Erhan Karadağ
Yeni Normalin Lisanı
Pandemi kurallarını çiğneyenlerle yasalar mücadele etsin, kurumlar görevini yapsın. Kolluk kuvvetleri istisnasız tutanakları tutsun, cezaları kesilsin. O bari Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasına kalmasın.
Fiziki mesafe kurallarını hiçe sayıp, topluca asker uğurlayanlar için ne dedi Cumhurbaşkanı: “Valime söyledim, böyle durumlarda toplayıp götürün dedim.” Nereye götürecekler, kaç kişi götürecekler, kim toplayacak? Valilik zaten kuralı, mesafeyi, yasağı bilmiyor mu, uygulamıyor mu. Neden bu özel uyarı. Bu tür müdahaleler duruma göre, toplanan guruba göre, kalabalığa göre değişiyor mu yoksa?
Talimat yukarıdan “toplayıp götürün” diye gelince, polisin eli güçlü oluyor, polisin eli en yukardan güç alınca da baro başkanlarının gazetecilerin engellenmesi tartaklanması sıradan bir günlük hadiseye dönüşüyor. Son günlerde biraz fazla örneğini gördüğümüz bu tavizsiz tutum, uzlaşmadan uzak yaklaşım kendiliğinden olamaz. Olsa da bu sertlik kimsenin yedi/24 yaradılışı tabiatı olarak devam etmez. Belli ki böylesini tercih ediyorlar.
Uygun dile, dikkatli üsluba, adil bir lisana kıymet veren yok memlekette. Oysa nazik bir üslup, özenli bir dil her şeyden önce iletişimin önünü açar, sorunları çözmese de tarif eder. Nezaket, adalet de barındırır. Hangi fikri savunursa savunsun eşitlikçi bir lisan, karşısındakini, hakkını hukukunu yok sayarak kendisini sürdüremez. Aksi dar eder dünyayı; ediyor da zaten. Günlük hayatı bu özensiz, hoşgörüsüz, kötü üslup zorlaştırıyor. Sade bir vatandaş, siyasetçinin ötekileştiren, ayıran, hakim dilini kullansa, üstünü başını parçalatmadan evin yolunu bulamaz. Zaten çarşıda pazarda sinirler bozuk; “vay yan baktın, omuz attın”, “sen kime korna çalıyorsun” diyen bıçağa sarılıyor. Sokakta kimsenin kimseye bulaşacak hali yok, millet can derdinde ama siyasetin egemen dili öyle mi; yangına körük mü körük.
Topluma karşı sorumlu olmak, bireye, haklarına, düşüncelerine karşı saygılı olmak vatandaşlık görevi olduğuna göre, devletin yetkisini kullananlar, yönetenler bu sorumluluktan muaf olamaz elbette. Üstelik kibar olmak, dinlemek, çözüm aramak kavgadan kolay. Haklıya hakkını teslim etmekte sorun yoksa, farklı seslere tahammül varsa tabii.
Yeni normal lisan, üslupsuzluk, toplumun genelinde tahammülsüzlük olarak gösteriyor kendisini. Devletin zirvesinde Cumhurbaşkanı siyasi rakipleri için “bunlaar ” diye başlayıp sevmediklerine sözünü esirgemeden saydırıyor. Memleketin başka kıyısında bir belediye başkanlığının babalar günü mesajı zihinlerin arka planını açığa çıkarıyor. “Kalk da bir çay koy”, “Babaya cevap verilmez” diye afişler asılıyor sağa sola. Kadını mı koruyor; babayı koruyor… Kim yazdıysa, ne kadın ne çocuk; sadece kendisini kolluyor.
Yani üslup mühim. İnsanın dış dünyayla irtibatını sağlayan dil, iç dünyasından da haber verebiliyor.
Geçen ay Özlem Zengin, “Ak Parti gelene kadar kadının adı yoktu” demişti. “Önemli birinin eşi dahi olamıyordu” diyerek düzeltmişti peşinden sözünü. Sonra geniş bir röportaj daha verip, iktidarın kadınlara verdiği önemi etraflıca tekrar dile getirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan şehir hastanesinin kurdelesini kesmeye kadın vekilleri davet ederken kısaca ve tane tane ifade etti o önemi:
“Şöyle sembolik de olsa bayan milletvekillerimizi, hiç olmaza iki tanesini alalım. İki tane geliyor… “