir?..
Kuvvetle muhtemel ki gönül ceza ister, söz bahanedir!..
Seçim-sonrası süreçte muhalif kamuoyuna gözdağı verme yolunda bir “av mevsimi” açılmış, “ilk vuruş” da Merdan Yanardağ’la yapılmış olsa gerektir.
Suçluyu kazı, “insan” çıkar!
Belki yazılıp çizilenlere eklenebilecek tek nokta şu olabilir: Merdan Yanardağ bir gazeteci olarak insana “dip yaptığı” için “suçlu” addedilmektedir.
Bu ülkenin abide hukuk insanlarından merhum Faruk Erem’in Bir Ceza Avukatının Anıları başlıklı, tiyatroya da uyarlanmış eserinde geçen bir söz vardır. Tıpkı De Gaulle’ün yukarıda mevzubahis ettiğimiz üzere Sartre için sarf ettiği söz gibi, aynı ölçüde unutulmaz, sarsıcı, çarpıcı ve gerçekçi bir söz:
“Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar.”
Belki Yanardağ’ın başına gelenlerin bir sebebini de burada aramak gerekir:
O bir gazeteci olarak, ki aslında bir bilimci için de aynısı söz konusudur, “insan”a bakmaya, dokunmaya, vurguda bulunmaya ve bir değerlendirmeye gitmeye “cüret etti”.
Bir gazeteciden de bir bilim insanından da olup bitenlere; bunlar ne kadar vahim, korkunç, dehşet verici, nefret uyandırıcı olursa olsun, bir polisin, bir askerin, bir yargıç ya da savcının baktığı gibi bakmasını isteyemez, bekleyemez, talep edemezsiniz.
Eğer böyle yaparsanız ne polise ne askere ne de yargıca gerek vardır.
Gazetecinin asker, polis ya da savcı gibi bakıp gördüğü, düşünüp davrandığı yerde de ortada kelimenin gerçek anlamıyla ne gazeteciden ne de demokrasiden söz etme imkânı olur. Olsa olsa polis devletinden, militarizmden, jüristokrasiden ya da bunların hepsini topyekûn “temize çeker” mahiyette bir otokrasiden söz edebilirsiniz ancak.
Polis için suçlu olan, asker için düşman olan, yargıç için zanlı ya da hükümlü olan gazeteci için insandır.
Merdan Yanardağ’ın da “suç”u budur:
Askerin düşman, polisin suçlu, yargıcın mahkûm saydığını, terörist/vatan haini ilan ettiğini, her ne olursa olsun insan olarak muhasebe edip, değerlendirip bu doğrultuda tespitlerde ve önerilerde bulunmak.
Bir demokratik hukuk devletinde o devletin gazeteciden, üstelik kendi yararına, beklediği ya da beklemesi gereken neyse tam da o yani…