Subay ve vekil

Bir tanesi ortaokul mezunu. İte kaka bitirdiği okulunun ardından çalışmaya başlamış. Kolay yoldan zengin olmanın gücün yanında olmak olduğunu erken yaşta anlamış. Siyasete girmiş, doğru ata oynamış, milletvekili olmuş, partisinin yetkili bişeysi oluvermiş.
Diğeri ortaokulu bitirirken döneminin en zor sınavlarından biri olan Deniz Lisesi sınavına girmiş ve birincilikle kazanmış. Denizle Heybeliada’da tanışmış ve hayatının geri kalanında hep onunla olmuş. Ailesinden ayrı yıllar geçirmiş. Okulunu dereceyle bitirmiş ve Deniz Harp Okulu’na geçmiş. Burayı da dereceyle bitirmiş ve bahriyeli olmuş. Hayatını memleketinin denizlerinin güvenliğine adamış. Eğitim hayatı boyunca denizler, boğazlar, deniz anlaşmaları, deniz tarihi öğrenmiş.
Montrö’yü de biliyormuş, Çanakkale deniz savaşlarını da.
Yetmemiş yıllarca tüm bu denizlerde koca koca gemileri idare etmiş.
O da yetmemiş Deniz Kuvvetleri birliklerini, filolarını yönetmiş.
Peki tüm bunlar olurken diğeri ne yapmış.
İktidar olmak ve iktidarda kalmak için cemaatlerle iş tutmuş.
O cemaatler ve ona destek verenler güçlü ordu istemiyor diye kurulan tüm kumpaslara destek vermiş.
Hayatını memleketi için harcayan subay hapse atılırken bayram etmiş, kutlamalar yapmış, “adalet yerini buldu” demiş.
Hatta o kadar sevinmiş ki tatilde denize de girmek istemiş, ama yüzme bilmediği için pek açılamamış.
Gel zaman git zaman ortağı cemaatle arası bozulmuş.
“Kim daha çok yiyecek” kavgası çıkmış.
Birbirlerine düşmüşler. Zamanında bizim subayın söyledikleri bir bir çıkmış.
Ordunun içine sızan cemaatçi subaylar darbe girişiminde bulunuvermiş.
İnsanlar hayatlarını kaybetmiş.
Bizim vekil “hata ettik, kandırıldık” demiş.
Tuzak için kurulan kumpaslar ortaya çıkmış ve denizcimiz serbest kalmış.
Sonra güçlü ordu istemeyen, “Benden daha güçlüsü olmasın” diyenler yine bitlenmiş.
“Biz niye bu Karadeniz’e giremiyoruz” diye yıllardır kanırttıkları sorunun bir çözümü olduğunu görmüşler.
Çünkü bizim vekil ve arkadaşları kontrolü kendilerinde olan Boğaz’a bir alternatif kanal yapmaya karar vermiş.
Çok büyük tesadüf eseri bu kanalın yapılacağı yerin etrafında bol bol arsa alanlar (ve komisyon ödeyenler) Karadeniz’e girmek isteyenlerin çok yakın müttefikiymiş.
Bizim subay dayanamamış.
Tecrübelerini, deniz hukukunu, Montrö’yü hatırlatmış. Donanmanın içine yine cemaatlerin girdiğini, bunun sonuçlarının kötü olacağını (çünkü 15 Temmuz’da olmuş) söylemiş.
Sen misin bunu diyen?
Bizim subay yine kötü adam olmuş.
Gözaltına alınmış. Hemen koruma ve lojman hakları iptal edilmiş.
O sırada bizim vekil İstanbul Boğazı’na uzun uzun bakmış ve kendi kendine söylenmiş;
“Acaba buranın derinliği kaç metredir?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nihat Sırdar Arşivi