Melda Onur
Taş ocakları
“… Günümüzde çimento sanayinin ihtiyacı olan kalker, Puzolanik kayaç ve marn gibi hammaddeler taş ocağı ruhsatları ile karşılanmaktadır. Büyük bir gelişme içinde olan bu sektör (inşaat) daha büyük yatırımlar yapabilmek için hammadde ihtiyacını daha güvenilir ve büyük rezervli kaynaklardan karşılamak istemektedir…”
Bu cümle 26.05.2004 ve 5177 Kanun Numarası ile yapılan düzenlemenin gerekçesinden alındı. Bu düzenleme ile Maden Kanunu değişiyor ve başta taş ocakları olmak üzere inşaatlar için kullanılan her tür girdi maden kapsamına alınıyordu. Bu bir ruhsat kolaylaştırması idi. İnşaat sektörünün ve enerji, bayındır, ulaşım adı altında yürütülen çeşitli inşaat faaliyetinin en önemli girdisi taş türevi malzemelerdir; HES varsa yanı başında mutlaka bir taş ocağı görürsünüz. İçi renk renk granitlerle mermerle donanmış AVM’ler, lüks konutların, imar işlerinin, köprülerin, kentsel dönüşüm faaliyetlerinin görünmeyen en önemli girdisidir. 2004 itibarıyla hem inşaat faaliyetlerinin artması hem de inşaat malzemelerinin madencilik sektörüne kazandırılmasıyla 50-60 metrede yapılabilen taş ocakçılığı tehlikeli bir şekilde çoğaldı. Taş ocağı deyip geçmeyin, çevreye inanılmaz zarar verir.
Havaya, suya, toprağa…
TBMM’de iken Bursa Milletvekili Sena Kaleli’nin daveti üzerine Bursa’ya bir çevre gezisi yapmıştık. Sebzeleriyle, meyveleriyle ünlü tarım diyarı Bursa’nın Kemalpaşa ilçesinin dışında bir arazide durmuş, arabadan inmiş ve 360 derece bakış açımızda 10 kadar taş ocağı saymıştık. Bazısı çalışıyor, bazısı kullanılmış öyle bırakılmış, bazısı ise açılmış, beğenilmemiş ama kapatılmamıştı.
İstanbul’da uçak havada tur atarsa Karadeniz sahillerinde oyuk oyuk bu ocakları görürsünüz. İstanbul’un Kuzey Ormanlarını katledip, tarımı bitirip ve köylüleri yerlerinden ederken, taş ocaklarıyla da havayı, suyu, toprağı kirlettiler.
HES’lerin inşaatları için de gerekli olduğundan çoğunlukla her HES inşaatı yanında bir taş ocağı bulunur. Karadeniz’in tertemiz akan derelerine taş ocağının tortusunun karıştığı yerde rengin nasıl bulanıp garip bir maviye dönüştüğü gözle görülür. Aynısını Bursa’nın meşhur mesire yeri Suuçtu Şelalesi’ni besleyen derelerde görmüştük; beyaz taş tozundan suyu süt rengine dönüşmüştü.
Isparta’da taş ocaklarından şikayet edenlere, dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu “Taş bir ihtiyaç” diye cevap vermişti hiç unutmam.
Tortum’dan İkizdere’ye
Şimdi bu ekolojik ve sosyolojik yıkımın en önemli aktörlerinden bir Cengiz İnşaat, sahildeki İyidere’de liman yapacak diye, Gürdere ve Cevizlik köylerin taşlarına göz dikmiş. Köylülerin Avukatı Yakup Okumuşoğlu’nun belirttiğine göre, hem proje hem de taş ocağıyla ilgili Rize İdare Mahkemesi’nde açılan dava var. Okumuşoğlu hem durdurma hem de “ÇED gerekli değildir” kararının iptalini talep ettiklerini belirtiyor.
Türkiye’de herhangi bir inşaat projesi için “ÇED gerekli değildir” kararı almak, vatana ihanetin daniskasıdır ve büyük bir rezalettir. Çünkü çevresel etkisi olmayan adım dahi atamayız. Değil ki taş ocağı değil ki liman.
