Haldun Solmaztürk
‘Tanrımıza Hamdolsun, Milletimiz Varolsun.!’
Sıffin muharebesi, İslam Peygamberi’nin ölümünden 25 yıl sonra, 657 yılındaydı.
İlk kez, İslam dini ve İslam’ın kutsal kitabı, yine İslam ordusuna karşı ‘silah’ olarak kullanılmıştır. Yenilen Muaviye ordusu askerleri, Kur’anları mızraklarının ucuna takıp yukarı kaldırarak, “Aramızda Allah’ın kitabı hakem olsun.” diye seslenince İslam ordusu “Allah’ın kitabına yapılan çağrıya uyalım” diyerek savaşı bırakmışlardı. Halife Ali yapılanın sadece bir savaş hilesi olduğunu anlatmaya çalıştıysa da başaramadı. Askerler savaştan çekildiler. Sonra yaşanan ‘Hakem’ olayı ile 2017 ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ vakasındaki ‘hakem’ olayı benzerler.
Sıffin’den sonra İslam-içi çatışma hiç bitmemiş, İslam dünyası huzur bulamamıştır. Bugün de, aynı ‘dini siyasete alet etme’ sürecinin sancılarını yaşıyoruz.
‘Türk’ ordusunun geleneksel ‘yemek duası’ bir zamanlar ‘Tanrımıza Hamdolsun, Milletimiz Varolsun.!’ şeklinde okunurdu. Tanrı kelimesi öz Türkçe ‘tengri’ kökenlidir, tekildir. Türklerin öz dininde tek, ulu yaratıcı anlamında, ‘Allah’ kavramını temsil ederdi. Yine de bu tek kelime—aynı ‘türban’ gibi—İslamcıların laik demokratik rejime karşı mücadelesine alet edilmiştir.
Askerlik hizmeti için orduya katılacak gençlere, “Subaylar emir de verse, yemek duasında ‘Tanrı’ deme, ya sus ya da ‘Allahımıza’ de. Yoksa dinden çıkarsın” şeklinde beyin yıkama yapılmıştır. Bu bilinir, arada bir kaç erin ‘Allahımıza’ dediği fark edilse de üzerine gidilmezdi.
Ama bir gün ‘duymazdan gelmek’ mümkün olmadı. Diyarbakır’daki bir kışlada, bir yedek subay kendisine yemek duası yaptırmasını söyleyen nöbetçi amirinin emrine, ‘toplu asker karşısında’ karşı geldi—'Tanrı’ dememek için. Aynı Sıffin’de olduğu gibi…
Askeri mahkeme alt sınırın da altından—iki buçuk ay hapis—verdi. Ama Askeri Yargıtay, onu bile bozdu—hizmete (!) ilişkin emir olmadığından. 1990’ların sonunda, laik demokrat kesime—bugünkü gibi—tam saha ‘28 Şubat’ dincilik presi yapılıyordu. Yine Sıffin’de olduğu gibi…
Sonra, köprülerin altından çok su aktı; ‘tramvaycı’ kadrolar iktidara geldi. Derken bir baktık 2016’da “Allah’ın lütfu” tecelli etmiş… 2017 yılında ordu yemek duası, önce İçişleri Bakanlığı sonra da Milli Savunma Bakanlığı tarafından “Uygulama birliği sağlamak ve mevcut tereddütleri ortadan kaldırmak üzere” ‘Allahımıza hamdolsun’ şekline çevrildi.
Böylece vatan evlatlarını—Hamdolsun—emirle Kur’ana karşı savaştan (!) kurtardılar.
Aynı dönemde, önce TSK’da çalışan sivil memurlara ‘başörtüsü, bıyık, sakal, kravat’ serbestisi getirdiler. Sonra TSK Kıyafet Yönetmeliği değişti; artık “…bayan subaylar, astsubaylar, askeri öğrenciler; resmi üniformaları ile birlikte şapka, bere veya kep altına [a.b.] başlarına taktıkları üniforma renginden desensiz giysileri [türban] yüzlerini kapatmayacak şekilde” takabileceklerdi.
Neyse ki—şimdilik—yüzler (!) açık kaldı, yani peçe yok.!
Mutlu (!) bir tesadüf, tam da Genelkurmay Başkanı’nın Cumhuriyet’le ve Atatürk’le hiç de barışık olmadığı bilinen bir şahsı ziyarete gittiği zamanlarda oluyor bunlar. Ev sahibi “Ben Firavun karşıtıyım. Beni okuyanlar, tanıyanlar kimi (a.b.) kastettiğimi bilirler” diyor, 5816 sayılı kanunun kaldırılmasını istiyor—Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında kanunun… Hulusi Paşa’ya, haklı olarak (!) sitem ediyor, “Hani üniformayla gelecektiniz?” diyor. Paşa, belli ki rahmetliyi tanımıyor—tanısa, bilse gider mi.! Sonra, kuvvet komutanlarını alarak bayram namazı için Siirt’e gidiyor. Ama namazı Komando Tugayı camisinde değil de Tillo’da kılıyorlar—nedense.? Komutanların hepsi arazi üniformalı.! AKP’li siyasiler ve ‘şıhlarla’ saf tutuyorlar.
O arada birileri türbanı serbest bırakan değişikliğin ‘laikliğe aykırı’ olduğu gerekçesiyle Danıştay’a ‘yürütmenin durdurulması’ ve ‘iptal’ davası açıyor. Milli Savunma Bakanlığı, “Bu düzenleme kamuoyunu ilgilendirmez” deyince Danıştay ‘durdurma’ talebini reddediyor.
Danıştay savcısı boş bulunup, “Bu düzenleme Anayasa’daki laiklik ilkesine aykırıdır” falan diyecek oluyor ama birisi “Sen kimsin ya.!” diye haddini bildirince o da susuyor elbet.!
Ve nihayet mutlu son: Danıştay, tam ‘Amiraller bildirisi’ ve ‘sarıklı amiral’ şamatası ortasında iptal talebini 3-2 reddedip ‘türbanı’ yasallaştırıyor. Basına yansıdığına göre, ‘aile içi’ giyim kuşam uyumunu, ‘devlet’ görevindeki kişilere örnek almışlar. [a.b.] Karşı oy verenler ‘Resmi Gazete’de yayın’ gibi füruattan bir gerekçeye dayanmışlar—laiklik konusuna hiç girmeden.!
Yargı bağımsız ve tarafsız ya, ondan.!
Şimdi Türk ordusunun karşı karşıya olduğu sorunsal şu:
Yarın öbür gün, Sıffin’deki gibi, bazı askerler kalkıp “Ben ancak küffarla savaşırım, Kuran’a karşı çıkmam” deyip ‘düşman’ seçmeye kalkarsa, ya da 31 Mart ayaklanmasında olduğu gibi “Ben sadece dini-bütün subay emrinde savaşırım” deyip emir dinlemez, meşrebine göre subay ararsa ne yapacaksınız?
Ya ‘Fetvasız savaşmam’ derse…!
‘Tanrımıza hamdolsun’ duasındaki tek bir Türkçe kelimeyi bile ideolojik kavgaya konu eden—ve kazananları—nasıl ikna edeceksiniz?
Türk ordusunu nasıl bir ucu açık sürece, çıkmaz yola soktuğunuzun farkında değil misiniz?