Aslı Kotaman
Neden emeğim için savaşmalıyım?
Sanki bize hep daha azını istemek öğretiliyor. Fazlasını istemek aç gözlülük. Hatta hakkını istemek de öyle. Kuralları net olmayan bir oyun bu. Birilerinin koyduğu kurallar nasılsa yavaş yavaş derinleşiyor. Kabuk sertleşiyor. Koparırsan kanayacak kıvama geliyor
Hepimizin ses etmediği başka başka durumlar oluyor. Kabul gösterdiği. Ayrıca her hak ihlalinde bağıra çağıra dağa taşa duyurmaya çalışmak da zor. Oyların başında uyumak da.
Yakın bir arkadaşım üniversiteye asistanlık sınavına girmişti. Sonucu açıkladılar ve araştırma görevlisi oldu. Aslında olamadı mı demeliyiz? Koca üniversite kızcağızı çağırıp, biz seni aldık ama paranı Eylül ayında ödemeye başlayacağız dedi. Hepimiz düşündük, taşındık. En mantıklı çözüm, işi kabul etmesi gibi geldi bize. Ah gençlik.Her zaman istediği üniversite ortamına kavuşması için biz yardım edebilirdik. Ah ya. Yapının, düzenin açığının bizim gibi küçük insanlarca kapanamayacağını bilemiyor muyduk acaba? Sanmam, bence sadece daha umutluyduk. Bu kadar yorulmamıştık. Bu bir terslikti, olmaması gereken bir şeydi ama beraber üstesinden gelebilirdik. Koca özel üniversiteye biz yardım edebilirdik. Hepimiz aynı gemideydik. Öğle yemeklerinde ve gidiş geliş yol paralarında ona yardımcı olursak, başarabilirdi bunu. Aylardan Mayıs ya da Haziran’dı. Şunun şurasında kaç ay vardı ki Eylül’e. Aylarca çalıştı, o aylar içinde geceleri okuldaki tanıtıma kalması istendi, haftasonları gelmesi istendi. Hiç para almadan geldi, gitti. Size ilginç gelmedi umarım çünkü hiç değil.
Başka bir arkadaşım yurtdışından döndü
Öğretim görevlisi sınavına girdi. Kazandı. İşe başladı. İlk ay maaşı ona söylenildiği gibi, anlaştığı gibi yatmadı. Sonraki ayda. Ve bir sonrakinde de. Her ay, ayın 3’ünde muhasebeye giderek maaşını neden tam alamadığını sorması gerekti. 13 sene yurtdışında yaşamış ve büyük bir özlemle dönmüştü Türkiye’ye. Onu bekleyen buydu. Bir gün kantinde onu müthiş bir hayalkırıklığı içinde gördüm. “Hakkım olan için neden savaşmam gerekiyor?” diye sordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Önümüzdeki ay yatmazsa, konuşmaya ben de geleyim diyebildim. Dekana gidelim, gerekirse rektöre gidelim. Ama yine biz gidelim. Hakkımızı almaya çalışalım. Aman vermesinler.
Özel bir şirkete eğitime gittim. 3 gün şehir dışında kaldım. Araba kiraladım, benzin doldurdum. 4 saate yakın yol yaptım. Aralıksız saatlerce ders anlattım, 3 gün boyunca. Parasını hiç alamadım. Yıl 2010 olmalı. Kaç sene olmuş? 10 sene. Bugün hala alamadım, sadece peşini bıraktım, hakkımı her alanda aramaktan yoruldum çünkü.
Yıllar önce bir kitabım çıktığında az bir telif alacaktım. Kitap çıkınca aradım. Aaaa, dediler. Siz yenisiniz herhalde. Kitap telifleri, kitap çıktıktan 6 ay sonra yatırılıyor. Bugünün parasıyla 1000 tl bile değil. 6 ay geçti, para yatmadı. 7. Ay ben aradım. Bir bakalım dediler, heh, bir hak ediş buldular, sağolsunlar. Bir hesap numarası alabilir miyiz? Daha önce bu soruyu kendiliklerinden sormak akıllarına bile gelmemiş. Sonra sonra anladım. Ben meğer şanslıymışım. Akademik kitaplarda tüm haklarından vazgeçerek basılan kitaplardan beş kuruş kazanmamak o kadar normal ki. Yine bir kitabımızı bastırdığımız bir yayıncıya kitap basıldıktan sonra bir daha ulaşamadık. Yahu aç telefonu be adam, para istemeyeceğiz, kaç basıldı onu öğrenelim.
