Nesrin Nas
Türkiye artık çok daha kırılgan
Troya savaşı’nın büyük bir felaket olacağını önceden gören, ama ne babasını ne de ağabeylerini buna ikna edebilen Apollon’un lanetlediği mitolojik kahraman Kasandra’nın öyküsünü bilir misiniz?
Arzularına karşı çıkan Kasandra’yı geleceği görmek, ama kimseyi buna inandıramamakla cezalandıran Apollon’un bu laneti uzun süredir üzerimizde sanki…
Oysa tarihin önümüze koyduğu kanıtlar ve gerçekler kahinlik yapmaya yer bırakmayacak kadar açık ve ortada…
Hukuka, demokrasinin kurumlarına, normlara tekme atarak kendilerini halklarının vazgeçilmez kurtarıcısı olarak konumlandıran ve hem iç hem dış politikayı güç üzerinden okuyan ve sadece güçlü olanın haklı olacağına inanan tek adamların pervasız yönetimleri her zaman bir ülkeyi A’dan Z’ye dağıtır.
Güç merkezileşerek tek elde toplandıkça, gücü ancak daha çok güce yaslanarak el tutma iştahı artıyor ve güç merkezileştikçe kurumsal yıkım başlıyor. Haliyle şeffaflık da, hesap verebilirlik de, öngörülebilirlik de azalıyor.
Ne yazık ki, ekonomiden iç ve dış barışımıza böyle bir dağılmayı yaşıyoruz. Yıllardır bugünlerin geleceğini haykıran iktisatçılar, sosyal bilimciler, dış politika uzmanları, aydınlar düşman ilan edildi, tehdit edildi. Tıpkı bugün korona salgınına karşı uyaran doktorların, sağlıkçıların seslerinin bastırıldığı gibi onların da sesi bastırıldı. Ama krizi krizle örtme, gerçekleri hamasetle sıvama ve sorunları çözmeden çürütme politikasının sonuna geldik.
İşin kötüsü hesap vermemek için kuralları, normları, verileri tarumar eden tek adam yönetimi de kontrolü kaybetmiş görünüyor. Derinleşen siyasi krizi, kaçınılmaz ekonomik çöküşü perdelemek ve başarı ilüzyonunu sürdürmek için de, ülkenin maddi manevi tüm değerlerini, birikimini, enerjisini ve umudunu tüketerek, çıkış stratejisi olmayan ve düşmanlarını çoğaltan bir güç oyunu kurgulanıyor artık.
Önce kendi partisini, sonra milliyetçi partiyi ve ulusalcıları soğuran tek adam yönetimi “yerli-milli” söylemiyle, muhalefeti “milli güvenlik sorunu” olarak tarif ederek, iktidarın devamını seçmen iradesinin dışına taşıyan bir vesayet üretmişse de, henüz toplumsal desteğe ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle gücünü herkese kabul ettirme telaşıyla hareket ediyor.
Erdoğan, gücünü muhalefete kabul ettirebildiği ölçüde başarılı olacağını biliyor ve ne yazık ki muhalefet de bu tuzağa düşüyor. Muhalefet, Erdoğan-Bahçeli ikilisinin ‘yerli-milli’ parantezine dahil olmak için tek adam yönetiminin irrasyonel dış politika ataklarına destek vermekle kalmıyor, Türkiye’nin başta yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik, eşitsizlik, çığırından çıkan korona salgını, kapıda bekleyen ödemeler dengesi krizi, toplumsal çöküş gibi hemen bütün asıl sorunlarının sandığa kilitlenip, çözülmeden dehlize gömülmesine izin veriyor.
Ayarı kaçmış hamaset ve milliyetçilik sadece tek adam yönetimine değil, muhalefete de tatmin sağlıyor. Sorunların çözümünde ve çözüm yöntemlerinde ortaklaşmak yerine muhalif kalmanın cazibesi, güven oluşturmak yerine algı yaratmanın kolaycılığı aklı ve vicdanı tüketerek toplumu çaresizliğe mahkum ediyor.
Toplum her şeyin farkında. Karamsar. Toplumun 2/3’ü geleceğin daha kötü olacağını bekliyor ve ekonomi yönetimine güven yok. Muhalefet bu kötümserliği bir umuda dönüştürmek yerine, göreceksiniz işler daha da kötü olacak beklentisini otomatik olarak seçmeni kendi tarafına çekecek bir neden olarak görüyor ve bekliyor…bekliyor…
Oysa tüm göstergelerde belirgin bir bozulma var. Orta gelir tuzağından çıkamayan Türkiye, yoksulluk tuzağına hapsolmanın eşiğinde. IMF’den Dünya Bankası’na, Fitch’den Moody’s’e kadar tüm kurumların Türkiye öngörüleri fevkalede karamsar. Türkiye her yayınlanan uluslararası raporda en kötü, en kırılgan, en öngörülmez grubunun değişmez üyesi son yıllarda.
Mesela dünya ekonomik risk haritasında Türkiye, en kötünün bir tık altı olarak yer alıyor. Bu, New York Life Investment ve Visual Capitalist'in Korona Salgını sonrası dünyadaki 241 ülkeyi içeren bir makroekonomik risk ölçme ve değerlendirme çalışması. Araştırma, iflas, temerrüt ve uluslararası tahkime gitme bağlamında borç geri ödeme kapasitesi açısından Türkiye'nin oldukça yüksek bir riske sahip olduğunu vurguluyor. Moody’s’in 11 Eylül’de kredi notumuzu B2 seviyesine düşürmesi de bunu doğruluyor. Yani Türkiye yatırım yapılamaz seviyesinde.
Moody’s Türkiye'nin notunu, tarihinin en düşüğüne çekerken, “yatırım yapılabilir” seviyenin de 5 kademe altına indirdi. Bu, ekonomik krizin bir kırılma noktasına yaklaştığını söylüyor bize. Tabii bunun topluma yansıması daha çok işsizlik ve daha derin yoksulluktur. Ve ekonomimiz ‘pik’ yaptı algısına yüklenerek bunu saklamak neredeyse imkansız artık…
Güvenlik devleti olmanın ve dış politikada sonu belli olmayan maceralara kalkışmanın ekonomiye maliyeti katlanarak büyüyor. Özellikle dışarıda hedefi belli olmayan ve askere yaslanan bir dış politikanın besleyerek büyüttüğü çoklu krizden kendi imkan ve becerimizle çıkma seçeneğimiz de yavaş yavaş gündem dışına çıkıyor. Umarım ektiğimiz rüzgar bize fırtına olarak dönmez.