İbrahim Uslu
Sistem Değil Seçmenler Oy Verir!
Seçim Kanunu’nda bazı değişiklikler öngören yasa teklifi, seçim sistemimiz açısından yeni bir şey getirmiyor. Yapılan, 2018’de hayata geçirilen düzenlemelerin kaldırılmasından ibaret. İster mevcut sistem isterse de yeniden teklif edilen eski sistemle seçime girilsin, seçim sonuçlarını ve milletvekili dağılımını belirleyecek olan, partilerin nasıl bir strateji izleyeceği, uzlaşma performansları ve seçmenin bu partilere yönelik teveccühüdür.
İktidarın üzerinde neredeyse iki yıldır çalıştığı Seçim Kanunu’nda bazı değişiklikler öngören yasa teklifini nihayet kamuoyuna açıklandı.
AK Parti, daraltılmış bölge uygulamasının yanı sıra il/ilçe seçim kurullarının başkan ve yardımcılarının belirlenmesi gibi önemli konularda yeni düzenlemeler getirebilmek amacıyla Seçim Kanunu üzerinde çalışmaya başlamıştı. Ancak süreç içerisinde ortağı MHP’den gelen itirazlar nedeniyle arzu ettiği değişikliklerin teklifte yer almasını sağlayamadı. Ortaya çıkan çalışmanın hem AK Parti’yi hem de MHP’yi pek mutlu etmediği, basın toplantısı ile yeni düzenlemeleri kamuoyuna açıklayan Hayati Yazıcı ve Feti Yıldız’ın yüz ifadelerinden rahatlıkla anlaşılabiliyordu.
Teklif üzerinde iki ortağın uzlaşmakta zorlandığı kamuoyu tarafından bilinmesine rağmen yine de muhalefet cenahı Seçim Kanunu’nda yapılması muhtemel değişiklikler hakkında endişeler taşıyordu. Bu kötümser psikoloji, teklifin açıklanmasından sonra yaptıkları değerlendirmelere de yansıdı. Açıklanan metni incelemeden sadece muhalefetten gelen yorumları okuyan biri, millet iradesini tamamen askıya alacak ağır mühendisliklerle dolu bir düzenlemenin geldiği hissine kapılabilirdi. Oysa gerçekte Meclis’e sunulan teklif bu kadar vahim düzenlemeler içermiyor.
Yasa teklifinde seçmen kütüklerinden muhtar seçimlerine kadar çok sayıda düzenleme yer almakla birlikte, milletvekillerinin partiler arasında nasıl dağıtılacağına ilişkin madde, açık ara en çok tartışılan husus oldu. Çok sayıda muhalif siyasetçi, köşe yazarı ve yorumcu, söz konusu maddenin Millet İttifakı’nın alacağı sandalye sayısını azaltmak için dizayn edildiğini, küçük partilerin ittifakta yer almasını anlamsızlaştıracağını ve bu nedenle 6’lı masanın dağılmasına neden olacağını ileri süren eleştiri ve değerlendirmede bulundular.
Son genel seçimde eğer yeni teklife göre milletvekili dağılımı belirlenseydi sonuçlar ne olurdu üzerine yapılan değerlendirmeler, muhalefet partilerinin yeni sistemde dezavantajlı olduğunu göstermekle birlikte (bu konuda Muharrem Sarıkaya’nın köşe yazısı incelenebilir) söz konusu modeller geçmiş seçim verilerine dayalı olarak yapıldığı için gelecek projeksiyonlarında kullanılması yanıltıcı olabiliyor.
2018 genel seçimlerinde AK Parti yüzde 42,5 almışken bugün 10 puan daha aşağıda olduğu tahmin ediliyor. CHP yüzde 22,7 oy almışken bugün yüzde 27-28 aralığına ulaşmış durumda. Benzer şekilde İYİ Parti yüzde 10’dan yüzde 15’e yükseldi. Dolayısıyla D’Hondt sisteminin bu seçimde oyunu yükselten partilere avantaj getirmesi daha mümkün.
O zaman açıklanan teklifin ne getirdiğini ve ne getirmediğini madde madde sıralayalım:
Teklif, seçim sistemimiz açısından yeni bir şey getirmiyor. Yapılan, 2018’de hayata geçirilen düzenlemelerin kaldırılmasından ibaret. Başka bir deyişle, sadece son genel seçimde bir kez uygulanan modelden vazgeçip, eski sistemimize geri dönüyoruz.
Yeni teklifte özellikle iktidar partilerinin daha fazla milletvekili çıkarmasını yahut muhalefet partilerinin az vekile sahip olmasını sağlamak amacıyla özel bir mühendislik çalışması yer almıyor. Sistem, partilerin aldıkları oylara göre D’Hondt sisteminin ilkeleri uyarınca milletvekili dağılımının yapılması esasına dayanıyor ve her partiye eşit şekilde uygulanıyor.
Teklif, özellikle küçük partilerin sistem dışında kalması yahut ittifaklardan ayrılmaları için özel düzenlemeler içermiyor. Sistemin doğası zaten düşük oy oranlarına sahip partiler için bir dezavantaj yaratıyor. Çünkü ülke barajının yanı sıra bir de doğal bölge barajları var. Düşük oy oranına sahip partiler, ittifak mekanizması ile ülke barajını aşıyor ancak bölge barajları nedeniyle milletvekili çıkaramıyor.