İkizdere’de jandarmanın maddi ve manevi şiddetini izlerken bundan 10 yıl önce 2011’de yeni milletvekiliyken gittiğim Tortum’da Ödük Çayı’na yapılmaya çalışılan HES’e karşı direnen köylüleri hatırladım. Biber gazı sıkılan, başörtüleriyle yerlerde sürüklenen kadınlar, Jandarma’nın darp ettiği 83 yaşındaki Atiye Nine, “Bana işe engel olmaktan dava açıyorlar peki benim işim ne olacak” diye haykırarak evini geçindirdiği meyve sebze bahçelerini savunan kadın geldi gözümün önüne. Bir de şirket Genel Müdürü gibi davranan Vali Sebahattin Öztürk. Sonra o Vali Antalya’ya tayin oldu. Kendisiyle Manavgat Ahmetler Kanyonu’na yapılmaya çalışılan ve “ÇED raporu gereksiz” kararı verdiği direnişte karşı karşıya geldik. Jandarma ile köylü arasında aynı görüntüler yaşandı orada da. Uzundere’de bir doğal maden suyuna çökmek için uydurulan HES bahanesine direndiği için darp edilen Havva Hanım’ın mosmor şiş ayağının fotoğrafı TBMM kürsüsünden gösterilince proje sonlanmıştı. Yani üç örnekte direnen köylü kazandı ama perişan ettiler insanları.
İkizdere’de de umarım kazanır. Ama mesele birer birer kazanmak değil mesele bu insan, hayvan, doğa öğüten çarkı geriye çevirmek.
Çevre Durumumuz Maden
Çevre Şehircilik Bakanlığı 4 yılda 1 kez Çevre Durum Raporu yayınlıyor. 2016 – 2019 yıllarını kapsayan Çevre Durum Raporu 2020 geçen yıl çıkmıştı. Raporun daha girişi aklımda kalmış. Atatürk’ün “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur” sözleriyle başlıyor ama ikinci sayfada Cumhurbaşkanı imzasıyla AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sunuş yazısı şu cümle ile başlıyor:
“Havasından suyuna, ağacından taşına-toprağına kadar yeryüzündeki her şeyi insanın istifadesine sunulmuş birer emanet olarak görüyoruz.”
Bu yapılan istifade bu değil.
Raporun yönetici özeti ise “Doğal Kaynaklar açısından bakacak olursak, ülkemiz maden çeşitliliği ve rezervleri açısından, dünyada madencilikte adı geçen 132 ülke arasında toplam maden üretimi itibarı ile 28’inci, üretilen maden çeşitliliği açısından da 10’uncu sırada yer almaktadır” diye başlıyor.
“Doğal Kaynak” deyince ilk akla maden mi geliyor? Google’a “Doğal kaynaklar nelerdir” yazsanız ilk karşınıza şu tanım ve sıralama gelir: “Doğada bulunan ve insan ihtiyacını karşılayabilecek her şey. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler Dünya›nın doğal kaynaklarını oluşturur.” (nedir.org)
Yazının başında 2004’te değiştirilen Maden Kanunu’ndan söz etmiştim. Aslında maden konusunda değişen yalnızca birkaç madde değil tümüyle bir paradigma değişikliğiydi.
2007 yılında Fortune Türkiye dergisine dışarıdan yazı yazıyordum. Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu’nun talebi üzerine bir sayıya ‘maden’ dosyası hazırlamıştım. Dünyada maden fiyatları, hızlı yükseliyor ve talep artıyordu. Buna ilaveten, Türkiye’de yatırımcıların madene yönelmelerinin bir diğer nedeni ise MTA’nın 2004’te değişen paradigmasıydı.
Dönemin MTA Genel Müdürü Mehmet Üzer ile röportaj yaparken sektörü hareketlendirmek için yapılanları şöyle anlatmıştı:
“MTA 50 yıldır teknik çalışma raporları yapıp yapıp saklıyordu. Biz de geldiğimizde bunları koyduk internete, özel sektöre, yatırımcının kullanımına açtık, beğensin işletsin dedik.”
Türkiye’yi 1/25’lik 5546 adet jeolojik haritaya bölen MTA, 15 bin adet teknik çalışma raporunu hazırlayarak internet ortamına koymuştu ve böylece şirketler arama yapmak istedikleri ya da ihale edilen sahaları internet üzerinden görüp inceleyebiliyorlardı.
Çevrede köy mü, orman mı, dere mi, hayvanlar mı, turistik ya da kültürel yerler mi vardı? Hiç önemi yoktu.
Tıpkı coğrafyacıların dilsiz haritalarından sadece madenleri gösteren bir harita gibi.
Tıpkı Çevre Şehircilik Bakanlığının Maden ile başlayan Çevre Durum Raporu gibi.
Taş ocakları nasıl maden oldu
“MADDE 1.- 4.6.1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanununun 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 2. - Yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü madde bu Kanuna göre madendir.”
“Madenler aşağıda sıralanan gruplara göre ruhsatlandırılır:
I. Grup madenler
a) İnşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl.
b) Tuğla-kiremit kili, Çimento kili, Marn, Puzolanik kayaç (Tras) ile çimento ve seramik sanayilerinde kullanılan ve diğer gruplarda yer almayan kayaçlar.”
II. Grup madenler
Mermer, Dekoratif taşlar, Traverten, Kalker, Dolomit, Kalsit, Granit, Siyenit, Andezit, Bazalt ve benzeri taşlar.