Oğuzhan Aygören
Risk alsak da mı yapsak almasak da mı yapsak?
Girişimcilik, genelde risk, macera ve cesaret kavramları ile özdeş. Halbuki başarılı girişimcilere ve yatırımcılara baktığımızda hiçbiri risk almayı sevmiyor. Risklerini en aza indirmeye uğraşıyor. O halde nereden geliyor bu yanılgı?
“Hızlı ve Yavaş Düşünme” kitabının yazarları Kahneman ve Tversky, insanların kazanmak yerine kaybetmemek için daha çok risk aldıklarını söylüyor. Bu o kadar önemli bir bulgu ki, bu ve buna benzer çalışmaları ile 2002 Nobel Ekonomi ödülünü aldılar. O zamana kadar insanın çıkarları uğruna rasyonel kararlar aldığı ön kabulü varken bugün insanın davranışlarının irrasyonel olduğunu öngörüyor ve neden böyle davrandığını modelleyebiliyoruz. Ancak işin enteresan tarafı, kendi yanılgılarımızı bilsek ve farkında olsak bile bu yanılgılara kendimiz de her seferinde düşme tuzağıyla karşılaşıyoruz.
Bu sebeple her yeni işi riskli olarak değerlendiriyor ve şüpheyle yaklaşıyoruz. Halbuki başarılı girişimciler riskleri ikiye ayırıyor ve belirsizlik kavramını da bundan ayrı tutuyor. Akademik literatürde ise risk, geri döndürülmesi çok zor kaynak dağılımı ve yüksek miktarda borç ve sonucu belirsiz getiriler olarak tanımlanıyor.
Üniversiteyi bitirir bitirmez kendi işini kuran babama nasıl bir cesaretle hiç parasız böyle bir maceraya giriştiğini sorduğumda şunu söylemişti: “Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu”. O zaman şunu fark ettim. Kaybedeceğiniz bir şey yokken aslında bir risk de almış olmuyorsunuz. Bu sorunun cevabı, parası, kaynağı ve çevresi olan girişimciler için de çok benzer. Yüzlerce girişimciyle sohbetimden ve gözlemimden söyleyebilirim ki başarılı girişimciler ve yatırımcılar için risk, “kaybetmeyi göze aldığın kadar yatırım yapmak” ve “başarısızlığın maliyetini azaltmak” anlamına geliyor.
Dolayısıyla başarılı girişimciler için sonucunda kaybetmeyi göze aldığınız riskler ve göze almadığınız riskler var. Öte yandan belirsizlik ise öngörülebilirlik ile ilgili. Yapmayı planladığınız işler öngörülebilir oldukça belirsizlik azalıyor veya tam tersi. Yine de belirsizliğin azalması her zaman riskin de azaldığı anlamına gelmiyor. Bir restoran açmak ya da bir otel inşaatı yapmak oldukça belirli bir süreç. İşin nasıl yapıldığı ve bütün süreçleri tarif edilmiş durumda. İşi yapmaya dair her şey belirgin. Hatta normal şartlar altında ne kadar yatırım ile ne kadar sürede nasıl bir geri dönüş alınacağını hesaplamak mümkün. Yine de bu işe yapılacak yatırımın finansal boyutu büyüdükçe bu işin riski de artıyor.
Bu tip, “bilinen” bir işi hayata geçirmek için yüksek risk almak gerekirken ne olacağı ve nasıl olacağı “bilinmeyen” yenilikçi işleri finansal riskleri düşük tutarak hayata geçirmek mümkün. O zaman asıl çaba da başarısızlıkların kaçınılmaz olduğu bu alanda belirsizliklerle mücadele haline geliyor.
İşte bu sebeple başarısızlığın maliyetini düşürmek önemli bir uğraş. Belirsizliklerle mücadele etmek için kendinize başarısız olma fırsatı vermeli ve bunun için kaybetmeyi göze aldığınız kadar kaynak ayırmalısınız. Günün sonunda işler planlandığı gibi gitmezse birçok şey öğrenirsiniz. Her şey yolunda giderse de çok daha büyük kaynaklar ayırıp hedeflerinizi büyütebilirsiniz.
Peki kaybetmeyi göze aldığınızdan daha fazla risk alarak yeni bir işe girişirseniz ne mi olur? 1999’da yaşanan dot com balonu ve Apple Newton, Segway, Tazedirekt ya da Bukoli projeleri geliyor aklıma. Çok büyük beklentiler ve yatırımlar ile başlamış. Sonları aynı olmuş. Artık orası ne kadar “şanslı” olduğunuza kalmış :)