Özgür Ünlühisarcıklı
Suriye’de Kimin Acelesi Var?
Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin bertaraf edilmesine ve Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin geri dönebilecekleri güvenli ve istikrarlı bölgelerin oluşmasına hizmet edecekse Suriye rejimi ile anlaşmanın çok doğru olacağı kanaatindeyim. Öte yandan Şam’dan gelen ilk demeçler bunun tam tersini düşündürüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında dile getirdiği “Rusya-Türkiye-Suriye olarak bir süreç başlattık. Dışişleri bakanlarımızı bir araya getirecek, daha sonra gelişmelere göre liderler olarak bir araya geleceğiz” sözlerine şaşırmalı mıyız şaşırmamalı mıyız? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halen Suriye Devlet Başkanı olan Esad hakkında daha önce söylediği ağır sözleri düşünürsek elbette şaşırabiliriz. Öte yandan 2022’de, bu platformda iki hafta önce yayınlanan Türk Dış Politikası: Denge ve Dolar Arayışı başlıklı yazımda örneklerini verdiğim İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler ile -ki bunların tümünün liderleri de Esad gibi Erdoğan’ın ağır sözlerine muhatap olmuşlardı- normalleşme adımlarını göz önünde bulundurursak çok da şaşıracak bir şey yok aslında. Söz konusu yazıda seçimlere ekonomik darboğazda girmenin Türkiye’nin dış politikadaki seçeneklerini sınırlandırdığını ve adeta Türkiye’yi belli adımları atmaya mahkûm ettiğini öne sürmüştüm ki Suriye ile yaşanan sürecin bu durumun bir başka örneği olduğunu düşünüyorum.
Önceki yazımda, “Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile yapılan normalleşme müzakerelerinde SWAP anlaşmalarının ve yatırımların en başında itibaren masada olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile tokalaşmasının hemen ardından Suudi Arabistan’ın TCMB’ye dolar yatırması da elbette tesadüf değildi” ifadesini kullanmıştım. Suriye rejimi ile üst düzey ilk temasın Rusya’nın kolaylaştırıcılığında gerçekleşmesi ve Erdoğan’ın Esad ile görüşebileceği beyanını vermesinin, Gazprom’un BOTAŞ’ın doğalgaz ödemelerini en azından seçime kadar ertelemeyi kabul ettiği iddiasının basına yansıması ile eşzamanlı olması da elbette tesadüf değil.
Şahsen Suriye rejimi ile görüşülmesine karşı değilim. Ancak bunun zamanını ve zeminini Türkiye belirlemelidir ve belirlerken seçim takvimini ve hangi ülkeden ne kadar dış kaynak girişi sağlanabileceğini değil, uzun vadeli ulusal çıkarlarını gözeterek karar vermelidir. Suriye iç savaşına müdahil olurken ulusal çıkarlarımızı gözetmeden hareket ettik ve sonucunda çok ama çok ağır bedeller ödedik, maalesef ödemeye de devam edeceğiz. Bari Suriye’den çıkarken bunu yapmayalım.
Suriye’de Değişen Öncelikler
Türkiye, Suriye iç savaşına müdahil olurken tek bir hedefi vardı: Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştirmek ve Türkiye’nin yörüngesine girecek bir siyasal İslamcı iktidarı göreve getirmek. Bu hedef doğrultusunda Türk dış politikasının temel taşları arasında yer alan Araplar arası ihtilaflarda taraf olmamak, komşu ülkelerin işlerine karışmamak ve komşu ülkelerdeki silahlı çatışmalara taraf olmamak gibi ilkeler göz ardı edildi. Bu ilkeleri ve bu ilkelerin göz ardı edilmesini hatırlatanlara -ki ne kadar haklı oldukları bugün ortaya çıktı- olmadık hakaretler edildi. Burada bir parantez açıp şunu da belirtmek lazım, o dönem öngörüsüz davranan sadece Türkiye değildi. ABD ve Avrupa’daki belli başlı ülkeler de aynı öngörüsüzlüğü yapmıştı, ancak hiç birisi için risk Türkiye için olduğu kadar büyük değildi.
