Kubilay Kaptan
Siyanür
Siyanür, bir karbon ve ona üçlü bağ ile bağlanmış bir azot içeren C≡N grubuna sahip kimyasal bileşiklere verilen addır. Altın ve gümüş gibi kıymetli metallerin üretiminde siyanür liçi prosesi uygulanır. Bunun en temel sebebi, siyanür liçinin yüksek verimliliği ve hızıdır. Kıymetli metaller, alkali koşullarda seyreltik siyanür çözeltisinde çözündürülür. Siyanür türleri içinde, bu amaçla kullanımı en uygun olan NaCN tuzudur. Liç prosesi sırasında, altın siyanürle bileşik yaparak sıvı faza geçer.
Siyanürleme tekniği endüstriyel olarak altın ve gümüş madenlerinin kazanımı amacıyla yaklaşık 100 yıldan beri uygulanmaktadır. Gelişen teknolojinin altın ve gümüş madenciliğine entegrasyonu, siyanürleme yönteminden daha verimli ve ekonomik bir alternatif yöntem geliştirmede ne yazık ki etkili olamamıştır. Dünyada hidrojen siyanürün %70-80’i ABD’de üretilmekte olup sodyum siyanürün 3’te biri madencilik sektöründe kullanılmaktadır. Hidrojen siyanürün %94’ü başlıca elektronik, yangın geciktirici, boya, kozmetik, ilaç ve plastik sektörlerinde kullanılmaktadır. Bunun yanında dünyada üretilen siyanürün yaklaşık 1/3’ü altın gümüş madenciliğinde kullanılmaktadır.
2000 yılı itibariyle dünyada 500’ü önemli üreticiler tarafından olmak üzere yaklaşık 875 altın ve gümüş madencilik çalışması mevcuttur. Dünya çapında altın kazanımının %90’ınından fazlası siyanür kullanımına dayanmaktadır. Ayrıca dünyada yaklaşık 18 büyük altın madeni bulunmaktadır.
Ülkemize gelince…
Uluslararası şirketlerin ülke için bir anlam taşıyabilmesi için, ciddi bir sermaye ile yeni ve yüksek teknoloji getirmeleri veya istihdam alanı yaratabilme olanağı sağlamaları gerekmektedir. Altın madenciliğine bakıldığında, bunların hiç birisi maalesef söz konusu değildir. Örnek vermek gerekirse, Bergama-Ovacık altın madenini işletmek isteyen şirketin kredi dışında getirdiği sermaye, kazandıkları paradan çok daha azdır. Diğer taraftan, ülkeye getirilen yeni bir teknoloji söz konusu değildir, çünkü aynı teknoloji ülkemizde Kütahya Gümüşköy tesislerinde yıllardan beri Türk mühendis ve işçisiyle uygulanmaktadır. Ne kadar ilginçtir ki, uluslararası şirketler, bu teknolojinin doğayı kirletmeyeceği tezini savunurlarken Kütahya’da aynı teknolojinin yıllardan beri kullanıldığını unutmaktadırlar.
Yasa çıkararak uluslararası şirketleri ülkemize davet eden devlet, acaba bununla ilgili çevresel altyapıyı oluşturmuş mudur?
Bu sorunun cevabı gayet açıktır:
Devlet kurumları ve meclis ne zaman gelişen koşullara göre zamanında yasalar ve yönetmelikler hazırlamıştır ki, bu konuda hazırlasın.
Ülkemizde altın madenciliği ile ilgili mevzuat, çevresel açıdan ciddi eksikliklere sahip bulunmaktadır. Örnek vermek gerek ise 1988 tarihli Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde siyanürlü atıkların atık barajında depolanması ile ilgili hiçbir standart bulunmamaktadır. Yeni yönetmelikler de uluslararası şirketlerin çıkarlarını koruyacak şekilde düzenleniyor.
ABD, Kaliforniya’da, siyanürlü maden çıkarma işleminin başlayabilmesi için en az altı izin gereklidir: (1) California Su Kurulu’ndan alınan bir su kullanım izni; (2) Kaliforniya Bölgesel Su Kalite Kurulu’ndan alınan bir atık tahliye izni; (3) Kaliforniya Hava Kirliliği Kontrol Bölgesi’nden bir hava kalitesi izni; (4) Yerel idari birimden şartlı kullanım izni; (5) ABD Arsa Yönetim Bürosu’ndan bir işletme planı izni ve (6) Kaliforniya Sağlık Bilimleri Bölümü’nden bir radyoaktif madde lisansı.
Türkiye’de herhangi bir “siyanürlü maden çıkarma işlemi”nde bu izinlerden kaç tanesi var sizce?
Bunların teki bile yokken ve düzenlemeler uluslararası işletmelerin istediği yönde çıkarılırken, Erzincan’da gerçekleşen siyanür sızıntısı sonrası çevrenin mahvolması gibi felaketlerin gerçekleşeceğini yıllardır söylüyoruz, anlatıyoruz ve yazıyoruz.
Ama ne yaparsak yapalım hiçbir şey değişmiyor.
Olan doğaya, canlılara, ülkemizin geleceğine oluyor -geri döndürülemeyecek bir şekilde…