Galip Umut Özdil
Serada Üretim, Ürün Fiyatlarını Düşürür mü?
BÖLÜM 1:
Serada üretim, ürün fiyatlarını düşürür mü?
Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişci, meyve ve sebze fiyatlarındaki artışı önlemek için "Kış aylarına girerken sera üretim alanlarımızı artırmak istiyoruz." dedi.
Son Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi toplantısında da kış aylarında sebze fiyatlarında yaşanabilecek olumsuzlukları en az düzeye indirmeye yönelik tedbirler tartışılmış ve sera yatırımlarının hızlandırılmasına ilişkin ilgili kurumlarla iş birliği içinde çalışmalar yapılması kararı alındı.
Konu sadece fiyatların düşürülmesi açısından değil başka boyutlarıyla da çok önemli. Kısaca vurgulayalım.
Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin daha çok hissedilmesi, artan nüfus, azalan tarım alanları ve enerji kaynakları ile küresel enerji / gıda paylaşım savaşları seracılık yatırımlarını tüm dünyada artırıyor. Sadece ılıman iklim kuşağındaki ülkeler değil çok soğuk ve çöl iklimine sahip olan ülkeler de seracılığı teşvik ediyor.
Seracılığın çok avantajı var: Tarlaya, bahçeye göre aynı alandan daha çok ürün alıyorsunuz, üretim kesintiye uğramıyor yıl boyunca sürüyor, havayı / iklimi siz kontrol ediyorsunuz. Sadece toprakta değil, topraksız ortamda da üretim yapma şansınız var. Su tüketimi kontrollü.
Ülkemizde de 1940’lı yıllarda başlayan seracılık giderek gelişiyor. Teknik detaya çok girmeyelim ama alçak plastik tünel, yüksek tünel, cam ve plastik sera olmak üzere 4 çeşit örtü altı üretim yöntemi var. Ülkemizde son 15 yılda örtü altı üretim alanı yaklaşık %50 artmış. Örtü altı yetiştiriciliği bakımından dünyada ilk dört ülke arasındayız. Avrupa’da ise İspanya’nın ardından ikinci sıradayız. Üretim alanlarının %80’inden fazlası Akdeniz Bölgesi’nde buluyor. Üretimin %95’i sebze. Her 4 sebzeden biri örtü altında yetiştiriliyor. Domates, hıyar, karpuz ve biber ağırlıklıyız. Meyve ve süs bitkisi üretimi de giderek yaygınlaşıyor. Meyvelerde ise muz ve çilek türleri ön planda. Toplam 12 milyar TL’lik bir üretim değerinden söz ediliyor. Ürünlerin ihracatı oldukça yüksek seviyede.
İleri teknoloji kullanan iklim kontrollü büyük ölçekli modern sera işletmeleri de yeteriz olmakla birlikte artıyor. Sera konstrüksiyon ve donanım sektörü özellikle son 20 yılda ülkemizde en hızlı büyüyen sektörlerden biri. Modern seraların kurulumu önceden yabancı firmalar tarafından yapılırken bugün tamamına yakınını %100 oranında yerli olarak yapabiliyor.
Ancak işletme başına üretim alanlarımız çok küçük. İşletmelerin %75’i sadece 3 dekar. Gelişmiş ülkelerde bırakın dekarı 5 hektar büyüklüğünde tek parça seralar inşa ediliyor. Tarımda arazi toplulaştırması kadar sera toplulaştırması da yapmamız gerekiyor.
Amaçlandığı gibi ürün fiyatlarının düşmesi için özellikle jeotermal seraların ve bunlardan oluşan ihtisas organize sanayi bölgelerinin sayılarının ve kapasitelerinin artması da şart. Avrupa’da birinci olduğumuz jeotermal enerji potansiyelimizi daha çok kullanmamız gerekiyor. Jeotermal seracılık 5 bin dekarı geçti ama uzmanlar 30 bin dekara çıkabileceğini ifade ediyor. Yerel yönetimlerin konuya el atması ayrıca sevindirici.
Seralarda açık alanlara göre çok daha yoğun girdi kullanılıyor. Tarımsal girdiler ve sera yapım malzemeleri dövizle alınıyor. En önemli girdi de enerji. Dolayısıyla kur baskısı desteklerle hafifletilmeli. Son dönemde enerji maliyetlerindeki 5 kata varan artış sektörü çok zora sokuyor. Elektrik tarifelerindeki indirimler falan yetmiyor. Kooperatifçiliğe benzer ortak enerji kullanımı ile ısıtma sağlamalıyız. Yoksa bu maliyetlerle ürün fiyatlarının düşmesi mümkün değil.