Rusya’nın ve İran’ın denkleme girmesi ile birlikte Esad kaybettiği toprakların önemli bir bölümünü geri aldı ve Türkiye’nin de Suriye’deki önceliği değişti. Aradan geçen zamanda Irak ve Suriye’de IŞİD terörü ortaya çıkmış, ABD’nin IŞİD’e karşı kullanmak üzere desteklediği ve aynı zamanda terör örgütü PKK ile organik ilişkisi bulunan PYD-YPG yapılanması Suriye-Türkiye sınırını neredeyse tamamen kontrolü altına almıştı. İşte bu koşullarda Türkiye zaten gerçekleşmesi artık kolay görünmeyen rejim değişikliği hedefini bir tarafa bırakarak PYD-YPG yapılanmasının Suriye’de devletleşmesini önlemeyi öncelik olarak belirledi. 2016 yılında IŞİD’e karşı düzenlenen Fırat Kalkanı ve sonraki dönemde PYD-YPG’ye karşı düzenlenen Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ile Suriye’nin kuzeyinde önemli bir bölgeyi rejim karşıtı güçler ile birlikte kontrol eden Türkiye, PYD-YPG’nin Suriye’de devletleşme olanağını büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
Bütün bunlar olurken Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı 4 milyonu aştı ve ekonominin bozulması ile birlikte mülteciler daha görünür hale geldi. Yükselen mülteci karşıtlığı daha önce Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi olasılığını ilkesel biçimde reddeden Erdoğan’ın da söylemini değiştirmesine yol açtı. Zira artık Türkiye’nin Suriye’deki bir diğer önceliği, yeni mülteci dalgalarının önüne geçmek ve Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin en azından bir bölümünün ülkelerine geri dönebileceği ortamı sağlamaktı.
Şahsen yukarıda dile getirilen iki önceliğe, Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin bertaraf edilmesine ve Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin geri dönebilecekleri güvenli ve istikrarlı bölgelerin oluşmasına hizmet edecekse Suriye rejimi ile anlaşmanın çok doğru olacağı kanaatindeyim. Öte yandan Şam’dan gelen ilk demeçler bunun tam tersini düşündürüyor. Esad rejimi öncelikle Türkiye’nin Suriye topraklarından çıkmasını istiyor. Türkiye’nin korumadığı ve dolayısıyla Rusya, İran ve Esad rejiminin kontrolüne bırakılacak toprakları Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin güvenli bölge olarak görüp geri dönebileceklerini gerçekten düşünüyor muyuz?
Rusya’nın Acelesi
Başlıktaki soruyu şimdi soralım: Suriye’de kimin acelesi var? Türkiye’nin değil, Rusya’nın ve dolayısıyla Esad rejimi ve İran’ın acelesi var. Rusya’nın Erdoğan ve Esad’ı bir an önce bir araya getirmek istemesinin sebebi de bu. Geçen sene bu zamanlar Ukrayna’ya karşı kısa sürecek bir “özel askeri operasyon” başlatan Putin için işler pek iyi gitmiyor. Rusya, Ukrayna’da hem asker hem de silah ve teçhizat kaybına uğruyor. Mühimmat stokları eriyor. Öyle ki büyük bir askeri güç olarak görülen Rusya, İran’ın silah desteğine ihtiyaç duyuyor. Rusya’nın gücünün azalmakta olduğunu gören Orta Asya Türk Cumhuriyetleri şimdiden Rusya ile aralarına mesafe koymaya başladılar. Azerbaycan, Rusya’nın Ermenistan’ı destekleme kapasitesinin azaldığını fark ettiği için kendi çıkarlarına uygun bir barış anlaşmasını bir an önce imzalamak amacıyla Ermenistan üzerinde askeri baskısını yoğunlaştırıyor. Rusya’nın Esad rejimine verdiği ekonomik ve askeri desteği daha ne kadar sürdürebileceği bilinmiyor. Zira Rusya’nın her savaş aracına, silaha ve subaya Ukrayna’da ihtiyacı var. Zaman geçtikçe bu ihtiyacı azalmayacak, tam tersine artacak. Zaman Rusya’nın aleyhine işliyor, dolayısıyla Esad’ın da. İşte bunun için Rusya’nın ve Esad’ın acelesi var ve işte bu yüzden Türkiye’nin hiç ama hiç acelesi yok.
Tabii Türkiye’de bir kaç ay içinde çok önemli bir seçim olacağını, Türkiye’nin bu seçime ekonomik darboğaz koşullarında gireceğini ve Rusya’nın kısa vadede Türkiye’deki finansal koşulları olumlu veya olumsuz yönde etkileyecek adımlar atma ve dolayısıyla seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek veya köstek olma kapasitesini göz ardı edersek. Rusya’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek olma eğilimi açık ama bunun da bir bedeli var.
Belli ki önümüzdeki dönemde bir Erdoğan-Esad teması gerçekleşecek. Bunun şimdilik temasla kalmasını ve Türkiye’nin Esad rejimi ile bir anlaşma yapmak için kendisine daha uygun bir zaman ve zemini beklemesini umarım.