Galip Umut Özdil
TOPRAKTAN RANT DEĞİL, GERÇEK DEĞER YARATMAK
Topraktan gerçek olmayan, farazi kıymet yaratma çabasının sonucunun ekonomik getiri ve mutlu bir yaşam olmayacağı açıktı.
Kayıplarımız tarif edilemez acılara boğulmamıza neden olurken, topraktan doğru ve gerçek değer yaratmaya çalışan kırsal kesimdeki çiftçilerimize ulaşabilmek kent merkezlerinden çok daha zor oldu.
Herkes kentlerde canı ve cansızı ile uğraşırken, kırsalda yaşanan yoksunluğu ve çaresizliği günler sonra köyüne ulaşmaya çalışan yardım ekibine kar altında kilometrelerce koşarak yol gösteren vefalı bir köpeğin boynunda gördük.
Uzun uzun anlatmaya gerek yok şu dönemde; kırsalda yaşamak zaten pek çok açıdan dezavantajlıydı. Kır ve kent arasındaki derin ekonomik ve sosyal uçurum, kırsala hizmet götürme yollarının daha da tıkanmasıyla büyüdü. Özellikle afet olaylarında yerele hizmet yerelde olur anlayışından uzaklaştıran yasal düzenlemeler bir bir hayata geçerken, 150 km ötedeki dağ köyüne merkezden hizmet sağlamanın zorlukları göz ardı edildi.
Kentlerde müteahhit avına çıkılırken, kırsal kesim yerleşimlerindeki plansızlığı, hiç mühendislik hizmeti olmadan ilkel yöntemlerle, mecburiyetten sadece bölgesel malzeme kullanılarak yapılan evleri, hayvan barınaklarını, depoları konuşmuyoruz bile.
Şehirden canını sağ kurtarıp köylerine, yakınlarına ulaşamayan aileler de gündemin son sıralarında yer alıyor.
Son can enkazdan çıkmadan, hatta son yaralı taburcu edilmeden tarımı ve çiftçiyi konuşmak gereksiz, boş hatta yersiz gelebilir. Ancak yaraları toplu ve eksiksiz saracaksak, hem gıda güvencesini hem de kırsal bölgelerin ekonomik olarak ayakta kalmasını sağlamak zorundayız.
Depremden etkilenen 10 ilimiz ortalama olarak ülkemizin kırsal nüfusunun, kayıtlı çiftçi sayısının, hayvan varlığının, bitkisel üretim değerinin, toplam tarımsal hasılanın %15’ine sahip. Bu bölgenin tarımsal anlamda tekrar ayağa kalkması gerekiyor. Birkaç ay sonra başlayacak ekim – dikim döneminde üreticiyi maddi ve manevi olarak hazırlayacak her önlemi almalıyız.
Tarım sektöründeki tüm kurumlar (özel, resmi, birlik, dernek vb.) elinden geldiğince bölgeye yetişmeye çalışıyor. Nakdi ve ayni yardım yapanlar, uzmanlarını bölgeye gönderenler, uygun tarım makinelerini depremzede köylere sevk edenler, hatta tarım makineleri ürettikleri fabrikalarda konteyner, tekstil atölyelerinde çadır üretmeye başlayan kurumlar var. Hayvan çadırı üretimini kendi işçilerinin ücretsiz çalışırız teklifiyle çift vardiyayla iki katına çıkarıp deprem bölgesine ücretsiz ulaştırmaya çalışanlar var.
Hem bölge üreticisinin sütünü toplayan hem depremzede çocuklara süt tedariki sağlayan meslek örgütleri var. Tüm çevresini kullanıp veteriner ilaçları toplayarak kendi olanaklarıyla köy köy ulaştıranlar var. Sahipleri vefat etmiş çiftlik hayvanlarına bakanlar var. Ücretsiz yem dağıtanlar, veterinerlik hizmeti verenler var.
Yıkılan depolardaki tarımsal ürün ve yemleri sağlam depolara ulaştırmaya çalışan gönüllüler var. Zaten acil ihtiyaçlar da bunlar.
Bu ağır yara tedavi edilecek. Bundan sonrası için kalıcı önlemler almak gerekiyor.
Kentlerde ne kadar başarılı oldu ki diyeceksiniz ama kırsal bölgelerde tüm bu bireysel veya kurumların kendi başlarına (ya da bir ikisi bir araya gelerek) yaptıkları yardım ve çalışmaların koordinasyonu için ayrı bir afet planı ve bu planı uygulayacak ayrı bir kuruma ihtiyacımız var.
Topraktan gelen, topraktan üretilen hakiki değere sahip çıkmazsak, kentteki toprağın haksız rantının altında kalıyoruz ve ölüyoruz.
Biri yaşatıyor, diğeri öldürüyor. Seçim bizim.
Kentlerimiz kadar köylerimizi de düşünmek zorundayız. Hani pandemi döneminde “Hadi geri dönelim” dediğimiz yerleri…