Haldun Solmaztürk
‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet yoktur’
Meclis Başkanı, ilk Meclis’teki törende konuşuyor, Atatürk’ün “Önce Meclis, önce meşruiyet” ısrarını, onun ‘her kerameti’ Meclis’ten beklediğini hatırlatıyor.
Ama en önemli konuyu gözden kaçırıyor, hiç ağzına almıyor.
Atatürk, o ilk günü—23 Nisan 1920’yi—şöyle anlatıyor:
“Hükümetin kurulması ile ilgili teklifimi bir önerge halinde sundum. Kısa bir tartışma ve bazı itirazlara rağmen kabul edildi.
1- Hükümetin kurulması zaruridir.
2- Geçici olarak bir hükümet başkanı seçmek veya Padişah’a bir vekil tanımak mümkün değildir.
3- … Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet yoktur.
4- … Meclis’ten seçilecek bir heyet hükümet işlerine bakar. … Padişah ve halife … Meclis’in düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde durumunu alır.
… Böyle bir hükümet, milli hakimiyet temeline dayanan bir halk hükümetidir.” (Nutuk, 277)
Ama yüz iki yıl sonra, ‘milli hakimiyet’ yerine fiilen bir ‘başka’ hakimiyet ikame ediliyor.
Kamulaştırma Kanunu, kamulaştırmayı kurallara bağlar.
Kamulaştırılacak taşınmazların sınırlarını gösteren bir plan hazırlanıyor, taşınmazın sahipleri, değeri tespit ediliyor ve tahmini bedeli sahiplerine bildiriliyor. Anlaşma olursa satın alınan taşınmazlar idare adına tescil ediliyor. Anlaşma olmazsa mahkeme yoluna gidiliyor.
Ama ‘acele kamulaştırmada’ işlemler sonradan tamamlanmak üzere taşınmaza el koyulabiliyor.
‘Acele kamulaştırma’ koşullara bağlı: yurt savunması ihtiyacı veya olağanüstü durumlar…
Bir de ‘aceleliliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak haller’ var ki KHK ile düzenlenmiş.
Halbuki Anayasa’ya göre “Kanunda açıkça düzenlenen konularda kararname çıkarılamaz”.
Ama AKP çıkarıyor.!
10 Mayıs 2018 günü—24 Haziran seçimlerine ‘altı hafta’ kala—7142 Sayılı yetki kanununu Meclis’ten geçiriyorlar. Sonra da ona dayanarak 7 Temmuz günü KHK-700, 9 Temmuz günü—Tayyip Erdoğan’ın yemin etmesine saatler kala—KHK-703 ile yüzlerce kanunda binlerce değişiklik yapılıyor.
Meclis fiilen devre dışı bırakılıyor!
Amaç, Cumhurbaşkanına tek başına, keyfince düzenlemeler yapabileceği bir ortam yaratmak.
Sadece son bir ayda 31 ‘acele kamulaştırma’ kararıyla ‘yüzlerce’ bina, arsa, bahçe kamulaştırıldı. Hiçbirinde ne yurt savunması ihtiyacı ne de olağanüstü bir durum var.!
Hemen hepsi enerji iletim hatları, yol inşaatı ya da kentsel dönüşüm projeleriyle ilgili—yani aniden ortaya çıkan bir ihtiyaç olması bu projelerin doğasına aykırı.
Ama Cumhurbaşkanınca—sadece onun bildiği sebeplerle—ivedi olduklarına karar verilmiş…
Bir de malum Kamu İhale Kanunu var—evlere şenlik…!
Md. 3 ‘istisnaları’, yani kanunun ‘uygulanmayacağı’ durumları belirliyor—dört sayfa, 25 fıkra.
İhalelerde ‘saydamlık, rekabet, kamuoyu denetimi, kaynakların verimli kullanılması’ gerekiyor.
Bu yüzden de temel usüller açık ihale ve belli istekliler arasında ihale…!
Ama KHK-703 “Cumhurbaşkanlığınca gerçekleştirilecek her türlü mal ve hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin ihalelere” de istisna getiriyor: pazarlık usulüyle yapılabilir.!
Bazı (!) durumlarda, ilan yapılması, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu, hatta sözleşme yapılması ve kesin teminat alınması [a.b.] bile zorunlu değil.
Bunlardan haberimiz olmuyor—ruhumuz bile duymuyor.!
Atı-Alan-Üsküdar’ı-Geçti referandumuyla Meclis’in bütçe yetkisi de kalmadı.
Özelleştirmeler, örtülü ödenek, bağışlar, yurt dışı ‘bursları’, hayır-hasenat paraları, ‘destekler’, hediyeler, tahsisatlar, ‘zekat paraları’, huzur hakları, hiçbirinde Meclis’in esamesi okunmuyor.
Varlık Fonu başlı başına bir keyfi harcama ve israf heyulası!
Mutlakiyetten meşrutiyete, oradan Cumhuriyete evrilmiştik. Ama 9 Temmuz 2018’den beri tekrar ‘mutlakiyete’ dönüştük.!
Meclis Başkanı gözden kaçırıyor ya da bilmezden, görmezden geliyor ama artık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet—bir kişi—var.!
Üstelik o kişi, kendini Meclis’in yaptığı kanunlarla değil başka (!) hükümlerle bağlı sayıyor, “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu!” diyor.
Yüz iki yıl önce ‘padişah ve halifenin’ durumunu düzenleyen—düzenleyebilen—Meclis’ten bugün evrildiğimiz yer ne yazık ki budur!