Şirket

Sermayenin vücut bulduğu bir kabuk olarak şirket önemli, fakat yeterince öne  çıkarılmamış bir kurumdur. İktisat tarihçilerine göre bilinen ilk şirket “East India Company”dir. Şirket kavramını ve kökenini anlamak açısından bu kurumu incelemek gerekir. 1608 yılında İngiltere’nin Hindistan ticaretinin üzerinde tekel hakkı oluşturarak kurulan East India Company, 1757’den itibaren bir şirket devlet niteliği kazanmıştır. Yargılama, ölüm cezası vermekten savaş ilan etmeye kadar her türlü kamusal yönetim işlevini icra eden şirket, Hindistan’da dünyanın ilk teritoryal “şirket yönetimi” dönemini başlatmıştır. Bu özellikleri ile, East India Company bazı iktisat tarihçileri tarafından kapitalist devletin embriyonik hali olarak görülür.

Dolayısıyla, 400 yıldır hayatımızda bulunan şirket, kutsal halesi ve dokunulmaz varlığı ile düzenin temel taşı olarak kabul edilebilir. Herhangi bir şirket zor duruma düşerse içlenir, yükselişe geçerse gönenç duyarız. Övünmekte bir zarar yok ama kutsal şirket zor duruma düşerse hemen durumdan vazife çıkaran iktidarlar vergi silmeleri, çeşit çeşit teşvikleri ve doğrudan kurtarma dahil pek çok önlemi devreye sokarak yani kamu fonlarını kullanarak, bizi de faturanın ortağı yaparlar. Gerçi çok kurumsal şirketlerin CEO’ları ABD’de milyarlarca dolarlık kurtarma planlarını görüşmek üzere Washington’a özel jetleri ile gittiklerinde biraz eleştirilmişlerdi. Muhtemelen  ABD’de yaşayanlar “itibardan tasarruf olmaz ilkesini” pek duymamışlar. Öğrenirler.

Bizde ise zaten kamunun icra makamı, çok sayıda ülkede olduğu gibi, doğrudan şirket sahipleri ve yöneticileri tarafından dolduruluyor. Güçlü bir özdeşleşme var. Şirketlerin sorunları anında kabine tarafından hissediliyor ve gereği yapılıyor. Yoksulların, işsizlerin, çöpten beslenmek zorunda kalanların, evsizlerin ve cümle mağdurların sorunlarını halletmeye ise bütçede ne yazık ki, pek imkan kalmıyor. Geçici olarak tabii ki…

Cumhuriyet gazetesinin 25 Eylül nüshasına göre İHKİB Başkanı Mustafa Gültepe, “..döviz kuru enflasyonun üzerinde olduğu sürece sektörün ayakta kalma şansının olduğuna işaret ederek kurların hipertansiyon gibi fırlamasını kimse istemez. Sonuçta vücudun kimyası bozuluyor. Dolar kurunun olması gereken nokta 9 lira. Bu seviye bir yerde ihracat ve üretimi daha da destekler” diye konuşmuş.

Bu ahlaksız teklifin ne anlama geldiğine bakalım. TCMB’nin web sayfasındaki Birim İşgücü Maliyetine (BİM) göre reel kur endeksi durumu gösteriyor zaten. Açık renk eğri, yani gelişmekte olan ülkelere göre BİM düzenli olarak düşüyor. Aralık 2020’deki kur seviyesinde bile, 2003 yılındaki göreli ücret düzeyine tekrar gelebilmek için bizde ortalama ücretlerin 2.5 kat artması gerekir. Yirmi yıldır, ücret rekabetine dayalı ihracattan katmadeğerli ürün ihracatına yönelmek için kılını kıpırdatmayanlar, yatırım yapmayanlar, hâlâ TL’yi değersizleştirelim diyorlar. Yoksa şirketler zor duruma düşecek, belki de kapanacaklarmış! Bu tür şirketler iktisatta “marjinal şirket” olarak adlandırılırlar. Çoğu zaman, ekonomiye yarattıkları yük, sağladıkları faydadan fazla olduğu için kapanmaları yeğdir.

Peki TL değersizleşince ne oluyor? Türkiye gibi küresel ekonomi ile yüksek düzeyde bütünleşmiş ülkelerde hem girdi fiyatları hem de hizmet sektörlerinin bir bölümü uluslararası fiyatlara açıktır. TL değersizleştikçe mal ve hizmetlerin fiyatları artarken ücretler en azından bir süre daha yerinde sayar. Büyük bir işsizlik baskısı altındaki ekonomide asgari ücret ile çalışanların oranı %50 civarına kadar yükselir. Kısacası bu cehennemde yaşayanlar için hayat pahalılığı enflasyondan çok daha hızlı artar. Yoksulların sayısı ve yoksulluğun derinleşmesi katlanılamaz boyutlara gelir. Kısacası, Mustafa Bey rahatlar ama bizim kimyamız bozulur.

Mustafa Bey gibiler döviz kazandıkları için hayat pahalılığını bugün hissetmeyebilirler ama bu aptalca ve sürdürülemez politika eninde sonunda onları da batışa sürükler. Türkiye’nin kağıt üstünde 450 milyar, 180 milyarlık KÖİ yükümlülükleri eklendiğinde kayıtlı 630, görev zararları vb. gibi şimdilik kayıtdışı yükümlülükleri ile birlikte muhtemelen çok daha yüksek olan dış borçları nedeniyle kurdaki her artış borcumuzun dayanılamaz/ödenemez boyuta varmasına ve sonuçta iflasa sürüklenmemize neden olur.

Gerçi Mustafa Bey gibiler bunu umursar mı  bilemem, ama ekonomi yönetiminin pek umurunda olmadığı açık. Çarşamba  gecesi yapılan ve muhtemelen TCMB’nin finansal okur yazarlığını azaltan (gerçi geçen yazımdan da anlaşılabileceği gibi TCMB yönetiminin kendi kurumunda yazılanları bile ne kadar okuduğu belli değil) değişikliklerle bu politikanın devam edeceği ilan edilmiştir. Kabinenin CEO’su durmak yok, yola devam mesajı vermiştir. Yol masrafları bizim sırtımızda nasılsa…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haluk Levent Arşivi