İlk gazetede işe başladığımda yerimiz Nişantaşı’ndaydı ama maaşlı değilim. Bana dediler yazılarına telif ödeyelim ama ilk aylarda maaşlı çalıştırmayalım. Nasıl seviniyorum bugün çok üzüldüğüm şeye!.. İlk yazım çıktı. Acaip mutluyum. 50 TL yatacak hesabıma, ona da ayrı seviniyorum. O zamanlar bayıldığım bir karışık meyve suyu var. Bir tane ondan alıyorum 3 TL’ye. Bana o kadar mutluluk veriyor ki. Maalesef o gün bugün bir şey değişmiyor. Çalışmak çok ama emeğin karşılığı yok
Eşim 3 sene emek harcadığı kitabından 3 lira kazanmadı
Kitap çok basıldı ve hala daha çok pahalıya satılıyor. Çünkü sistem böyle. Yazdıklarınızın bir okuyucuya ulaşmasının bedeli var. Bedelsizlik. Sonra siz o yayınevi adına öğrencilerden gelen “kitabınız neden çok pahalı?” sorularına cevap veriyorsunuz. İnsan öğreniyor ne yapması gerektiğini ama kafasını gözünü yara yara maalesef.
Sadece kitaplar sanırsanız yanılırsınız. Daha bir iki ay önce yakın bir arkadaşım dişinden tırnağından arttırdığı zamanıyla bir yazı yazdı. Öyle kısa bir yazı da değil, özel istek konusu ile yazılmış, detaylı bir inceleme. Yazı çıkana kadar her gün arayanlar, yazıyı teslim ettiği an ortadan kayboldu. Kimse telefonuna çıkmıyor şimdi, bilseniz koca firma. Yok yahu dersiniz, olur mu? Oluyor. Biz de dedik ki, bu yazıyı evirip çevirelim. Üzerinde aylarca daha uğraşalım ve yine para almayacağımız ama prestijli bir dergiye yollayalım. İkimizde bu bedelsiz sonuca çok sevindik. Şu ahir ömrümüzde bizim de dünyaya katkımız bu olsun.
Birkaç zaman önce bir dizi yayın yaptık, televizyonda. Koca kanal dersiniz. Paramı vermediler. Bir iki telefon sonra beni hiçbir yere bağlamamaya başladılar. Arada bir arkadaşım vardı. Eski bir arkadaşım, iyi biri. Ona attım bir iki mesaj. Cevap yazmadı. Yine peşini bıraktım. Çünkü sandınız mı ki insan, eğer entellektüel bir emek üretiyorsa bu sorunlarla sadece bir iki kere karşılaşıyor hayatında. Yanılırsınız, bu konuda yarası olan birine hafiften dokunun bakalım. Neler duyacaksınız? Telif konusu nedense kanayan yaramız.
Yılmamak mümkün mü?
Yine yakın bir arkadaşım çeviri yaptığı yayınevi tarafından bildiğiniz dolandırılıyor. Haber bile olmuyor. Hakkını aramak için dava açıyor. Sonucu bir iki seneye kesin müsbet gelir diye seviniyoruz. Buna sevinilir mi yahu? Herkes kendi çapında üç yüz beş yüz takipçisine konuyu anlatmaya çalışıyor. Medet umduğumuz şeye bak.