Şöyle bir örnekle açıklayalım: Beş milletvekili çıkaran bir ilde birinci gelen partinin yüzde 40 oy alması durumunda bir milletvekili çıkarabilmek için en az yüzde 8 civarında oy almak gerekiyor. Dolayısıyla küçük partiler çok sayıda milletvekili çıkaran büyük metropoller dışında milletvekili alamıyorlar. Bu nedenle değiştirilmesi teklif edilen sistemin geçerli olduğu 2018 genel seçimlerinde bile BBP, Demokrat Parti, Saadet Partisi ve TİP, başka partilerin listelerinden milletvekili çıkarabildiler. Dolayısıyla yeni sistem küçük partiler açısından ekstra bir dezavantaj getirmiyor.
Yeniden teklif edilen eski sistem, iddia edilenin aksine ittifakları küçük partiler açısından değil, büyük partiler açısından önemsiz hale getiriyor. Mevcut sistemde zannedilenin aksine “artık oy”lardan yararlananlar küçük partiler değil büyük partiler oluyordu. Dolayısıyla milletvekili seçiminde büyük partiler açısından ittifakın önemi kalmıyor, ama küçük partilerin hâlâ hem ülke barajını aşabilmek hem de listeler konusunda iş birliği yapabilmek için ittifaklara ihtiyacı var.
Seçim Kanunu’nda değişiklik öneren yasa teklifi hep Millet İttifakı’na olası etkileri üzerinden tartışılıyor. Oysaki BBP’nin de dahil olduğu ve önümüzdeki dönemde genişleme olasılığı bulunan Cumhur İttifakı ve HDP’nin öncülüğünde yürütülen yeni Sol ittifak üzerinde de aynı etkileri yaratacak. Hatta belki de en büyük etkisi şu an hiçbir ittifak ile teması olmayan çok sayıda bağımsız partinin (Memleket Partisi, Vatan Partisi, Türkiye Değişim Partisi, HÜDAPAR, DSP, BTP, Yeniden Refah Partisi vs.) kurmayı düşünecekleri ittifak üzerinde olacak.
6’lı Masa İçin Senaryolar
Seçim Kanunu’nda değişiklik öneren teklif iki genel başkan yardımcısı tarafından açıklandıktan sonra tüm dikkatler Millet İttifakı bileşenleri ve birlikte hareket ettikleri üç partiye (DEVA, Gelecek Partisi ve SP) yöneldi. Yapılan kamuoyu araştırmalarında doğal bölge barajlarını aşma konusunda zorlukları bulunan bu partilerin önümüzdeki süreçte nasıl bir yol izleyebileceği veya izlemesi gerektiği konusunda çokça kanaat serdedildi.
Demokrat Parti de dahil olmak üzere bu partilerin önünde üç ayrı strateji alternatifi bulunuyor.
Büyük partilerin listelerinden seçime girmek: Tıpkı 2018’de olduğu gibi düşük oy oranına sahip partiler, CHP ve İYİ Parti’nin listelerinden seçime girebilirler. Tabii ki burada bazı zorluklar var. Öncelikle hangi parti için, hangi seçim çevresinden, kaçıncı sıradan, kaç milletvekili verilecek soruları uzlaşılması oldukça zor konular. Ama geçen seçimde bu konuda sorun yaşanmadığını bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
CHP dışındaki bütün partilerin İYİ Parti ile tek liste olarak seçime gitmesi: Bu durumda CHP kendi listesini yapacak, tamamı yelpazenin sağında yer alan geri kalan beş parti ise İYİ Parti logosu ile seçime katılacak. Böylece İYİ Parti’nin listesi seçimin en güçlü sağ kadrosuna sahip olacak ve Cumhur İttifakı’ndan uzaklaşmak isteyen seçmenler açısından güçlü bir seçenek sunacak. Dolayısıyla Millet İttifakı en güçlü sosyal demokrat ve sağ listelerini seçmene sunan ittifak olmanın avantajlarını elde edebilir.
CHP ve İYİ Parti kendi listeleriyle seçime girerken, geri kalan dört partinin kendi aralarında ortak liste çıkarması. Bu senaryonun bir benzeri daha önce 1991 genel seçimlerinde Refah Partisi, MÇP (daha sonra MHP’ye dönüştü) ve IDP arasında yapılmıştı ve büyük başarı elde etmişti.
Siyaset Kendi Yolunu Açar!
İster mevcut sistem isterse de yeniden teklif edilen eski sistemle seçime girilsin, seçim sonuçlarını ve milletvekili dağılımını belirleyecek olan, partilerin nasıl bir strateji izleyeceği, uzlaşma performansları ve seçmenin bu partilere yönelik teveccühüdür.
Ezcümle; seçim sistemiyle değil seçmeni ikna etmekle vakit geçirmek her zaman daha iyi sonuçlar verir. Bu prensip şüphesiz ki sadece 6’lı masa için değil, teklif üzerinde iki yıl pazarlık yapan iktidar partileri için de geçerlidir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için @PerspektifOn twitter hesabını takip edebilirsiniz.