Galip Umut Özdil
Sıfır gümrük
Kırsalda yaşamanın ve geçinmenin toprak ve tarım / üreticilik ile bağlarının giderek kopmasının yarattığı sorunlara çözüm üretebilmek için önce bu durumu tetikleyen nedenlere kısaca bakmak gerekir. Yoksa; hububat ve bakliyat gibi temel tarımsal ürünlerin ithalatında neden sıfır gümrük vergisi uygulamak ve devlet tarafından taban fiyat verilip satın alınan bir ürünü çok daha yüksek fiyattan ithal etmek zorunda kaldığımızı, enflasyonu dizginlemek için tarımsal ürün ve gıda fiyatları üzerinde sürekli üretici aleyhine baskı kurduğumuzu anlayamayız.
Ekonomik olanakları kısıtlı çiftçilerimizin üretim ve ticaret ile ilgili karar verirken, bu kararlarının olası sonuçlarına ilişkin öngörüleri çok sınırlıdır. Bu sınırın nedeni de kendileri değildir. Özellikle 1960’lı yılların sonundan itibaren -küresel çapta yaşanan ekonomik krizlerin de bir sonucu olarak- ortaya çıkan finans sektörünün, saldırgan bir strateji ile dünya ekonomisinin baskın gücü olması bu öngörü sınırını çizen en önemli etkenlerden biridir. Diğer unsurlar ise küresel üretim ve tedarik ağları ile bu ağların politikalarına uygun hareket eden hükümetlerin aldıkları kararların yerel üreticiler üzerindeki olumsuz etkileridir.
1980’li yıllardan itibaren başlayan 2001 yılında Dünya Bankası’nın programı olan Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin uygulanması ile birlikte hızlanan bu sürecin sonucu; benzer programları uygulayan diğer ülkelerdeki gibi devletin tarım sektöründeki rolünün ve korumacılığının azalması oldu. Yerine ise üretim ve arz-talep dengesinden daha çok büyük yatırımlarla tarımla doğrudan ilgisi olmayan, kurgusal (spekülatif) araçları fonlayan finans sektörünün öncelikleri geldi. Tarımsal girdileri, tarımsal ürünlerin fiyatlarını, evrensel ilkelere görev yapan az sayıdaki kooperatif ve birlikleri çiftçinin gelirlerine yüksek oranda etki edecek miktar ve etkinlikte desteklemek ikinci plana geriledi. Buna çiftçilerin artan kredi borçlarının tüketici kredilerinden daha yüksek orandaki faiz yükü ve korumacı ticaret araçlarının daha az kullanılması da eklenince küçük çapta üretim yapan çiftçi uluslararası pazarların kucağına düştü. Sıradan bir üreticinin değişen finans ve pazarlama şartlarına uyum sağlaması için gerekli olan bilgilere erişim olanağının sınırlı olması da işin tuzu biberi oldu.
Tarımsal üretimde kullanılan para, araç – gereç ve tüm materyallerin büyük bölümünün ya kendisi, ya içeriğindeki maddeler, ya da o aracı kullanmamızı sağlayan enerji kaynağı ithal ediliyor. Yani doğrudan veya dolaylı olarak yabancı sermaye hakimiyeti söz konusu. Üretilen mal veya değerin bağımlı ya da az gelişmiş ülkeden emperyalist ya da gelişmiş ülkeye akışının farklı sonuçları vardır. Yabancı sermaye yatırımı yoluyla üretilen artı değer ya gelişmiş ülkeler tarafından doğrudan çekip alınır ya da söz konusu artı değerin büyük bölümü yine gelişmiş ülkeye ham madde, makine, petrol ve benzeri üretim araçlarının alımı için aktarılır. Özetle üretim maliyetlerinin artışından sağlanan kâr ve rantın büyük bölümü her koşulda az gelişen ülkeden “gelişmiş’’ ülkeye geçer.
Geriye sadece toprağınız kalır. (mı?)
Toprak sadece yaşamın kaynağı değildir. Köy ekonomisinin temelidir. Ancak birbirleriyle ilişkili küresel, ulusal ve yerel simsarlar toprağınızı da elinizden almaya uğraşır. Tarım arazilerinin tarım dışı farklı kullanım biçimlerine açılması için, başka bir deyiş ile toprağın da metalaşması için çalışılır. Kırsal alanlardaki tarıma elverişli ama boş arazilerin mülkiyet sorunlarının uzun yıllardan beri çözülemiyor olmasının tek nedeninin dava süreçlerinin teknik nedenlerle uzun sürmesi olduğunu sanmıyorsunuz değil mi?
Ya da tarım topraklarının kullanımını düzenleyen mevzuatlara “kamu yararı’’ gibi içini istediğiniz sektör ve öncelikle doldurabileceğiz geniş tanımlı kavramlar konulması boşuna mı sizce?
Son yıllarda kırsal kesimdeki hane gelirleri içinde tarımsal faaliyetlerin payının azalmasının birçok uzmana göre kalıcı bir eğilim olması tarım gelirlerindeki düşüşe bağlı değil midir?
“Hububat ve bakliyatta gümrük vergileri neden sıfırlandı?” sorusunu köylerde -sayıları giderek azalsa da- yaşayan gençlerin “inşaat’’ sektörünü istihdam fırsatı olarak ilk sırada görmesine neden olan sisteme sormak gerekmez mi?