İbrahim Turhan
V olmadı karekök (√ ) verelim
Bu hafta küresel ekonominin en önemli toplantılarından biri gerçekleştirilecek. Uluslararası Para Fonu IMF ve Dünya Bankasının yıllık toplantıları 12-18 Ekim arasında yapılıyor. Bu yıl etkinlikler Covid-10 sebebiyle sanal ortamda gerçekleştiriliyor. Bu kapsamda bugün (13 Ekim) öğleden sonra açıklanacak “Dünya Ekonomik Görünümü” raporu ile IMF, bu yılın son çeyreğine ve 2021’e ilişkin beklentilerini kamuoyuyla paylaşacak. Her yıl IMF-Dünya Bankası toplantılarıyla aynı zamanda gerçekleştirilen Uluslararası Finans Enstitüsü IIF toplantılarında açıklanacak küresel ekonomiyle ilgili raporlar ve ABD Merkez Bankası Başkan Yardımcılarının yapacağı konuşmalar da önemli. Kısacası, küresel ekonomi ve finans çevrelerindeki kanaat öncülerinin hem yılın geri kalanı hem 2021 ile ilgili görüşlerini öğreneceğiz.
Ekonomik görünüme ilişkin bir fikrimiz var aslında. Bu yıl endişe edilenden daha az bir daralma olması bekleniyor. Çin’de, ABD’de ve kısmen AB’de gözlenen toparlanma sayesinde açıklanacak raporlarda küresel daralmanın yarım puan kadar yukarı yönlü güncellenmesi bekleniyor. Bununla birlikte 2021’in sonunda bile küresel büyüme, Covid-19 krizi yaşanmamış olsaydı geleceği düzeyin belirgin biçimde altında kalacak. Yani krizin etkilerini tamamen silecek bir toparlanma söz konusu değil. 2019 sonundaki büyüme eğilimi esas alındığında küresel üretimin 2021 sonunda ulaşması gereken noktayı 100 kabul edersek her şey yolunda gitse bile mevcut senaryolara göre şimdiki beklenti 95,5. Kabaca, Almanya ekonomisinin büyüklüğüne eşit bir kayıp söz konusu. Bu yüzden de popülist retoriğe sarılan politikacılar dışında artık kimse V tipi, yani toparlanmanın güçlü ve hızlı olacağı, krizin yol açtığı kayıpların tamamen silineceği bir toparlanmadan bahsetmiyor. Bununla birlikte uzunca bir süre küresel durgunluk yaşanması anlamına gelen U tipi veya L tipi çıkış senaryoları da çok olası görülmüyor. Yeni model, hızlı ve derin bir çöküşün ardından kısmi bir toparlanma ve ardından önceki eğilimin altında yatay seyredecek bir büyüme öngörüyor. Bu sebeple de toparlanmanın şekli karekök işaretine benzetiliyor.
2021’e ilişkin beklentiler olumlu
2021’in ilk yarısında, bu yıl birinci ve ikinci çeyreklerin olumsuz geçmiş olmasının da etkisiyle güçlü bir büyüme olacak. O dönemde Covid-19 için aşı ve daha etkili tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi de olası. Bu da küresel talep için iyi haber. Böyle bir durumda emtia fiyatlarının artması sürpriz olmayacak. Özellikle kriz döneminde iflas eden üreticiler ve bozulan tedarik zincirleri yüzünden arz tarafında geçici bir sıkışıklık gözlenebilecek olması da fiyat artışı beklentisini destekliyor.