Bunları anlatıyorum telefonda bir arkadaşıma, yıldım diyorum. Para istemek istemiyorum artık diyorum. Azıcık aşım, kaygızız başım. Hakettiysem, anlaştıysak neden tekrar tekrar aratıyorsunuz? Asla bu konularda aşırı girişken olamadım. Olmak zorunda mıyım? Sadece emeğimin karşılığını beni 150 kere aratmadan verebilir misiniz? diye soruyorum. Bir başlıyor anlatmaya. Onun hikayesi benden çok. Bütçesi belli bir işin sanki bütçesizmiş gibi kabul ettirilmeye çalışılması, senin o iş üzerinden kazanacağın üç kuruşa göz koyan koca firma. Telefonla fikir çalıp iş başkasına yaptıran. Fikir istemek minvalinde sizden bir sürü bildi alan. Ya biz sizinle nasıl baş edelim?
İlk gazetede işe başladığımda yerimiz Nişantaşı’ndaydı. Tam zamanlı işe gidiyorum ama maaşlı değilim. Bana dediler senin yazılarına telif ödeyelim ama seni ilk aylarda maaşlı çalıştırmayalım. Nasıl seviniyorum bugün çok üzüldüğüm şeye. İlk ayında sonunda yazım çıkmış. Bu arada ben sabah 9 akşam 6 işe gidiyorum, geç kalsam hafif yollu azar işitiyorum. Ama bir güvencem yok. Pardon ne güvencesi, para karşılığı çalışmıyorum! Gönül bağı ile çalışmam bekleniyor. İlk yazım çıktı. Teşvikiye’de aldım dergiyi. Acaip mutluyum. 50 TL yatacak hesabıma, ona da ayrı seviniyorum. Yahu koca ay gelip gitmişim. O parayı nereden harcadım ben? Neyse diyorum. O zamanlar bayıldığım bir karışık meyve suyu var. Yıllar sonra tekrar denediğimde hiç sevmediğimi fark ettiğim. Bir tane ondan alıyorum 3 TL’ye. Bana o kadar mutluluk veriyor ki. Bunu kazandığım parayla aldım diye düşünüyorum. Maalesef o gün bugün bir şey değişmiyor. Çalışmak çok ama emeğin karşılığı yok. Her şey yazını yazana, konuşmanı yapana kadar.
Cebimden vereceğim için röportaja tok gelsin istiyorum!
Of bunu söylemeden geçemeyeceğim. Dergide para almıyorum ama her ay röportaj yapmam gerekiyor. Ben de röportaj yapacağım ünlülere öğle yemeğinden sonra randevu veriyorum. Karınları tok gelsin, sadece bir kahve ya da çay içsinler diye. Niye sizce? Çünkü bunun parasını da alamıyoruz gazeteden. Cebimden vereceğim için, tok gelsin istiyorum. Bir gün Reasürans’a o dönemin ünlü dizi oyuncularından birini çağırıyorum. Oturuyor masaya, saat 16.30. “Kurt gibi açım” diyor. Sabah beri bir şey yemedim. Hala arkadaşlarımla o günü konuşup gülüyoruz. Adamcağızın lokmalarını bana saydıran sisteme ne diyeyim ben? Adını hiçbir yerde söylemedim hiç üzülüp dertlenmesin boşuna, bu onun meselesi değildi ki. Doyduysan mesele yok arkadaşım.
Çağırıldığım konuşmalar için para istesem, sipariş yazılar için para istesem. Aa ne ayıp gibi bir tavırla karşılaşırım. Kurumsallık yemini etmiş firmalar konu paraya gelince nedense bakkal defteriyle, veresiye iş yaptırıyorlar çünkü. Yazdıklarımdan, yaptıklarımdan para almadığımı söylediğim zaman yurtdışında yaşayan arkadaşlarımdan tepki alıyorum. Peki neden yapıyorsun?
Bir süredir üzerinde düşündüğüm bu konu umarım bir zaman gelir ve bizi utandırırcasına çözülür. O zamana kadar var mısınız bir #bendehareketiolarak telifsizlik #entellektüelemeksömürüsüneson #bendeparamıalamadım hashtagleriyle sosyal medyamız kapanana dek kendi hikayelerinizi paylaşmaya.
Hikayelerini paylaştığım arkadaşlarıma selam olsun. Ne güzel insanlarız ki, bunları yaşayıp yine gülerek anlatıyoruz birbirimize hepsini.