İskender Özturanlı
Ve futbol devam ediyor
Kapitalizmin rasyonel mantığı içerisinde düşünülürse futbolun bir mantığı olamaz, futbolun büyüsü de tamamen bu sisteme olan inançsız bağlılığından çıkar. Yeteneğin ve gösterinin eşitleyici ruhu içinde, doksan dakikalık büyü içinde sahada ve tribünde herkesin her anlamda eşitlendiği bir büyü, bir illüzyondur. Diğer spor dallarından en büyük farkı bu şiirsel ruhudur, en kalabalık arenalara doğrudan hitap edebilmesi ve yakın zamanlara kadar elektronik ortamları bünyesinde pek taşımamasıdır.
Bu şaşırtıcı illüzyon, bu kitlelerin önüne atılmış arenasal coşku, oyuncunun ve teknik adamın kitlelerin önüne bir kurban ya da ilah gibi atılma hali en büyük yeteneklerin artistik coşkusu ile en basit ve saçma sapan hatalara da aynı anda açık olmasından kaynaklanmakta.
Bu yüzden bilenler bilir ki futbol hatalar oyunudur, bu bir klişe değil, bu bir stratejinin dışa vurumudur. En iyi olan kazanmaz hep en az hata yapan kazanır, en müthiş oyunların içinde talihin cilvesi hatalar hep öne geçer.
Tıpkı 1982 finallerinde dünyanın son büyük Latin futbolunu oynayan Tele Santana’nın Brezilyası tek kale oynadığı unutulmaz maçta, Falcao ve Doktor Sokrates’in müthiş gollerine karşın, beleşçi Paolo Rossi’nin peş peşe golleriyle yenilip elenmesi gibi, bir büyük oyun bir anlık hataya kurban edilir bu arenada.
Orada büyük hataları yapan Kaleci Carlos ve golleri atamayan beceriksiz santrafor Serginho’nun hatalarıyla koskoca takım yok olup gitmişti.
Bunun tarihsel rövanşı, ise tam on iki sene bu sefer bir dünya kupası finalinde gene bir hata ile belirlendi. 1994 Dünya Kupası finalinde, bu kez artık savunma futbolu oynayan Brezilya, İtalya ile doksan dakikası golsüz berabere biten bir maçın uzatmalarının ardından penaltılarda karşılaşıyordu.
Ve bu finalde kupanın unutulmaz yıldızı Roberto Baggio bu kez penaltıyı kaçırarak kupayı Brezilya’ya hediye ediyordu.
Futbolun kendi mantığı ele avuca sığmaz olması, en geniş evrensel ve kültürel zenginlikle en sığ bölgecilik ve etnik kapanma arasında salınır durur, evrensel eşitçilik ve dayanışmacılık ile en sığ faşizm aynı karenin içine girer dururlar.
Fransa’da ırkçı sağın yükselmeye başladığı baba Le Pen’in ortaya çıktığı yıllarda dünya şampiyonu olan Fransız milli takımı bir etnik ve kültürel mozaik idi. Bu takım dünya şampiyonu olduğunda Fransız Milli marşını bilen bir iki futbolcu vardı, konu gazetelere yansıdı ama toplum bunu sorun etmeden aştı.
Futbol, yapısındaki geniş ve zengin çeşitlilikle ırkçılığın ve faşizmin en büyük panzehiridir. Irkçılığa, kör şiddete su taşıyan bir öz taşımasına rağmen, her müşterek değer üretimi gibi en arkada kalanı taşıyan, en mağdur olanı içeri sokan, sokmak zorunda kalan bir ritmi vardır.
Futbol kirli ilişkilerle ve sermayenin güdümünde bütünüyle bir tüketim makinası gibi işleyen düzenden uzaklaşma umudu taşıdıkça, dünyanın kurtuluş umudu olacaktır.
Elbette bugün Doktor Sokrates gibi milyon dolarlık kontratları özel hayatıma müdahale ediyor, diye yırtabilen futbolcu tipolojisinden uzaktayız, ancak bizim kuşak futbolu bu futbolcularla sevdi.
Futboldan çok futbolculara özenir, imrenir, model alır insan ilk gençlik çağlarında.
Bu yüzden futbolcular tarihe ve topluma karşı sorumludurlar, ne mutlu bunu bilen futbolculara, bunu bilen hocalara…
Futbolun ekonomik mantığı kapitalizmle tam uyuşmaz oysa, elbette kapitalizme büyüyen ve gelişen ve onunla yaşamak zorunda olan, ama bir yandan da bu kuralları alaşağı eden, bir teselli de barındırır bünyesinde.
Futbol asla “trışkadan işler arasında değildir, onda kitlelerin korkuları ve umutları, tarihsel travmaları ve yenilenen umutları aynı anda vardır.
O bir tesellidir, acı çeken varlığın tesellisidir. Bu yaşamın ta kendisidir.
Gelelim Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ne bu Handke’nin romanıdır.
Ancak bu romanın aksine, futbolcular arasında yapılan araştırma göstermiştir ki, penaltı anında kaleciden çok penaltıyı atan endişe duymaktadır, bu konuda bir yazı borcum olsun.
Ve Türkiye çok kötü oynayıp grup sonuncusu olarak elendi, gitti.
Ve yıkıldı gitti umutlar başka bahara ama futbol devam ediyor.