Haldun Solmaztürk
Sözde bağımsız ve tarafsız yargının yargısız yargısı!
Geçtiğimiz hafta D-8’in 25. kuruluş yıldönümüydü.
D harfi, İngilizce ‘developing’ gelişmekte olandan geliyor; yani, Gelişmekte-Olan-8 ülke: Bangladeş, Endonezya, İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türkiye.
Kuruluşu 15 Haziran 1997’de İstanbul’da toplanan ilk D-8 Zirvesi’nde ilan edilmişti. Bu sekiz ‘İslam’ ülkesinin toplam nüfusları 1 milyarı geçiyor. Ortak ekonomik ve siyasi güçlerini artıracak, insanlarının hayat standartlarını yükselteceklerdi.
Fikir babası Necmettin Erbakan’dı. O zamanlar Refah Partisi, Doğruyol Partisi (REFAHYOL) hükümeti iktidarda; Başbakan Erbakan, yardımcısı da Tansu Çiller. Hükümetteki bazı isimler hala aktif siyasette ya da bir şekilde sahnedeler: Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Temel Karamollaoğlu, Namık Kemal Zeybek, Meral Akşener—ve Mehmet Ağar.
İslam dünyasının—İslam Birliği Teşkilatından sonra—tek somut küresel organizasyonu ama İslam Birliği Teşkilatı gibi o da kanatsız kuşa benziyor—zıplıyor ama bir türlü uçamıyor.
Gül “O günleri hatırlıyorum. D-8 üyesi ülkelerin devlet başkanları, hükümet başkanları hep beraber bu tarihi balkondaydı. [Ama] Hayallerin çok gerisinde kalındı” diyor.
Şener’e göre “Siyasi iradede zayıflama olmuştur. Önemi gelecekte anlaşılacak, kavranacaktır”.
Karamollaoğlu “Aradan geçen çeyrek asra rağmen, İslam dünyası olarak, böylesi bir vizyon ve irade yoksunluğunu acı ve dramatik bir şekilde tecrübe ediyoruz” diyor.
Hepsinde, demokrasi, hukuk devleti, iyi yönetim ve sosyal adalet vurguları var. Çünkü, İslam coğrafyası dedikleri topraklarda gelir dağılımı en bozuk, en fazla ihtilaf ve çatışmalar bu coğrafyada, işsizlik en yüksek, adalet sistemleri en sıkıntılı.
REFAHYOL üyeleri, çeyrek asır sonra, sadece teşhiste değil, tedavide de birleşiyorlar: “Her türlü taassuptan kurtulacağız, ehliyet ve liyakata önem vereceğiz, gösterişi değil sadeliği, israf ve şatafatı değil tevazuyu esas alacağız, ihtilafları değil ittifakları ön plana çıkaracağız, kaynaklarımızı doğru ve yerinde kullanacağız, zenginliklerimizi, partilerimizin, ailelerimizin, hanedanların zenginleşmesine değil ülkelerimizin refah ve kalkınması için kullanacağız”.
Aslında bunlar aynı zamanda son derece ağır eleştiriler—Tayyip Erdoğan yönetimine.!
D-8 zirvesinden 3 gün—28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu toplantısından 4 ay—sonra, 18 Haziran günü Erbakan, başbakanlık görevini DYP lideri Çiller’e devretmek üzere Cumhurbaşkanı Demirel’e istifasını sunuyor. Demirel istifayı kabul ediyor, ama yeni hükümet kuruluncaya kadar göreve devam edilmesini istiyor—öyle de oluyor. Yeni hükümeti kurma görevi Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a veriliyor. Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti, Demokrat Türkiye Partisi (ANASOL-D) hükümeti 30 Haziran’da görevi devralıyor.
Ama bir grup emekli asker, 2013 yılında, yani 16 yıl sonra başlatılan bir davayla, ‘Hükümeti cebren iskat ve vazife görmekten men etme’ suçlamasıyla mübbet hapse mahkum edildiler.
Halbuki Şubat-Haziran 1997 döneminde; dışarıdan hiçbir müdahale olmaksızın üst düzey atamalar dahil rutin hükümet görevleri ve Meclis çalışmaları sürdürülüyor, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, hükümeti temsilen, Hollanda’daki Avrupa Birliği toplantısına katılıyor, yerine vekaleten bir başka bakan—Turhan Tayan—görevlendiriliyor, Erbakan, Çiller, Muhsin Yazıcıoğlu’nun 21 Haziran TBMM’de basın toplantısını TRT canlı yayınlıyor.
Ve D-8 Zirvesi, diğer yedi ülke devlet/hükümet başkanları ve Cumhurbaşkanı Demirel’in de katılımıyla yapılıyor.
Yani ortada ‘cebren iskat edilmiş, vazife görmekten men edilmiş’ bir hükümet falan yok.!
Sözde darbeciler, yaşamlarında, görev ve sorumluluklarında hiçbir değişiklik olmadan, ordu içindeki rutin görevlerini sürdürüyorlar, atama sırası gelenler Ağustos 1997 tayinleri ile başka görevlere atanıyor, bir bölümü kadrosuzluk nedeniyle emekli ediliyorlar.
Pekiyi nasıl olup da bu askerler böyle ‘uydurma’ bir suçtan müebbete mahkum edilebiliyorlar?
Çok kolay…! Tüm kumpas davalarında olduğu gibi sahteliği açıkça ispatlanmış, gerçekte olmayan uydurma delillere, açıkça yalan beyan ve ifadelere dayalı hüküm kurmayla.!
Askerlerin tanıkları dinlenmeden, delillerine bakılmadan—hepsini redderek…!
Siz bu yazıyı okurken, yaşları 75-90 arasında, doğal olarak ağır sağlık sorunları yaşayan 14 asker cezaevlerinde ölümlerini bekliyorlar—sadece 25 yıl önceden bu günleri uyardıkları için.!
Ama, yirmi beş yıl önceki Haziran ayında yaşananlar güçlü bir propaganda makinası ve algı yönetimiyle baskılanıyor. Aslında D-8 zirvesini anma programında vurgulanan ‘sıkıntılı adalet sistemlerinin’ en sıkıntılısı bu ülkede—Türkiye’de…!
İyiyle kötünün, doğruyla yanlışın, aydınlıkla karanlığın, “İsterim ki vicdanlar harekete geçsin, yanlışlar da yanlış işler de doğruya dönsün” diyenlerle “Acırsanız acınacak hale gelirsiniz” diyebilen zihniyetin ezeli ve ebedi mücadelesidir izlediğimiz.
Seyirci kalmayalım.
Hiç olmazsa taraf olalım.!