Sektör, yeni seraların kurulması kadar mevcut eski seraların yenilenmesine ve atıl seraların yeniden üretime kazandırılmasına yönelik yeni politikalar ve destekler bekliyor. Bu alana yatırım yapmak isteyen ama sermayesi yetersiz olan girişimcilere daha çok teşvik verilmeli. Örtü malzemeleri başta olmak üzere sera yapımda kullanılan tüm gereçlerden alınan vergilerin düşmesi ve daha çok desteklenmesi de isteniyor.
Yeni kurulan seralarda işçi çok da, kalifiye eleman, teknisyen ve uzman yönetici zor bulunuyor. Yatırımların artması kadar nitelikli iş gücünün yetiştirilmesi ve yönlendirilmesi de önemli.
Tarım Sigortaları Havuzunun (TARSİM) sera sigortalarını daha kapsamlı hale getirmesi, üreticiyi daha çok sistem içine alacak yollar bulmasının elzem olduğu da dile getiriliyor.
Aslına bakacak olursanız sektör temsilcilerinin uzun yıllardan beri söyledikleri sorunlar bunlar. Bu kez umarız daha hızlı yol alınır.
BÖLÜM 2:
BİR ÖNCEKİ KÖY
Biraz teşvik, biraz da sermaye ile tarım sektöründe küçük çapta da olsa yatırım yapmak isteyen o kadar çok kadın girişimci adayımız var ki. Cesaret demiyorum, o zaten üst seviyede. Üstelik büyük bölümü de genç sayılabilecek yaştalar. Aynı işi yapmalarına rağmen erkeklere oranla daha az ücret almaları ve ağırlıklı olarak ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaları başta olmak üzere yıllardan beri iş gücüne katılım konusunda erkekler karşısında yaşadıkları eşitsizlik aslında girişimcilik ruhlarını artırmış. Kadın girişimciliğinin dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle tarımsal üretimde ve tarımsal ürünlerin ev veya küçük işletme ölçülerinde işlenmesinde ne kadar önemli olduğunun farkındalar. İş yaşamı dışında ailede ve toplumsal yaşamda üstlendikleri rollerden de şikâyetçi değiller.
“Biz hepsinin üstesinden geliriz.’’ diyorlar.
İşin maddi boyutundan önce “el âlem ne der örgütü”nün ve kültürle, bilgiyle, saygınlıkla ilgisi olmayan geleneksellikten kaynaklanan kısıtlamaların ve anlamsız kuralcılıkların azaltılması için yatırım yapılmalı. Sosyal ve kültürel engeller kaldırılmalı. Onlar değişimin şart olduğuna inanmışlar fakat değişime olan direnci aşmakta hâlâ sıkıntıları var. İşte teşvik tam da burada gerekli. Bu sorunu aşmanın ilk ve en önemli yolu eğitim ama bu uzun vadede sonuç verir. Girişimci olmak isteyen kadınlarımıza “Sana mı kaldı, ne gerek var’’ diyene, hemen “Asıl sana ne gerek var’’ denilebilmeli. Bunu aynı çevre ve aileden bekleyemeyeceğimize göre ister kamu görevlisi ister siyasetçi olsun yörenin bilinçli kanaat önderlerinin yapması gerekiyor. En azından girişimci olmak isteyen kadınlarımız bunu bekliyor.
İlk sorunu aşanların karşına ikinci sorun çıkıyor: sermaye yani para. İş kurmayı başaranların çoğunun finans kaynağı eş, akraba, arkadaş ya da bozdurulan bilezikler olmuş. Bu da bir sorun olduğu için sohbet sırasında Tarım ve Orman Bakanlığının ve ilgili kuruluşlarının yurt içi ve yurt dışından sağladıkları fonlar var, kadın girişimcilere öncelik veren kırsal kalkınma destekleri var, hatta hibe var, uluslararası kurumların hem özendirme hem geliştirme projeleri var diyorum. (Krediye hiç girmiyorum.)
Aldığım yanıt: “Biz oralara ulaşamayız.”
Haklılar mı? Evet.
Sözün bundan sonrası yetkililere:
Ne olur, yarım saat önceden yola çıkın da önceden planlanmış, “Sayın …… hoş geldiniz’’ pankartları asılmış köyde değil de, bir önceki köyde duruverin. Siz onlara ulaşın.
“2002 yılından beri kırsalda kadın girişimciliğini artırmak için şu kadar destek ve hibe verdik.’’ cümlesinden çok daha önemli gerçekler var orada.
“Neden desteklere ulaşamıyorsun? Bu destekleri kimler aldı? Aldı da ne yaptı?” diye sorduğunuzda zaten gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Kasket giyip yazma bağlayıp fotoğraf çektirmekle olmuyor.