Son iki ayda Rize’de üç kadın peşi sıra cinayete kurban gitti. 28 Mart’ta, Rize’de caddede yürüyen Hatice Kurt boşandığı kişi tarafından, sosyal medya hesabı açtığı bahanesiyle başından tabancayla vurularak öldürüldü. 15 Nisan’da Rize’nin Fındıklı İlçesinde Gamze Pala arkadaşlık teklifini reddettiği bir erkek tarafından, bıçaklanarak ve tabancayla vurularak öldürüldü. 30 Mayıs’ta Rize’nin Çayeli ilçesinde Rukiye Çerman, emek verip ürettikleri çaydan kazandıkları parayı nereye harcadığını sorduğu eşi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Bütün bu olaylar ve daha niceleri yaşanırken; erkek şiddetinin ardında yatan gerçeği görmek istemeyenler, kadına yönelik şiddete bahane uydurmaya, kadınları korumaya yönelik yasal düzenlemelere saldırmaya devam ettiler. Kadın cinayetlerinin politik yönü olduğunu, kadını toplum içinde ikinci sınıf birey olarak gören anlayış değişmedikçe kadına yönelik şiddetin önlenemeyeceğini görmezden gelmeyi sürdürdüler. Cinayete kurban giden kadınların cenazelerinde üzülmüş pozları verip kadına yönelik şiddeti besleyen sözleri söylemeyi sürdürdüler.
Lafı eğip bükmeden şunları yüksek sesle söyleyelim:
Şiddete uğrayan, öldürülen kadınları “gayri meşru yaşantı içinde” göstermeye çalışanlar,
Kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı önlemek için hazırlanan ve İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi olarak anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ne karşı çıkanlar,
Kadını birey olarak değil; eş, anne, namus öznesi ve hatta “narin bir çiçek” olarak görenler,
“Annelik kariyerdir” söylemiyle kadını çalışma hayatının dışında tutmaya çalışanlar,
Kadını, daha çocuk yaştayken cinsel obje olarak görüp; “15 yaşındaki çocuğun cinsel olgunluğa eriştiğini savunanlar”,
İstismara uğrayan çocuğun istismarcısıyla evlenmesi halinde cezasızlık önerenler,
Kadına yönelik şiddetin arkasındaki zihniyetin temsilcileridir.
Toplumun önüne çıkıp kadınlara dair bu ve buna benzer sözleri sarf ettikten sonra cinayete kurban giden kadınlar için üzüldüğünü söyleyenler ikiyüzlüdür.
Kadına yönelik şiddetin salt asayiş sorunu olmadığını, bu nedenle asayiş önlemleri veya ceza kanunlarında yapılacak değişikliklerle çözülemeyeceğini unutmamak, kadına yönelik şiddetin sadece kadınların değil tüm toplumun sorunu olduğunu bilmek zorundayız.
Şiddetin arkasındaki zihniyeti ve temsilcilerini ifşa ederek, toplumsal cinsiyet eşitliğini savunarak ve kadınıyla erkeğiyle omuz omuza vererek çalışmalıyız. Kadına yönelik şiddeti oluşturan, doğuran, besleyen sözleri söyleyenleri bu sözleri söylediklerine pişman etmedikçe kadınlar için de erkekler için de özgür bir dünya söz konusu olmayacaktır.