Haldun Solmaztürk
“Türkiye hiç bir zaman ‘stratejik müttefikimiz’ olmamıştır”
Savaş irade, zeka ve güçle kazanılır—bu sırayla.! Ama üçü birden senkronize, sinerji yaratarak..
Bunun için gözlerinizi, kulaklarınızı ve beyninizi açık tutmak gerekir.
Artık hemen herkes Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisinin 1990’lardan beri Ermenistan’ın işgali altında olduğunu ve Minsk Üçlüsü denen ABD, Rusya ve Fransa’nın bu duruma bir çözüm getir(e)mediklerini—ve de getir(e)meyeceklerinin açıkça anlaşıldığını—biliyor.
Bir ‘barışın’ zaten olmadığı ortamda kitlenmenin aşılması için ‘savaştan’ başka yol kalmamıştı. Ağustos’ta Azerbaycan’da, Eylül’de Nahcivan’da yapılan tatbikatlar gelen savaşın habercisiydi.
Çözüm yoluna girmek için ciddi bir askeri başarıya,yeterli siyasi/diplomatik güce—bazı ülkeleri yanınıza almaya—ve uluslararası kamuoyunun desteğine, hiç olmazsa ‘anlayışına’ ihtiyaç vardı.
Azerbaycan harekatı, uluslararası ortamın en elverişli olduğu bir ortamda 27 Eylül’de başladı ve makul bir başarı elde etti. Aliyev 4 Ekim’de “Barış yoluyla olsun istedik [olmadı]. Biz gösterdik kim kimdir. Ordumuz işgalci Ermenileri, iti kovar gibi kovuyor” dediğinde askeri harekat siyasi ‘doyum noktasına’ ulaşmak üzereydi. O zaman bunu uyaranlar oldu, ama anlaşılmadı.
Vladimir Putin, 7 Ekim’de “Rusya, kendi toprakları dışında Ermenistan’ı savunmak zorunda değildir” dediğinde harekat o noktaya ulaşmıştı. Nitekim Moskova’da on bir saatlik müzakereler sonucu 10 Ekim’de ateşkes sağlandı.
O aşamada, askeri, siyasi ve diplomatik başarı büyük ölçüde elde edilmişti. Ama ateşkes on bir saat bile sürmedi, bozuldu. Sonrasında hava değişti, ama havanın değiştiği—yine uyarıya rağmen—ya anlaşılamadı, ya da anlaşılmak istenmedi.
Gence’ye ilk büyük balistik roket saldırısı o zaman geldi ve ciddi zayiata sebep oldu. İlk kez bu çapta bir roketin kullanılması çatışmanın genel akışına uymuyordu. Amaç (!) sonra anlaşıldı.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov geçen Çarşamba—14 Ekim—günü verdiği uzun mülakatta Türkiye’nin hiç bir zaman ‘stratejik müttefik’ olmadığını, Türkiye’nin dillendirdiği ve İlham Aliyev’in de bir çok defa ilan ettiği, askeri bir ‘çözüm’ olduğu ve bunun da ‘kabul edilebilir’ olduğu görüşüne katılmadıklarını söyledi. Ama mesaj yine alınmadı. Gence’ye ikinci büyük roket o zaman geldi ve çok daha ağır zayiata sebep oldu.
Gence—ve Mingeçevir—kentlerinin hedef alınması kullanılan roketlerin menzili içindeki en büyük yerleşim yerleri olmalarından. Amaç Azerbaycan’ı ateşkese zorlamak.
Sonuçta dün sabah—18 Ekim Pazar, 00:00—yeni bir ateşkes üzerinde mutabakata varıldı— Aliyev’in “Hiçbir güç bizi durduramaz. Bunu herkes bilmelidir" demesinden hemen sonra.!
Ama ikinci ateşkes de hemen bozuldu. Bu yazıyı teslim ederken çatışmalar devam ediyordu.
Halen Ermenistan’ın silah, araç ve insan kaybı oldukça fazla; morallerinin de düşük olduğu görülüyor. Kayıp sayısı tam olarak bilinemiyor ama Ermeni tarafındaki kayıpların daha ağır (673 asker, 36 sivil) olduğu anlaşılıyor. Sivil kayıplar Azerbaycan tarafında daha fazla—60.
Azerbaycan ordusu, henüz teyit edilmese de, Cebrayil, Fuzuli ve çok sayıda köy ve beldeyi işgalden kurtardığını iddia ediyor. Bu başarı 1988-94 yıllarındaki savaşın Azerbaycan ordusu üzerinde bıraktığı olumsuz etkiyi silme açısından çok önemli, masaya oturmak için de yeterli..
Çözüm aslında belli, çünkü üzerinde mutabakata varılmış bir çerçeve zaten var. Askeri güçlerin önce beş rayondan, sonra da diğer ikisinden aşamalı çekilmeleri, Laçin koridorunun açık tutulması, Karabağ’daki Ermenilerin güvenliği, barış gözlem gücünün konuşlanması, müzakerelerle nihai anlaşmaya gidilmesi..
Hem Lavrov hem de Aliyev çatışmalar sırasında bir kaç kez bu çerçeveyi işaret ettiler. Yani Rusya ve Azerbaycan yol haritasında birleşiyorlar. Artık Ermeniler de buna hazır görünüyorlar.
Mevcut ciddi avantajın siyasi müzakere masasında kalıcı sonuç vermesi için, şimdi akıllı bir diplomasi, diplomatik dil, siyasi zeka ve duygusal kontrola ihtiyaç var.
Azerbaycan önündeki fırsat penceresini akıllıca kullanmalı.
Ve Türkiye mutlaka bu savaşın dışında kalmalı—ne kadar içinde olursa olsun.!
“Lavrov’u dinlemezseniz, Şoygu’yu dinlersiniz.!” lafı ortalıkta boşuna dolaşmıyor.
Barış Pınarı, Libya ve İdlib’de yaşananlardan ders alınmış olunmasını diliyorum.
Nerede duracağını—gücünün sınırını—bilmek, devlet adamları için en kritik bir meziyettir.