Gelişmiş ekonomilerin merkez bankalarının yürüttüğü güçlü parasal genişleme küresel piyasalarda hisse senedi fiyatlarını yukarı taşımaya devam ediyor. Hisse senetlerine olan talebin bir sebebi de üçüncü çeyrekte ekonomilerin açılması ve gözlenen toparlanmanın etkisiyle şirket kârları artacak olması. Öte yandan siyasal gelişmeler de 2021 yılına ilişkin beklentiler üzerinde etkili oluyor. ABD başkanlık seçimlerini Demokrat Parti adayı Biden’ın kazanması bekleniyor. Üstelik korkulduğu gibi seçim sonuçlarının alınmasının haftalar alacağı, itirazlarla sürecin çıkmaza gireceği olumsuz senaryoların olasılığı da düştü. Aslında Demokratların vergi politikaları Wall Street’in çok sevimli bulacağı türden değil. Bununla birlikte kamu harcamalarının artması, tüketim eğilimi yüksek hane halklarına doğrudan para verilecek ve istihdam açısından ağırlığı olan küçük ve orta ölçekli şirketlere gelir desteği sağlanacak olması piyasaların Biden’ı içten bir “hoş geldin ralisi” ile karşılayabileceğine işaret ediyor. Bütün bu etkenler risk iştahını da olumlu etkiliyor. Küresel hisse senetlerinin piyasa değeri geçen hafta 3,5 trilyon dolar artarak tarihin en yüksek seviyesine yeniden ulaştı.
Türkiye için riskler neden artıyor?
Küresel ekonomiye ilişkin temkinli iyimserliği oluşturan etkenler ne yazık ki Türkiye için aynı etkiyi yaratmıyor. Aslında tuhaf bir durumdayız. Küresel piyasalar kötüleştiğinde ve risk iştahı bozulduğunda TL’nin kendisine benzer diğer gelişen piyasa ekonomilerinden olumsuz yönde ayrışmadığı gözlemleniyor. Hem yabancı yatırımların çok düşük düzeye gerilemiş olmasının hem TL’nin küresel piyasalardaki işlem hacminin piyasa etkisi açısından ihmal edilebilir miktarlara gerilemiş olmasının bu tuhaflıkta etkisi olduğu anlaşılıyor. Yani işler kötüye giderken fazla sorun yok. Örneğin, Eylül ortasından itibaren küresel piyasalarda egemen olan riskten kaçınma eğilimi döneminde TL, İngilizce adlandırmasıyla Emerging Markets ya da kısaca EM diye anılan diğer gelişen piyasa ekonomilerinin paraları arasında çok kötü bir performans göstermedi.
Öte yandan risk iştahı arttığında, riskli varlıklara ve EM’lere giriş yaşandığında ne yazık ki TL varlıklar belirgin biçimde olumsuz yönde ayrışıyor. Küresel piyasalarda risk algısının iyileştiği 6 Ekim sonrasında ZAR (Güney Afrika randı) BRL (Brezilya reali) ve PLN (Polonya zlotisi) gibi EM paralarıyla TL’nin seyri çok farklı oldu. Grafikteki kırmızı ok ayrışmanın boyutunu gösteriyor. Son dönemde artan jeopolitik risklerin de etkili olmaya başladığını dikkate almak gerekiyor. Dahası, küresel ekonomi açısından iyi haber olan ABD’de başkanlığın Demokratlara geçmesi Türkiye’nin zaten yeteri kadar karmaşık olan uluslararası ilişkileri bakımından en iyi olasılıkla belirsizliklerin artmasına yol açabilecek gibi görünüyor.
Toparlayacak olursak, 2021’in genel olarak dünyada iyi bir yıl olması bekleniyor. Özellikle ABD başkanlık seçimlerinin arkasından gelişmiş ekonomilerde güçlü bir toparlanma bekleniyor. Böyle olursa gelişen piyasa ekonomilerini geçmiş 10 yıldakinden biraz daha zorlu bir dönem bekliyor demektir. Zira bu piyasaları yatırımcı için cazip kılan, gelişmiş ekonomilere kıyasla çok daha yüksek büyüme kaydetmeleri ve buna bağlı olarak sundukları kazanç olanaklarıydı. Şimdi büyüme farkının azaldığı bir ortamda küresel sermaye, doğası gereği daha riskli olan EM varlıklarına karşı daha temkinli olacağa benziyor. Yatırımcı bu piyasalara yönelse bile çok daha seçici davranacaktır. Bu ise kırılgan ekonomilerin olumsuz yönde ayrışmasını belirginleştirecek bir unsur. Türkiye için riskler artıyor.