Galip Umut Özdil
SÖZLEŞMELİ SÖMÜRÜ
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli,
bir toplantıda tarladan sofraya uzanan yolda ürünlerdeki astronomik fiyat artışı sorununa çözüm olarak sözleşmeli üretim modelini bir kez daha gündeme getirdi.
Türkiye’nin sözleşmeli üretime geçmesi gerektiğini vurgulayan Pakdemirli, “Bununla ilgili yasa tasarımımız Meclis’te. Çok iyi çalışılmış bir yasa tasarısı. Bana göre sözleşmeli üretim, Türkiye’de bugün itibarıyla bizim Bakanlıkta yapacağımız en önemli projelerden bir tanesidir, son 2 senede, kalan zamanımızda. Türkiye’nin bir an evvel sözleşmeli üretime geçmesi lazım. Bu geçiş bir anda olmaz belki… Hem çiftçi hem tüccar hem ihracat hem de üretim dengesi açısından çok önemli diye düşünüyorum” dedi.
Sözleşmeli üretim modeli ile ilgili onlarca televizyon programı yaptım. Konunun tüm taraflarının ve akademisyenlerin görüşlerini dinledim, aktardım. Yapılan tespitlerin ortak noktaları ve yorumlarımız şöyle:
Türkiye’de sözleşmeli üretim sınırlı da olsa uygulanıyor ancak bu model şimdiye kadar hep üretici- çiftçi aleyhine sonuçlar verdi. Bir nevi üretici fiyatlarının baskılanması, düşürülmesi için araç olarak kullanıldı. Sözleşmelere uyulmadı. Bir kısım alıcılar ürünleri sözleşmede yazan fiyattan daha ucuza alabilmek – kapatabilmek- için elinden gelen gayreti gösterdi. Üretim için kullandıkları girdileri ya da bu girdileri satın almak için gerekli olan parayı bulmak için sözleşme yaptığı alıcıya mahkûm olan örgütsüz üretici, sonraki sezonu düşünerek tüm dayatmalara boyun eğmek zorunda kaldı.
Bir başka anlatımla özellikle 1980’li yıllarla birlikte piyasayı önceleyen ve devlet müdahalelerini reddeden politikaların tarladaki, bağdaki, bahçedeki, çiftlikteki yansımasının bütüncül adı sözleşmeli tarım oldu. Büyük sermaye zaten tüm dağıtım, pazarlama ve satış kanallarına hâkim. Şimdi sermaye sözleşmeli tarım ile neyi ne kadar ürettireceğini belirleme gücüne sahip olduğu için üretimde de egemen olmaya aday. Çiftçinin söz hakkı kalmadı, kendi toprağında işçi oldu.
Özellikle Türkiye gibi küçük ölçekte üretim yapan çiftçilerin yoğun olduğu ülkelerde üreticiler, tarım şirketlerinin sağladığı girdiler, verdiği avanslar olmadan rekabetçi olamazlar. Ayrıca sözleşmeli üretim, “Nasıl olsa çiftçinin satış yapacağı yer garanti, sözleşmede yazan kârı da alacak” mantığıyla desteklerin azaltılması için bir bahane olarak kullanılabilir.
Gıda piyasaları giderek tekelleşiyor. Küçük ve orta ölçekli çiftçilerin girdi ve ürün piyasalarına girmeleri zorlaşıyor. Bu durum üreticinin fiyat risklerini artırıyor. İşte sözleşmeli tarımın propagandası tam da burada başlıyor. Bir bölümü uluslararası tarım şirketlerinin piyasaya girmesi ile uygulanan sözleşmeli tarımın üreticilerin karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm olacağı söyleniyor.
Hiçbir büyük alıcı, küçük miktarlarla uğraşmaz. Büyük miktarda üretim içinse yeni ve yüksek teknoloji gerekir.
Bu yatırım maliyetini kim, nasıl karşılayacak?
Dahası işletme ölçekleri küçüldükçe firmaların ürünü garanti etmek için koydukları şartların çiftçiler aleyhine ağırlaştırılmasını kim engelleyecek?
Ülkenin belli bir bölümüne hâkim olan birkaç şirketin kendi aralarında anlaşmasını, bu nedenle azalacak rekabet sonucunda çiftçilerin farklı şirketler ile sözleşme imzalamasının imkânsız hâle gelmesini ve şirket tarafından verilen fiyatları kabul etmek zorunda kalmasını kim durdurabilecek?
Sizce şirketler için kâr mı önemlidir yoksa gıda güvenliği mi? Satılabilecek ürün daha çok ürettirileceğine göre ürün çeşitliliği nasıl sağlanacak?
Sözleşme demek, hukuk demektir. Türkiye’de tarım hukuku var mıdır? Taraflar arasındaki olası uyuşmazlıkları zamanında çözebilecek, tarım konusunda uzman mahkeme yoktur. Klasik yargı düzeninde atanan bilirkişilerin raporları ve mahkemelerin hüküm verme süreci çok uzun sürmektedir. Toprak ve ürün canlıdır. Üretici sözleşmede yazan gübre veya ilacı yanlış kullandı diyelim. Bunun kararının hemen verilmesi gerekir. Bırakınız ayı, yılı, bir hafta sonra yazılacak bilirkişi raporunun hiçbir geçerliliği olmayabilir.
Ürün alım fiyatları konusunda firmanın sözleşmeye uymadığını farz edelim.
Üretici yasal yollara başvuracak maddi gücü ve diğer imkânları nasıl bulacaktır?
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin sözleşmeli üretim ile ilgili yasa taslağının TBMM’de olduğunu ve Türkiye’nin bu modele geçmesi gerektiğini söylediğini yazının başında ifade etmiştik.
Türkiye’de 18 Nisan 2006 tarihli 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 13. maddesi ve bu maddeye dayanılarak 26 Nisan 2008 tarihli Sözleşmeli Üretim Yönetmeliği zaten vardır.
Bir kez daha vurgulayalım. Sözleşmeli üretim modeli, büyük ölçekli üretim ister. Bunun sonucu çiftlik sayısının azalması, küçük ve orta ölçekli çiftliklerin kaybolması demektir. Eğer yasa tasarısı tüm bu sorunlara çözüm üretecek mekanizmaları kuramazsa, bir endüstriyel üretim modeli olan sözleşmeli tarımın yerleşmesi, özellikle küçük ölçekli ve örgütsüz üreticilerin olduğu ülkemizde sermayenin tarımda egemenliğini sağlamasının önemli bir aracı olacaktır.